Yollar, patikalar ve kelimelerin prangası 24 Nisan üzerine

26.04.2016 - 09:03
Sennur Baybuğa
Haberi paylaş

Aşağı yukarı iki yıldır her hafta burada bir şeyler karalamaya çalışıyorum. Kelimenin bu kadar manasından boşaltıldığı, artık sözün de kendine yabancılaşıp bir tüketim nesnesi halini aldığı bir zamanda bunu neden yapıyorum?

Bu gazetede yazmam ne büyük yazarlık yeteneğimden ve ne de kamusal bir figür olarak tanınıyor olmamdan kaynaklanmıyor. Kararlı insanların, yaşamlarının her dönemini programladıkları ve kaderlerini belirlediklerine dair inançlarımı uzun zaman önce yitirdim. Sadece hayatın bana açtığı küçük yollarda ufak, tedirgin adımlarla yürüyen bir yolcuyum nicedir.

Bir tür sözümün bittiği esas olarak eylemin kendisine olan güvenimi kaybettiğim bir dönemdi, sözüm bitmişti, zira kelimelerimizin yaşamın karşısında kifayetsiz kaldığı bu ülkede, kendi manamın bile ne olduğunu bilmez haldeydim, hala da öyleyim. Ama ve yine de, insan, sosyal varlık, yazık ki nefes aldığı sürece matah bir şey gibi kendine ‘nasip edilen’ dilin ve tarihi başlatan yazının hakkını vermek istiyor, çığlığını böyle duyurmak istiyor. Böylesi bir çığlık dönemimde işte yaşam denen sürprizli sahne karşıma Genel Yayın Yönetmeni sevgili Faysal Dağlı’yı çıkardı ve sessizliğimde bulduğu keramete inanan Faysal bana burada yazıp yazamayacağımı sordu. Doğrusu ben gazetenin bana göre bu kadar ağır abiler, ağır konular ve acılı hayatlarla dolu olduğunu bilseydim cesaretimi bir kez daha yoklardım, bunu yapmadım. Bu ağır abiler coğrafyasında, akşam evlerinize çekildiğinizde sevgili dostlar, bu ülkede benim gibi insanlar da var demek istedim. Cümlelerimizle çizdiğimiz ve okurun tüm siyasamızı ya da bizi buradan gördüğü değerlendirdiği, aslında mesafeli bir tuhaf ilişki kurduğu bu kelimeler evreninde, tüm dillerde yazılmış sözcüklerle biraz oynamak, kimi dalga geçmek ve kimi de sadece yalnız acılarıma onları da ortak etmek istedim. Burada yazmayı seviyorum çünkü buranın ağırlığı aynı zamanda bana ihtiyaç duyulduğu hissini terk ettirmiyor, uzaklarda tesadüfen eline düşmüş bu gazeteyi okuyan birinin, yazıya kıymet versin ya da vermesin burada bir kadın var ve belki hepimizi düşünüyor duygusuna cılız da olsa kapıldığı hissi bile bana iyi geliyor. Bana iyi geldiği için, buradan çığlıklarım size ulaşıyor sevgili dostlarım -muhtemel, öyle olması gerekir.-

Esas olarak 23 Nisan’da baskıya gireceğini sandığım gazeteye, bu hafta, her meseleyi sadece haftasında ele alma alışkanlığı olan biz kelime tüketicilerinin yaptığı gibi, Ermeni halkına uygulanan soykırımla ilgili bir yazı yazmak istemiştim. 24 Nisan’da sembolleştirdiğimiz soykırım için acılı, şiirsel cümleler yazmaktan çok, yazdığımız cümlelere artık ne kadar yabancılaşıp, üzerimize düşen tek şey bu mu artık bizim diye hepinize sormak istemiştim. Kullanarak tükettiğimiz kelimelerin en başında benim için yüzleşme denen, artık manasından ustalıkla boşalttığımız kelime geliyor. Mütevazi bir biçimde kabul yeterli hepimize, büyük kelimelerle aldığımızı sandığımız o yol var ya, minicik bir patika artık, orayı terk edelim istiyorum. Aldım, okudum kabul ettim diye devam eden bir noter deyimi var, biz soykırımla ilgili her şeyi aldık, okuduk, kabul da ettik diyelim, peki akdimizin gereğini ne zaman yerine getireceğiz. Sözlerimizden başka açacağımız bir yol varsa konuşalım, yoksa bu sahayı hızla terk edelim lütfen artık, daha fazla içini boşaltmadan ve oyalanma alanımıza bu insanların acısını da dahil etmeden. Parti programlarımıza yazalı üç yılı geçti soykırımla ilgili izlenmesini önerdiğimiz politik hattımızı, ne oldu? Bu ülkede siyaset yapmaya aday olmuş partilerin bile, iki Ermeni konuşmacı, üç entellektüel okur-yazarını davet ettiği panellerimizden başka ne yaptık biz ne yapacağız. Yapılan hiçbir şeyi küçümsemiyorum yanlış anlaşılmasın lütfen, ama kitapları yazdık artık, okuduk, okutuyoruz da, ama hala utanmaz siyasetin kürsülerden Ermeni’yi küfür yerine kullandıkları bu ülkede o kürsülere çıkıp ellerinden mikrofonları alma zamanı gelmedi mi? Soruyu kendime de soruyor ve çekiliyorum yeniden. Muhabbetle kalın, okuyun beni, iyi geliyor bana.

Sennur Baybuğa

(BasNews)

Bültene kayıt ol