Savaşta “kendi” vatandaşlarını geri çağırmak

22.12.2015 - 15:21
Ferhat Kentel
Haberi paylaş

İçeride ve dışarıda savaş tamtamlarını en ahenkli çalanlardan biri olan yazar Küçük, FETÖ’ye karşı AKP ile aynı dalga boyutunda olduğunu, “programının” (“görevinin” diye de okuyabilirsiniz) da bizzat bu mücadele üzerine olduğunu beyan eden Perinçek ile devlet katında hemhal olmuşlar.

Dünya hali bu... Neden olmasın?

Mesela, düne kadar, “milli çıkarlarımız” için, “öldürmeyi çok iyi bilen kahrolası İsrail”e karşı Ortadoğu Müslüman ülkelerinin hamiliğine soyunan Türk siyaseti, bugün, düne kadar ahbap ve kardeş olduğu Esad efendiyle, “milli çıkarlarımız” gereği köprüleri attı.

Suriye ile aramız bozulunca, düne kadar ahbap olduğumuz, “AB olmazsa başka alternatiflerimiz” arasında yer alan ve “milli çıkarlarımız” gereği yeni “kardeşimiz” Putin efendi ile de aramız bozulmuş oldu.

Rusya ile aramız bozulduğu için, Mavi Marmara yolcularının katili İsrail’le, bugün “milli çıkarlarımız” gereği, “Orta Doğu’nun Türkiye – İsrail yakınlaşmasına duyduğu ihtiyaca” binaen, yeniden ahbap olmak üzereyiz...

Bu döngünün içindeki herhangi bir aşamada ters bir şeyler söylemek “vatan hainliği”dir. Karar verenler dün söylediklerini bugün, bugün söylediklerini yarın “milli çıkarlar gereği” değiştirebilirler; onlarınki hainlik sayılmaz.

Çünkü Olimpos’ta oturan tanrıcıklara göre, dünyada ve memleketimizde bir savaş mevcuttur ve savaş koşullarında fâni yaratıklara söz düşmez.

Sadece beklemeliyiz; ileride birileri yendiği (ya da yenildiği zaman) biz de yenmiş (ya da yenilmiş) olacağız.

İçeride ise, birileri istedikleri kadar “savaş” kelimesi yerine, “hainleri cezalandırma” ya da “bir ulusun özgürlük mücadelesi” gibi isimler taksınlar; fiilen yaşanan durumun yarattığı psikoloji “savaş”a dairdir.

Çünkü, görebildiğimiz manzaralar; top atışlarıyla delik deşik olmuş duvarlar, kömür olmuş evler ve camiler “savaş manzarasıdır”.

Kurtuluş Zeydan’ın belgeseline verdiği ismi ödünç alalım: “gönlümün sağ alt köşesi” ya da “memleketin sağ alt köşesi” yanıyor, kanıyor. Acımasız bir savaş diliyle...

Memleket topraklarının bir kısmı ablukaya alınıyor. Ablukanın arkasında, içeride, “ulusal” mücadele verdiğini söyleyenler “hendek savaşı” verirken, o topraklar hakkında hemen hemen hiçbir şey anlamamış olan ve “Osmanlı Ocakları” plakalarıyla donanmış jipleriyle ellerini kollarını sallayarak ablukadaki şehirlere girenlerin desteklediği dışarıdakiler tank savaşı yürütüyorlar...

Muhtemelen dışarıdakiler “yenerler”; çünkü içeridekilerin tankları falan yok. Yani savaş teknolojileri bakımından eşitsiz bir durum var ve bir gün, tepedeki komutanların, savaş şeflerinin de dediği gibi, tank şoförleri içeridekileri kazdıkları hendeklere gömebilirler.

Sonra ne olur? Ne olabileceğini iyi tahmin edenler vardır ama gene de şimdiden görmek çok zor olmasa gerek...

Sadece şu ipucu: Diyarbakır’da yaşlı bir kadın “Burası Kürdistan ne istiyorsunuz? Yolda yürüyemeyecek miyiz?” diye bağırıyor. Dışarıdakiler, dışarıdan bakanlar muhtemelen bilmiyorlardır; merkezinde yaşlı bir kadının olduğu böyle bir sahneyi bundan 10 yıl önce görmek mümkün değildi.  

Yani, gönlümün sağ alt köşesinde başka bir aşamaya geçtik...

Silopi ve Cizre’de öğretmenler izne yollanmış. Bu uygulama Fransa’nın ya da başka bir ülkenin, çatışmaların olduğu bir Afrika ülkesinden kendi vatandaşlarını geriye çağırmasına benziyor. Dikkat edelim; o şehirlerde yaşayan herkesi değil; sadece kendi vatandaşlarını geri çağırıyor.

Geride kalan vatandaşlar kimin vatandaşı?

Gönlümüzün sol tarafı, üst, sağ orta tarafları, köşeleri falan sessizce seyrediyor. Canı acımıyormuş gibi...

Halbuki insanın sağ ayak parmağı bile ağrıdığında, vücudun diğer tarafları hiçbir şey olmamış gibi davranamaz değil mi? Diğer taraflar da ağrır, acır...

Peki gönlümün sağ alt köşesi can acısıyla kıvranırken, diğer taraflar acıdan kıvranmıyorsa, o sağ alt köşenin artık aynı bütünün parçası olmadığı anlamına gelebilir mi acaba?

Ferhat Kentel

[email protected]

(Basnews)

Bültene kayıt ol