Bekçi Murtaza, yerli ve milli şefler ve de ayakkabı kutuları

20.03.2016 - 11:44
Şeref Işıldak
Haberi paylaş

Orhan Kemal’in “Bekçi Murtaza” isimli eserini belki bugün genç nesil çok bilmez ama, bizzat “Murtazalarla” çevrili bir ortamda yaşam mücadelesi verdikleri için okusalar eminim çok beğenirler.

Şahsen benim, “Murtazalığı” meslek edinen bu cenahla ilk defa tanışmam Orhan Kemal’in bu kitabını okuyarak değil ama başka kitaplar vesilesi ile olmuştu. 1990’lı yılların hemen başında, Ankara’da Bilkent Üniversitesi’nde düzenlenen bahar festivali –şenliği- etkinliklerinde bir kitap standı açmıştık. Ve ben 2 hafta sürecek bu festival döneminde kitap satacaktım. Kitaplar kampüse götürüldükten sonra; her sabah kampüse gidip standımı açıp, keyifle güne başlayarak hem parasızlık nedeni ile alamadığım kitapları okuyabilmek, hem de kitap okurken para kazanabilmek, harçlığımı çıkarabilmek müthiş güzellikte bir şeydi o zaman benim için. Ankara Tunus caddesinden kalkan servis otobüsleri “nizamiye” denilen kampüs girişlerinde genelde durdurulur, içeriye bir “güvenlik görevlisi” girer ve üstün körü içeri bakar, sonra iner ve bizler de yola devam ederdik. Benzer prosedür hemen yan tarafta ODTÜ’de ve/ya Hacettepe  Üniversitesi’nde de olurdu. (Şimdi nedenini hatırlamıyorum ama Bilkent’de bu nizamiye denetimlerinin daha nadir olduğu aklımda kalmış her nedense.) Velhasılı, ilk 4-5 gün sıkıntısız bir şekilde nizamiyeden geçtim (ilk 5 gün masumdu!), hem kitap sattım hem kitap okudum.  Hafta dolmamıştı ki yine bir sabah nizamiye denetiminde içeriye bu defa herhangi bir güvenlik görevlisinden daha farklı birisi, bir “Murtaza” girmişti, bunu daha sonra anlayacaktım. Tek tek herkesin öğrenci kimliklerini sorup kontrol ediyordu. Üzerimde Bilkent değil, öğrencisi olduğum Hacettepe Üniversitesi’nin kimliği ve bir de Bilkent Üniversitesinde şenlik boyunca stand da kitap satabileceğime dair bir yazılı belge (sanırım şenlik komitesi ya da rektörlükten tam hatırlamıyorum)  vardı ama yine de gerilmiştim. İstikrarlı bir şekilde herkese kimlik soran “Murtaza”, en arkada duran bendenize de ulaştı ve kimliğimin Hacettepe Üniversitesi kimliği olduğunu görünce, sınırda mülteci yakalamış bir muzaffer komutan edasıyla; “sen!! in aşağuya” dedi. Elimdeki diğer izin belgesini uzatayım derken “ in dedüm sana” diye iteleyerek beni zorla otobüsten indirdi. Şimdi tam olarak hatırlamıyorum ama epey bir ağız dalaşı ve tartışma sonrası “iznim var ben kitap satıyorum, beni engelleyemezsin gidip standımı açacağım, bu benim hakkım “ diyerek nizamiyeden içeri doğru yürümeye başladım. Belindeki silahını çekip “ dur dedüm sana” diyerek yeniden bağırdı. Durdum ve baktım... Elinde silahıyla  “görmüsim disiplin almisim terbiye” diye bakan “süzme bir Murtaza”duruyordu. Ürpermiştim ne yalan söyleyim...sadece kitap satmaya çalışan bir öğrenciydim...Şaka gibiydi, ne olduğuna anlam veremiyordum. Veremiyordum, çünkü daha “Bekçi Murtaza” kitabını okumamıştım, karşımdaki zaat ın nasıl bir şey olduğunu anlayamıyordum. Bu bir güvenlik görevlisi olamaz diye hayıflanırken ve de aklımdan binbir türlü soru geçerken, nizamiyeden bir güvenlik görevlisi yanımda bitti, kolumdan tuttu ve kampüsün içinden gelerek Tunus caddesine geri dönen bir otobüse beni iteleyerek bindirdi. Mağlup bir savaş gazisi edası ile tırıs tırıs Meşrutiyet caddesindeki İletişim Kitabevi’ne geri döndüm. Bir solukta olan biteni  (bu stand işini birlikte yaptığımız bana kitap okuma sevgisini ve umudu aşılayan) sevgili dostum Vahdettin’e tane tane anlattım. Turkuaz mavisi gözlerinde derin bir gülümseme ile sakince beni dinledi ve sonra; “sen Orhan Kemal’in Bekçi Murtaza” kitabını okumamışsın galiba? “ dedi. “Hayır okumadım, hatta hiç Orhan Kemal okumadım, o kim?” diye sordum. Raftaki kitaplar arasından bir kitabı çekti aldı ve bana verdi.  “Oku o zaman, büyük tehlike atlatmışsın, çok tehlikelidir Murtazalar, görev aşkı ile kendi çocuğunu bile öldürebilen bir türdür, dikkatli olmalısın, Murtazaları mutlaka tanımalısın” dedi.  

