Ege Denizi’nin masalı

03.05.2016 - 08:07
Sennur Baybuğa
Haberi paylaş

Sounio isimli bir burundan Ege Denizi’ne baktım dün uzun uzun. Ege’nin Atina'da başladığı burundayız, koca bir denizi, diğerinden ayırarak Ege ismiyle tarihe geçiren hakikatin efsanesi nedir?

Minoas isimli Girit Kralı ükesinde bir labirent yaptırmak ister, bunun için de Atina Krallığı’ndan bir mimar ister. Dedalos isimli mimar oğlu İkaros ile gider ve Girit ülkesinde (ismi kralından dolayı Minaon diye anılıyor Girit’in) büyük bir labirent inşa eder.

Girit Kralı Minoas, kendi yaptırdığı labirente karısının doğurduğu canavarı sokar, adı Minotavros, bu canavara her yıl 7 bakire kız ve 7 erkeği kurban ederek krallığını sürdürmektedir, evini yaptırdığı canavarı komşu Atina Krallığı’ndan yıllık aldığı 14 gençle beslemeye başlar.

Atina Kralı Egeas her yıl ülkesinden 14 genci Girit’e kurban yollamaktadır, o labirent oraya bir kez yapılmıştır artık. Egeasın oğlu Thiseas büyür, Girit’e gidip canavarı yok etmeye kararlıdır, yola düşer, yanında gençler ve askerleri ile. Babası oğluna eğer canavarı yenip dönerse sağ salim, gemisine beyaz yelken çekmesini, böylece onu beklediği Sounio burnunda zaferini görebileceğini söyler ve tabi sağ olarak döndüğünü de.

Ve Thiseas, Girit’e giderek labirentteki canavarı öldürür, labirentten de Girit Kralı’nın kızı Ariadni’nin yardımı ile çıkar, Ariadni’ye evlenme sözü vermiştir, bu sözü tutmadan yanında gençleri ile ülkesine doğru yol alır. Sounio burnunda bulunan Posidon Tapınağı’nda babası Kral Egeas oğlunun gelişini beklemektedir, biricik oğlu sağ dönecek mi diye geminin direklerine bakmaktadır, gemideki prens zafer yorgunluğu ile siyah yelkenleri indirip beyazları çekmeyi unutmuştur. Kral oğlunun yenilmiş olduğunu düşünür ve acıdan kendisini denize atar. Ve kendini attığı o denizin ismi böylece Egeo olarak anılır olur.

Atina yakınlarındaki Sounio burnunda bu efsaneyi dinlerken ben, kahramanlık hikayelerinin içindeki küçük ama aslında hikayenin büyüklüğünden daha çok bize ait hakikatleri düşündüm. Bir canavarı yenerek gençleri kurban olmaktan kurtaran ve Atina Krallığı’nı kahramanlaştıran prens, aslında savaşından sağ çıkmasını sağlayan bir başka kralın kızını hem kandırıp ve hem de asıl kahramanı tümümüzden gizlerken, babasının yani kendisini çok seven biricik insanın da ölümüne sebep oluyor. Ve koca bir denize, mitoloji, onun değil, acısından ölen babanın adını koyuyor. Tıpkı benim olmasını istediğim gibi.

Tarih her daim büyük kahramanların hikayelerini yazar, efsaneler silahlı erkekler üzerine bina edilir, kurtarılan halktır, ama bu işte dahilleri kahraman kadar yok gibidir, kadınlar kahramanlara yardım eden ama sonunda ne hikmetse ihanet ettiği halkı ya da babası tarafından yok edilen adı var kendi yok güzellerdir, hatta babalar ve anneler de bu hikayelerin bir yerine ilişip sonra ölür giderler. Kahraman tek başınadır, etrafındaki her şey ve herkes onun varlığını tamamlayan objelerdir, anlatıcı böyle anlatarak, sürekli hepimizde tek bir kişi dışında kimsenin bir şey olmadığı ve olamayacağı düşüncesini besler.

Ama anlatıcının bile atladığı bir şey var. Kurtarılan halk her büyük savaşın kendine benzeyenini taşır içinde bin yıllarca ve odur onun için koca bir denizin tek sahibi. Kahramanlar tek kişidir ve ölürler ama kalabalıklar binlerce yıl yaşar, yaşadığını bilmemesinden başka da bir eksikleri yoktur. Yarattığımız tüm kahramanlar ve tüm liderler aslında ve sadece bizim hezeyanlarımızdır, ne onların hikayeleri ve ne de kazandıkları savaşlar değil, denizlere isimlerini veren ve bir canavarın pençelerinde kurban edilmeyi bekleyen tüm insanlar alemi için, bir yüksek burundan ufka bakıp, mavideki gücü görmek ne güzel bir düştür.

Sennur Baybuğa

(BasNews)

Bültene kayıt ol