Türkiye-Avrupa Birliği mülteci pazarlığı

19.10.2015 - 13:35
Memet Uludağ
Haberi paylaş

Avrupa devletlerinin mülteci krizi konusunda ortaya koyduğu politikalar ve egemen siyaset ırkçı bir zemin üzerinde gelişiyor. Avrupa’da ırkçılık marjinal ve teorik bir sorun değil. Irkçılığın geliştiği her yerde sağ siyasi hareketler de büyüyor. Kendi halkına yıllardır ekonomik terörizm uygulayan sağ partiler göçmen ve mülteci karşıtlığından, İslamofobiye kadar uzanan ırkçılığı siyasi propogandalarının merkezine koymuş durumdalar.

Irkçılığın geliştiği ortamlar faşist hareketleri besliyor. Faşist hareketlerin yükseldiği ülkelerde göçmenlere, azınlıklara saldırılar artıyor. Güncel mülteci siyasetinin ırkçılığından Avrupa’da yaşayan göçmenlerin güvenliğine uzanan bir yol var. 15 Ekim’de ‘mülteci krizi’ gündemi ile toplanan Avrupa Birliği (AB) liderler zirvesinde Türkiye ile varılan anlaşma bu mülteci düşmanı-resmi ırkçılığın anlaşmasıdır ve bu tehlikeli yolun taşlarını döşemektedir.
 
Mülteciler konusunda AB ırkçı siyaseti ne kadar yol katederse, bunun yansımaları hem yerli hem de göçmen Avrupa  halklarına o derece derin bir etki edecektir. Daha da uzun vadede bu süreç Türkiye’de milliyetçi ve ırkçılara ilham kaynağı olacaktır. Avrupa’nın işçi sınıflarını bölmeyi hedefleyen mülteci-karşıtı ırkçılık Türkiye’de yaratacağı sonuçlarla benzer etkiler gösterecektir.
 
...

15 Ekim’de ‘mülteci krizi’ gündemi ile toplanan AB liderler zirvesinde Türkiye ile bazı konularda anlaşmalara varıldı.

AB Konsey Başkanı Donald Tusk yapılan görüşmeleri ve üzerinde anlaşılan konuları "Siz (Türkiye) bize (AB) yardım edin, biz de size" diye özetlemiş.

Türkiye ve Avrupa medyasına göre kıran kırana bir pazarlık edilmiş,  zor geçen görüşmelerden her iki taraf için de olumlu sonuçlar çıkmış, ve - yaşasın! - anlaşma gereği Türkiye vatandaşlarına AB vizelerinin kaldırılması süreci hızlandırılacak, mültecilere mali yardımlar yapılacak ve AB'ye üyelik yolunda yeni fasıllar açılacakmış.

Kısa bir süre önce 3 yaşındaki Aylan Kurdi'nin sahile vurmuş cesedine ağlayan Avrupa liderleri, sayfalarında boy boy fotoğraflarla ‘insanlık dramı’ diye başlıklar atan Avrupa’nın ticari medyası, geçen ay AB'nin güçlü ve zengin ülkelerinin şimdiye kadar yalnızca 130 bin dolayında Suriyeli mülteciyi kabul ettiğini söyleyip AB ve Birleşmiş Milletler’i (BM) eleştiren Cumhurbaşkanı ve varılan bu yeni anlaşmanın müjdecisi Türk medyası ya bazı şeyleri unutmuşlar ya da biz hafızasız sanıyorlar.

Son zirvede alınan kararlar Türkiye’nin AB ile 2 yıl önce imzaladığı Geri Kabul Anlaşması’nın (GKA) yeni bir evresidir. GKA’nın aslı astarı Türkiye vatandaşlarına kolay vize/vizesiz seyahat uygulanması karşılığı Türkiye’nin AB’den sınır dışı edilen mültecileri almasıdır. GKA, Türkiye’de AB seyahati umudu yaratılarak aslen mültecilerin yaşamları üzerinden yapılan bir ‘insan ticareti’ anlaşmasıdır.

Mültecilere mali yardım’ ile bahsedilen şey, anlaşma gereği mültecilerin AB’ye gidişine engel olacak ve Avrupa’dan geri gönderilenleri kabul edecek Türkiye’nin sınır jandarmalığı masraflarını karşılayacak olan paradır. Görüşmeler çerçevesinde Türkiye’ye 3 milyar Euro civarında mali yardım yapılması gündemde. Bu para ne mültecilerin yaşamlarını iyileştirecek ne de Türkiye’de fakirlerin yararına kullanılacak.

