Yağmur damlaları birleşince sel olur

28.02.2016 - 15:11
Şeref Işıldak
Haberi paylaş

Cerattepe’de AKP iktidarına geri adım attırılması kuşkusuz bir kazanımdır. “MİT TIR'ları” denilen tırlarla Suriye’ye silah ticareti/kaçakçılığı yapıldığı haberini yayınladıkları için Silivri’ye atılan Can Dündar ve Erdem Gül’ün cezaevinden çıkmaları kuşkusuz sevindiricidir. "Haber Nöbeti" ekibi ile Kuzey Kürdistan’da yaşanananları Türkiye’nin batısına duyurmaya çalışan gazetecilerin çabası umut vericidir. Sur’daki sivillerin Cizre’de katledilen sivillerin akıbetine uğramaması için sanatçı-aydın kesimlerin ve sivil toplum kuruluşlarının duyarlılığı da olumludur elbette.

Ülkede AKP-Saray- Ergenekon ittifakı ile kurulan iktidar bloğunun bu tür direnişler karşısında yer yer sarsılması açıktır ki, devlet denilen bu ceberrut örgütlenmeyi bazı konularda geri adım atıyormuş görüntüsü vererek dağınık olan bu direniş odaklarının birleşme ihtimalinin önüne geçmek isteğinden kaynaklıdır. İktidarda büyük bir korku ve panik yaşanmaktadır. Korkuyorlar. Bugün iktidara karşı çıkanlar ya terörist/bölücü, ya paralel/vatan haini, ya da Gezici olarak damgalanıyor. Cizre/Silopi/Sur ve diğer Kürt il ve ilçelerinde yaşananlar terörizm ile, 17-25 aralık hırsızlık ve yolsuzluk operasyonlarını konuşanlar-yazanlar  “MİT TIR'ları” denilen tırlarla yapılan silah kaçakçılığından bahsedenler paralel/vatan haini olmakla, Cerattepe’de olduğu gibi doğasına sahip çıkanlar da Gezici/ Yavru Geziciler gibi suçlamalarla karşı karşıya kalıyor.

Cerattepe direnişi kuşkusuz bir kazanım elde etmiştir ancak henüz Gezi’deki gibi kalıcı bir zaferden bahsetmek mümkün değildir. Can Dündar ve Erdem Gül'ün hiçbir hukuki dayanağı olmadığı halde saçma sapan düzmece bir yargılama ile zaten cezaevine atılmaları zaten bir suçtur, tıpkı Baransu gibi ve/ya “MİT TIR'ları” nın durdurulması kararını aldıkları için hapse atılan ve vatan hainliği ile suçlanan savcılar gibi. 17-25 Aralık dan sonra; yarım yamalak da olsa var sanılan hak-hukuk-adalet ve demokrasinin yerinde yeller estiği, koca koca cüppelere sarılı onca sene eğitim öğretim almış savcıların/hakimlerin pısırık, korkak ve ödlek birer iktidar maşası oldukları, güç kimdeyse ona biat ettikleri açık ve net bir şekilde ortaya çıktı.

Başta Cizre şahsında iktidarın sivillere karşı işlediği savaş suçları bu devletin çıplak yüzünü bir kez daha gözler önüne serdi. Türkiye’de çıkan tek Kürtçe gazete olan Azadîya Welat gazetesinin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Rohat Aktaş’ın parçalanmış da olsa cesedi değil, geriye kalan KÜLLERİ verildi ailesine. DBP’nin verilerine göre Cizre’de katledilen 178 kişinin çoğu yanarak parçalanarak can vermiş ve vücut bütünlükleri dağılmış durumda ve 101 kişinin kimliği ise tespit edilemeyecek halde.

Dündar ve Gül’ün serbest bırakılması sonrası “Ankara’da hakimler de varmış” denilen AYM, Cizre’de sivillerin ölmemesi için “yaşam hakkını ihlale karşı tedbir talebini” 26 Ocak 2016 da OYBİRLİĞİ ile reddederek, esasen Azadiya Welat gazetesinin emektarı, meslektaşımız Rohat Aktaş’ın KÜLLERİNİ ailesine gönderme kararı almıştır. Gül ve Dündar’ın serbest bırakılmasının ardından iki senedir beklettiği Roboski’li ailelerin bireysel başvurusunu “evrakda eksiklik” gerekçesi ile reddeden de aynı AYM’dir. İstikrarlı bir şekilde barışın sesini duyurmaya çalışan İMC TV’nin yayınının karartılması talebini Türksat’a emreden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığındaki cüppeliler, AYM’deki cüppelilerle aynı kafadadır.

Yaygın olarak genelde CHP’lilerin dilinden düşmeyen “ nerde bu devlet aklı” denilen akıl devrededir tam da bugün. Senelerce yaptıkları en iyi şey, mücadeleler arasındaki birliği engellemek toplumu ayrıştırmak, bölmek ve yönetmek. O “devlet aklı”; duruma ve döneme göre; bazen Türk-Kürt, kimi zaman alevi-sünni, veya Gezici/paralelci Erdoğan’cı, ya da laik-müslüman olarak ayrıştırıp bölerek toplumsal mücadelelerin birleşmesisni engelleyerek hegomonya kuruyor. AKP-Saray-Ergenekon ittifakından oluşan koalisyondaki yılların deneyimine sahip olan “devlet aklının” artık daha da ön plana çıkarak Kürtlere karşı savaş ve şiddeti tırmandırma planını hayata geçirdiği gözüküyor.

Dışarda Stratejik derinliğin dibini gören ve NATO’yu arkasına alıp Suriye’ye girme hayalleri taşıyan iktidar, içerde de birçok cephede birden savaşı devam ettiremeyeceğinin ayırdına varmış gözüküyor ve korkuyor. Cerattepe’de “hukuki sürecin sonuna kadar” (sanki ortada hak hukuk kalmış gibi) çalışmaların durdurulacağının açıklanması, ya da Erdem Gül ve Can Dündar’ın serbest bırakılmaları bir yanıyla iktidara geri adım attıran kazanımlarken, öte yandan bu iktidar koalisyonunun; toplumun ana gövdesini Kürtlere karşı sürdürülen savaşın arkasında toplamak amacı ile terörist-bölücü-vatan haini söylemini daha da öne çıkaracak gözüküyor. Böylesi bir çabanın/girişimin karşısında Artvin’den Cizre’ye, Ankara’dan Amed’e bir mücadele birliği/ köprüsü kurulmalıdır. Bütün direniş ve mücadele odaklarını barış eksenli kitlesel bir mücadele hattında bir araya getirmek için çalışmalıyız.

Yazıyı 1893 yılında İstanbul’da doğan ve 1951 yılnda Şam’da hayata gözlerini yuman Kürt şair, yazar ve gazeteci Celadet Ali Bedirxan’ın Kürtlerin birliğine ilişkin ifade ettiği bir sözünü mevcut durumumuza uyarlayarak bitireyim*. Birbirinden ayrı duran mücadele/direniş odakları yağmur damlaları gibidirler, tek tek yutulurlar. Eğer birleşirlerse bir sele dönüşürler, coşkun bir sele. ”.

S. Şeref Işıldak

”Kurd ji hev cûda dilopên baranê ne, cihê cihê têne doqûrtandin. Ko gîhane hev dibin lehî, lehîke boş. Tu kes, tu tişt li bir qan nikare bisekine”. (Birbirinden ayrı duran Kürtler, yağmur damlaları gibidirler, tek tek yutulurlar. Eğer birleşirlerse bir sele dönüşürler, coşkun bir sele.) 

Bültene kayıt ol