Bir solukta okudum kitabı. Okumak isteyenlerin şevkini kırmama adına bir iki kelam ile ifade etmek gerekirse; kitapta Balkan savaşı kahramanlarından muhacir Kolağası Hasan Bey’in Adana’ya göçmüş olan torunu (yada yiğeniydi tam hatırlamıyorum) Murtaza’nın hayatı anlatılır. Bekçi Murtaza, egemen sınıfın bağnaz bir savunucusudur. Despot, sabit fikirli, önyargılı, anlayışsız, inatçı kişilik nitelikleri ile kendince sınırlarını çizdiği dünyayı yaratabilmek için çabalar durur. Onun doğruları, değerleri bugünün yozlaşan düzenine karşı geçmişin özlemine yaslanır. Trajik ve de komik bir karakter olarak Murtaza; dünyayı hoşgörüsüz, tek boyutlu bir pencereden bakarak anlamlandırmaya çalışır, herkesin de bu şekilde anlaması gerektiğini düşünür. Bütün gayesi insanları kendine benzetmek, değiştirmek; kendince doğru olana dönüştürmeye kilitlenmiştir. Murtaza bir mahallede bekçidir, alenen ifade etmese de bütün hareketleri ile Murtaza, bir mahallede bekçi olmanın aslında devlet olmak anlamına geldiğine kendisini inandırmıştır . Düzenin ve nizamın sorumlusudur, Bekçi Murtaza“içine devlet kaçmış adamdır”.  Mahallelinin şikayetleri sonrası görevden alınan Murtaza daha sonra, yine aynı mahallede bulunan ve kendi çocuklarının da çalıştığı bir fabrikada bekçilik yapmaya başlar. Kraldan kralcı, patrondan patron, devletten devletçidir, hastalıklı bir ruh haline sahiptir, görev aşkı ve yetki sahibi olmak onu bir tür meczuba çevirmiştir. Arada sırada ayna karşısına geçer ve kendi kendisine konuşur; “Vazife her bir şeyden mukaddestir, almisim disiplin görmüsem terbiye” der. Bu askeri disiplin ona büyüklerinden kalma bir tür vasiyet gibidir. Ama Murtaza’nın en belirgin özelliği, yetki delisi olması, ne oldum delisi olması, ona verilen rütbe ve iktidar konumu nedeni ile zıvanadan çıkarak bir tür meczuba dönüşmüş olmasıdır. Velhasılı; kitabı da okuduktan sonra farkettim ki, aslında  tüm yaşantımız çepeçevre irili ufaklı bu tür Murtazalarla doluydu. İnanılması güçtü ama onlar fiiliyatta, kendilerinde asla olamaz diye düşündüğümüz yetki ve güçlerle donatılmıştı. Mesela, ağır bir ameliyattan çıkmış bir aile dostunuzu ya da yakınınızı yoğun bakımda da olsa uzaktan görmek istersiniz, ancak hastanenin başhekimini de tanısanız, profösör-uzman doktor vs. tanıdıklarınız da olsa bu ziyareti gerçekleştiremezsiniz, “mümkünü yoktur” sanırsınız.  Ancak o hastanede  (bekçi/ odacı/memur vs.) bir  “Murtaza” tanıdığınız varsa, bu gayette mümkündür. Yeter ki “kupon ziyaretler” için önce  Murtaza ile temas kurulsun ve gerekli komisyon ile izin alınsın. 1965 yılında Müşfik Kenter’in başrol aldığı filminin de yapıldığı* bu eser, bugün başımıza bela olan  “Baş Murtaza”’yı, onun “Murtazalar ordusu”nu ve de onun toplumun iliklerine kadar işlemiş olan uzantılarını anlamak açısından oldukça faydalı bir eserdir, okumanızı tavsiye ederim.