Avrupa mültecileri korumak için harcamadığını parayı Türkiye'nin sınırları kapatma ve AB'nin sınırlarını koruma gibi hizmetlerini satın almak için kullanacaktır.

GKA ve son zirvede alınan kararlar AB’nin mülteciler konusunda tüm insani, siyasi ve tarihsel sorumluluğunu taşerona devretmesidir.

AB, son 15 yılda, Afganistan, Pakistan, Irak, Mali, Libya'da askeri müdahaleler ile doğrudan; Filistin ve Yemen'de destek verdikleri İsrail ve Suudi Arabistan üzerinden dolaylı olarak; Suriye’de bölgedeki ‘Batı dostu’ despotik rejimler üzerinden müdahaleler ve bombalamalarla; Afrika’nın çeşitli ülkelerinde baskıcı rejim ve çatışmalara sağladıkları silahlar ve dayattıkları vahşi ekonomik koşullarla 15 milyondan fazla mülteci yaratan dünyanın en zengin kıtasıdır.

AB ve NATO ülkeleri, kendileri sorunun bir parçasıyken, savaş kurbanı mültecileri ‘düşman’, kendilerini de mülteci krizinin ‘kurbanı’ olarak ilan etmiştir. Bütün mülteci politikaları ırkçılıkla yoğrulmuş bu kurbanlık propogandası üzerinden yürümektedir.

Türkiye, mültecilerle ilgili tek derdi sınırlarını kapatmak ve Avrupa halklarının mültecilerle dayanışma ve destek taleplerine karşılık olarak kabul edecekleri 120.000 kişi hariç tüm mültecileri sınır dışı etmek olan AB'nin bu insanlık dışı umursamazlığı, vicdansızlığı, ırkçılığı ve inkarlarına ortak olmuştur.

Yıllardır ciddi bir ilerleme göstermeyen Türkiye-AB üyelik süreci, bir anda, iştahları kabartırcasına, tüm mevcut sorun ve açmazların üstü yapay bir şekide örtülerek ve mülteci çocukların ölü bedenleri umursanmadan bu pazarlıkta Türkiye'ye sunulan bir havuç olmuştur.

Zenginler kulübü AB’nin kendi içinde çatladığı bir dönemde, Türkiye’nin üyeliğini durma noktasına getiren nedenler halen ortadadır.

Türkiye'ye vaadedilen kolay vize, ya da vizesiz seyahat imkanı mide bulandırıcı bir kurnazlıkla, mülteciler üzerinde oynanan siyasi bir oyuna dönüşmüştür. Sanki sınırlar toptan açılıyormuşcasına verilen bu müjde işadamları ve turizme yönelik bir girişimdir ve asıl sorun olan mültecilerin yaşadığı insanlıkdışı koşulları iyileştirmeye hiç bir etkisi olmayacaktır. Bu, Aylan Kurdi’nin sahile vurmuş cesedi ve daha yüzlerce çocuk ölüsü üzerinden oynanan bir oyundur.

Kendi göçmeni Suriye’li mültecilere nefret kusan kimi medyanın ‘’Avrupa yolcusu kalmasın’’ manşetlerinin ikiyüzlüğünden başka bir şey değildir bu.

Bu anlaşma, tüm halkların serbest ve özgürce seyahat edeceği bir dünyanın değil, parası olanların ve başkalarının yaşadığı zulümler üzerinden ayrıcalık kazanma hesabına girenlerin ruhsuz dünyasının işbirliğidir.

Bu uygulama, zenginin zaten serbestçe dolaştığı bu dünyada Türkiyeli vicdanlı fakirlere, mültecilere yapılacak yeni zulümlerin daha kolay kabul ettirilmesi için planlanan bir kandırmadır. Yunanistan’ın Kos adasına giderseniz, Türkiye dahil, dünyanın her yerinden lüks yatların demirlediği limana uğramayı unutmayın. ‘Yasadışı-kaçak’ mülteci çocukların barındığı sokakların az ötesindedir yat limanı.

Mülteciler kaçmak zorunda oldukları için ve gitmekten başka çareleri kalmadığı için Avrupa'ya gidiyorlar. Türkiye'de Cenevre Sözleşmesi gereği mültecilik hakları tanınmadığı, koşulları giderek kötüleştiği ve geri dönüş umutları kalmadığı için ölüm tekneleriyle, yeni bir yaşam kurma umuduyla Avrupa'ya gidiyorlar.

AB ve Türkiye, sınırları kapatarak insan tacirlerinin ekmeğine yağ sürüyor.

