Cizre’de silah sesleri

12.01.2015 - 12:58
Mehmet Sezgin
Haberi paylaş

Bugünlerde herkes Paris’teki “öbür” katliamla ilgileniyor ve insan haklarının ana vatanında böyle olayların kabul edilemez olduğunu söylüyor. İnsan haklarının anavatanında Kürt kadınlarını öldürmek kabul edilebilirmiş gibi… Kimileri İslam’ın sonunun geldiğinden, daha eğlenceli kimileri de Charlie Hebdo katliamıyla asıl saldırının İslam’a yapıldığından söz ediyor. Vuran ve vurulan hep aynı onlara göre, İslam.

Ama benim aklımda hâlâ Cizre var. Biraz daha Cizre’yi yazmak, hatırlamak, havalar ve süreçler ne olursa olsun Cizre’nin devletin değişmeyen yüzünden, bu gözdağı rejiminden ve topluma karşı sürekli savaş halinden bahsetmek gerekiyor. “Sokağa çıkma yasağı” yıllarında sokaklarında oynadığım, Dicle nehrinde, Qasrik boğazında ve çar kendal’da çocukluğumun geçtiği Cizre’den. Cizîra Botan halkı Berivan’ larla birlikte başlayan kavganın hep içindeydi. Yerli halkın yanı sıra bizler gibi memur çocuklarının birçoğu bu gündelik isyan havasını soluyor, devletin -TRT’nin söylediğinin aksine- haksız ve zalim, hevallerin ‘bizden yana’ olduklarını sürekli birbirine aktarıyordu. İşkencede 16 yaşında katledilen Bişeng Anık taptaze bir mesaj bırakmıştı gençlere ve halka. O yüzden de Ünal Erkan’lara, Cemal Temizöz’lere, Ramazan Hoca lakaplı işkenceci katil polislere rağmen, Cizre boyun eğmedi devlet baskısına.

Neler yapılmadı ki boyun eğdirmek için? Her gece sabaha kadar çatışma süsü verilerek rastgele halka ait ev ve işyerlerine havanlı, roketli ateş açılmasından bitmek bilmeyen sokağa çıkma yasaklarına, sokak ortasında işlenen cinayetlere kadar yığınla fenalık yapıldı halka. Halkın ‘şeytanok’ dediği Hizbullah çetecilerinin Batman, Diyarbakır ve Silvan’dan önce Cizre’de karargâh kurmak istediğini ve bir türlü etkili olamadığını biliyoruz. Eğer şimdilerde adına “seçimlere hazırlık” denilen “faaliyetlerinde” etkili olabilselerdi, tıpkı Batman’daki gibi her gün polis kontrolünde insan öldürecek, toplumu kan ve terörle baskı altına alacaklardı.

Cizre halkı bu peştemallı katillere fırsat vermedi. Onun yerine katillerin gerçek sahibi devlet vardı Cizre’de. Alman yapımı BTR-60 panzerleri (heyşt tekel),ırkçı marşlar ve siren sesleriyle her an toplumu taciz etmesi, sokak ortasında bir polisin halkı azarlaması, söz gelimi kadınların yaygın olarak giydiği siyah çarşafların çarşı ya da pazar yerinde yakalanan kadınların üzerinden “teröristler saklanıyor” diyerek yırtılması, ya da birden bire pazardaki kalabalığa ateş açması, hiçbir sebep göstermeden halktan insanların tartaklanması, ya da bir gencin yaka paça Toros marka beyaz araca bindirip götürülmesi işten bile değildi…

Devlet Türkiye’deki bilinen tüm teamüllerinin dışına çıkarak çok suç işledi Cizre’de. Bu günlerde barışı konuşmaya başlarken, Cizre’deki diken üstü durumun bir türlü sona ermemesi ve halkın geliştirdiği hendek kazma gibi ‘önleyici’ tedbirler toplumla devlet arasındaki bu arbedenin süreceğini gösteriyor. En son Ümit Kurt isimli bir Kürt gencinin vurularak öldürülmesi halkı infiale sürüklemeye yönelik çirkin bir devlet provokasyonudur. Sürekli Yüksekova, Lice, Varto (6-8 Ekim olaylarında) ve Cizre gibi Kürt özgürlük mücadelesini en zor yıllarda bile sahiplenen yerlerde yaşayan halka yönelik sistematik provokasyon ve birer ikişer olacak şekilde özelde gençlere yönelik katliam, halkın infiale kapılarak örgütlü hareketini bozmayı ve Türk devletiyle Kürt tarafı arasında bin bir çaba ve emekle oluşan bu zorlu ‘aşamayı’ yıkmayı hedeflemektedir.

Başka bir deyişle, sürecin kalbi Cizre’de atmaktadır. Yine Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2010’da Cizre KCK davasından tutuklanan 16 siyasetçiye verilen ‘cezayı’ onaması karşısında, halkın ‘sonunda çözüm geliyor!’ diyerek sokaklara çıkıp halay çekmesini beklemiyorsunuz herhalde… Eğer ortada bir müzakere ve anlaşma temayülü olsaydı, halkın zombiler gibi gördüğü ve nefret ettiği Hizbul vahşet, Şeytanok, Hizbul-kontra gibi pek çok ismi bulunan bu şebeke, onca acı ve zorluğun ardından yeniden Cizre halkının karşısına çıkarılmazdı. Cizre halkı bu kullanımlık yapıyı da, devleti de çok iyi tanıyor çünkü.

Devlet olan biteni tıpkı 1990’larda yaptığı gibi toplumun geri kalanından gizlemeyi tercih ediyor. Kobanê’de, Lice’de, Varto, Amed, Yüksekova ve Cizre’de çözüm süreci yürümüyor. Gençlerin sıklıkla kurşunlanarak öldürüldüğü bir coğrafyada hiçbir sorun çözülmez. Normal hayat toplumdan gittikçe uzaklaşır ve insanlar ölümlerle yatıp kalkar. Böylece herkes gergin, güvensiz ve ‘tedbirli’ davranmak zorunda kalır. Oysa asıl olan derhal barış ve çözüm tedbirlerinin geliştirilmesidir. Artık bu kadar fenalıktan sonra boyun eğdirilemeyen Cizre halkına kulak vererek bir yerden başlanabilir.

Mehmet Sezgin, Demokratik Modernite dergisi editörü

Bültene kayıt ol