Bugün;  başta görsel-yazılı basın kuruluşları ve  (meclis dahil olmak üzere) kamu kuruluşları ile etrafımız çepeçevre bu “Murtazalarla” kuşatma altına alınmış durumdadır. Onlar ki; üstlerine vazife olmayan her konuda her zaman konuşma, asma, kesme, biçme yetkisini kendilerine haiz ve zimmetli bir görev olarak bellemişlerdir. Onlar ki; şimdiden AB’den tırtıklayacakları 6 milyar euro yu dolduracak ayakkabı kutularının derdine -telaşına düşmüşlerdir.  Karanlıktırlar, cahildirler, kapkara cahildirler ama burunlarından kıl aldırmazlar. Hırsızdırlar, ama arsızlıkta üstlerine yoktur, hatta öyle ki belki utanırlar diyerek yüzlerine tükürseniz  gülümseyerek “yarabbi şükür” derler. İnsanların ölüm/kalım mücadelesini “Kayseri usulü pazarlık” konusu yaptıklarını öğünerek anlatmayı beceri sanarlar. Tanklarla-toplarla sivil yerleşim birimlerini yakan yıkan, çoluk çocuk ayırd etmeksizin öldüren ırkçı-faşist personellerinin sırtını sıvazlamaktan ve ortada onlarca sivil cenaze varken “tek bir sivil dahi ölmedi” demekten utanmazlar. Onlar ki, tuvalete dahi zırhlı araçlarıyla giderken bizlere “teröre alışın” nakaratı ile akıl vermeye kalkarlar. Çünkü onlar, bu devletin tek resmi ideolojisi “türk-islam sentezini”kendilerine rehber edinmiş olan  yeni, milli ve yerli ergenekonculardır.

İşte bu cenaha karşı bizlere düşen, barışın sesini haykırmaya devam etmek olmalıdır. “Alışmayacağız ne devletinizin terörüne ne sivilleri hedef alan diğer terör saldırılarına, ne savaşa ne de Kuzey Kürdistan bölgesinde çoluk çocuk herkesi hedef alan katliamlarınıza sessiz kalmayacağız.” demektir. Murtazalar ordusunun kurmak istediği korku imparatorluğuna karşı ısrarla barışın sesi olmaktır.

Durup iki dakika Irak’a, Suriye’ye, Ukrayna gibi savaşın yaşandığı bölgelere bakın. Savaş, silah tüccarları ve onların ortakları dışında herkes için kötüdür. Onlar para kazanır, ayakkabı kutularını doldururlar, sermayelerine sermaye katarlar öte yanda  insanlar ölür. Kısacası; mutlu, aydınlık ve huzurlu bir gelecek için barış istemekten başka bir şansımız yoktur.

S. Şeref Işıldak

https://www.youtube.com/watch?v=ZmH2J75GinI

Bültene kayıt ol