"Kara daha güvenli olsaydı çoçuklarımızı şişme botlarla denizin ve insan kaçakçılarının insafına bırakmazdık" diyen mülteciler daha tehlikeli, daha pahalı yolculukları deneyeceklerdir. Tek seçenekleri savaş-açlık veya umut ise elbette umuda yolculuklarından vazgeçmeyeceklerdir. Nasıl ki Akdeniz’de geçişleri zorlaşan mülteciler Ege’ye yöneldilerse, Türkiye-AB sınırları kapatılırsa yaşama umudu onları başka, belki de daha ölümcül yollara zorlayacaktır. Yüzlerce Aylan Kurdí ölmeye devam edecektir.

Filistin ve mülteciler üzerinden ‘’Müslüman kardeşlerimiz’’, ‘’mülteci kardeşlerimiz’’ söylemleri yapmak kolaydır. Bugün senin anlaştığın AB’nin milyonlarca Filistinliyi mülteci haline getiren İsrail ile göbek bağı vardır. Bu gidişle Gazze 2020’de insanların yaşamasının imkansız hale geleceği bir yer olacak. Bu, yarısı çocuk, 2 milyon mülteci demektir. AB ile yapılan anlaşma ile Gazze’de sağ kalabilenler AB yollarında ölüme ya da sınırdışına mahkum edilecektir.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Madde 14/1 "Herkes zulüm karşısında başka memleketlerden mülteci olarak kabulü talep etmek ve memleketler tarafından mülteci muamelesi görmek hakkına haizdir" der.

Bu nasıl kardeşliktir ki, lafa gelince mangalda kül bırakmayacaksın, işe gelince AB'nin kimisi ırkçı, Müslüman düşmanı devlet adamlarının ve siyasetçilerinin övgüsünü alarak, mültecilerin bu haklarının yok sayılmasına ortak olacaksın?

Bu nasıl kardeşliktir ki, Almanya'nın sosyalistleri, İrlanda'nın Katolik rahipleri, Danimarka'nın ırkçılık karşıtı sıradan insanları mülteci düşmanlığına, İslamofobiye karşı kendi devletlerine "sınırları açın, mülteciler gelsin!" deyip evlerinde mültecileri barındırmak için kampanyalar yaparken sen AB'nin ırkçı, mülteci düşmanı politikalarının ortağı olacaksın?

Dünya Beş'ten Büyüktür!... Ne güzel bir laf. Hadi madem öyle bundan esinlenerek biz de şöyle bir uyarlama yapalım:

Dünya (28+1)’den de büyüktür.  ‘’(AB) üyesi (28) ülkenin... dünya gerçekleri ile bağdaşmayacak bir şekilde (İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi)’ni etkisiz hale getirmesi küresel vicdanın kabul edeceği bir durum değildir. Tüm alınan kararlar, bakıyorsunuz bir (bloğun) iki dudağı arasındadır. Eğer hayır derse hayır, evet derse o zaman icraata geçilebiliyor. (Ege ve Akdenizde) sadece bir kaç (yıl) içerisinde binlerce mülteci ölürken (AB ve Türkiye) maalesef gereken çözümü üretememiştir... Suriye’de (10) milyona yakın insan yer değiştirken  (AB ve Türkiye) yine etkili çözüm sunamamıştır... Çocukların öldüğü ve öldürüldüğü dünyada hiç kimse masum değildir...’’

...

Mülteciler kardeşimizdir.

Türkiye’de insanca yaşamaları için tüm mültecilik, sivil ve toplumsal hakları tanınmalıdır. Sağlıklı ve güvenli bir ortamda yaşamaları için gerekli adımlar acilen atılmalıdır...

AB mültecilere sınırları açmalı ve güvenli-yasal sığınma ve göç haklarını acilen tanımalıdır...

Dünya 3 milyar Euro, vizesiz seyahatler ve insanlık dışı mülteci kamplarından daha büyüktür. Üç yaşındaki çocukların cansız bedenleri üzerine kurulacak bir dünya bizim dünyamız olamaz.

Mültecilerle dayanışmamız sadece insani bir görev değil aynı zamanda yeni baştan kuracağımız bir dünyanın da mücadelesidir.

Irkçılığa, milliyetçiliğe, emperyalizme, bir avuç zenginin milyarlarca insanın canından-terinden beslendiği düzene ve mülteci çocukların artık haberlerde bile verilmeyen ölümlerine karşı enternasyonalist bir mücadeledir bu...

Memet Uludağ

@Memzers

Bültene kayıt ol