Bahar…

11.04.2016 - 09:55
Sennur Baybuğa
Haberi paylaş

Eğitim hayatımız boyunca, Atatürk’ün babasının isminden sonra öğrendiğimiz ikinci şey insanın sosyal bir varlık olduğu idi.

Küstahlığımız ve dünyayı paylaştığımız diğer tüm canlılarla kurduğumuz ilişkinin hegomonik bir ilişki olduğunun kabulü üzerine kurulu bu varlık olma meselesi aslında bir yokluk olma meselesi de. Dışımızdaki her şeyi yok ederek, yiyerek, yakarak talanla sürdüğümüz binlerce yıllık tarihimizi güzelleyebilecek araçlara sahibiz, evet bu doğru, ama yanlış yazıyı bulamasaydı insanoğlu tarih başlamaz ve belki de başka türlü ‘söylenirdi’, ama bulmuşuz ve tüm marifetlerimizi çağlar boyu bir sonraki nesile göğsümüzü gere gere aktarmışız. Aktarılanların hakikat olup olmaması bir yana, çağları sonlandıran savaşların bile iki satırda anlatıldığı kitapları okuyan insanoğlu öldürmenin kötü bir şey olduğunu asla düşünmemiş, ders almamış.

Dışarıda gürül gürül akmayan bir dünya, git gide durağan suyun koktuğu ve tuzumuzun da kalmadığı bu zamanlarda, ben de hakkımız olan iyi şeylerin hayalini kurmak istiyorum. Geceleri uyumama ve kendi hayatıma ait büyük bir oda açma arzumun temelinde yatan sebep budur. Yazılanlar, boyananlar ve film karelerinde hayat bulan tüm güzellikler -yine de insan yaratısı- insanların hayatımdan elini eteğini çektiği saatlerde geliyor evimin kapısından içeriye. Ben dışarıdaki gerçekler aleminden yorulmuş bir insanım, evet.

Bu sabah İstanbul’a inerken bir tekne yolculuğunda amcalarımdan birinin ölüm haberini aldım -sağ kalan tek erkek kardeşi miydi babamın? Şu saatlerde belki cenaze merasimi yapıyorlar, gitmedim, cenaze törenleri, düğünler ve doğum günü partileri, görev halini alan ne varsa kimyamı bozuyor, iyi şeyler söyleyecek kadar nazik olmayı başarabilirim belki ama acının hazzı peşimde koşmaya hala alışamadım. Ama ve yine de günümün bir kısmında ölen amcamı düşündüm, hayatı boyunca gölgesi de dahil herkesle kavga etti, hep mutsuzdu, yaşama ve kendi kişisel tarihine karşı barışmadığı ama bir türlü de yüzleşmediği o ağır kendini de yok eden itirazı ile alemin huysuzu olarak yaşadı, mutlu olmuş mudur inadına inadına yaptığı yaşadığı şeylerin arasında bilmiyorum bana öyle gelmedi hiç. İki anneli bir evin kıymetsiz annesinin çocuğu olarak, büyümedi ve öfkesinden hiç kurtulamadı, umarım başka bir dünya vardır ve onun için de mümkündür biraz mutluluk. Hayır, huysuzluk bizde genetik değil, O'nun, kötülük yaparak baş etmeye çalıştığı dünya ile ben daha çok çekilerek ilişki kuruyorum.

Hayatla yaptığımız kavganın ve öldürdüğümüz tüm çocukların kırdığımız tüm ağaç filizlerinin ruhunu iğdiş ettiğimiz tüm gençlerin lanetinin, faillerinin peşini bırakmadığını, hepimizi, kazandığımız o küçük zafer anlarının arasında nasıl bir lanetli mutsuzluğa mahkum ettiğini biliyorum. Biz savaş sandığımız, kimi adına mücadele dediğimiz bu kokuşmuşlar coğrafyasında, aslında ne savaşıp ne mücadele etmekten çok ruhlarımızı ebedi bir lanetin pençesine kaptırmış giden bir sürüyüz.

Burada bir savaş var ama burada hiç savaş yok aslında, bizi sürekli kendine tutsak eden ve elinde lanetli silahlarını taşıyan tüm o ölüm makinalarının aynısı olmamak için, bizi aynısı yapmaya çalışan o salyalı süfli kavgayı da boşa düşürmek zorundayız. Savaşımızın kazanacağı zafer bu münazara dolu yarışta elde edeceğimiz kısa süreli lanetli zaferdir. Ölmeden kurtulmanın yolu mutlaka var, bir gece kapımızı kapatıp içimizdeki cephaneleri, siperleri boya ile hayal ile kapatalım istiyorum. Sabah açmamacasına. Gerisini sabah konuşuruz nasılsa.

Sennur Baybuğa

(BasNews)

Bültene kayıt ol