Fransız solunu bekleyen tehlike: Irkçılık ve İslamofobi

08.01.2015 - 00:23
Özdeş Özbay
Haberi paylaş

11 Eylül saldırıları, ABD’de Müslüman örgütlere yönelik baskının ve "İslam=terör" anlayışının toplumda yayılmasına yol açmıştı. Fransa’da da benzer bir tehlike, karikatür dergisine yapılan saldırı ile birlikte ufukta gözüküyor. Ancak bu saldırının Fransa’da gerçekleşmesi de son birkaç yıldır büyüyen ırkçılık, göçmen karşıtlığı ve İslamofobi’nin bir sonucu.

Fransa’da 2012 yılında yapılan Başkanlık seçimlerini ilk turda %28 ile merkez sol aday Hollande kazanmıştı. Ancak ikinci olan aday, göçmen düşmanı Sarkozy (%27) idi ve faşist parti Ulusal Cephe temsilcisi Marine Le Pen %18 oy almıştı. Seçimlere katılım %80 olmuştu. Faşist partiye toplam 6,5 milyon oy verilirken, göçmen düşmanı Sarkozy’nin de 10 milyon oy aldığını düşünürseniz, 46 milyon seçmenin olduğu Fransa’da göçmen karşıtlığı, İslamofobi ve ırkçılığın tabanının ne kadar yüksek olduğu görmek zor olmuyor. 

2012 Başkanlık seçimlerinin hemen ardından yapılan genel seçimlerde ise faşist parti Ulusal Cephe 3,5 milyon seçmenin oyunu alarak %13,6 alabildi. Sarkozy’nin partisi ise yine %27’de kalmıştı. Seçimlere katılım oranının %57’ye düşmesi, faşist partinin oy kaybının ana nedeni olsa gerek.

2014 yılında da iki seçim yapıldı Fransa’da. Yerel seçimler ve AB Parlamento seçimleri. Yerel seçimlerde faşist parti Ulusal Cephe, ülkenin sadece bazı bölgelerinde seçime katılmasına rağmen, 11 şehirde belediye başkanlığı kazanarak seçimlerde büyük başarı elde etti. Bu, Fransa’da aşırı sağın yükselişi tartışmalarını yeniden başlattı. Seçimlerin ardından iktidardaki Sosyalist Parti’de de önemli bir değişiklik yaşandı. Başkan Hollande, kabine değişikliğine giderek, partinin sağ kanadının temsilcisi olan Manuel Valls’i Başbakanlık görevine getirdi. Valls, göçmen karşıtı politikaları ile bilinen birisi. Göçmenlere kota konmasını savunan Valls, Evry’de bir marketi ziyaretinde, çok fazla siyahın bulunmasından rahatsız olduğunu belirterek daha fazla beyazın olmasının imaj için önemli olduğunu söylemişti. Valls okullarda başörtüsü yasağını savunmasıyla da biliniyor.

Valls, 2013 yılında İçişleri Bakanı iken Romanların Fransızlardan farklı bir hayat sürdüklerini, Fransa'yı terk etmeleri gerektiğini söylemişti. 2013'ün Ekim ayında, oturma izinleri olmadığı gerekçesiyle Arnavut asıllı 15 yaşındaki lise öğrencisi Leonarda Dibrani Kosova'ya ve 19 yaşındaki Khatchik Kacatryan da Ermenistan'a geri gönderilmişti.

Sosyalist Parti’nin dümeni sağa kırması hiç de istediği sonucu oluşturmadı. Irkçılık ve İslamofobi bizzat solda da yaygınlaşınca, daha önce “aşırı” ilan edilen sağ politikalar normalleşti ve 2014’teki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde faşist parti birinci oldu. 4,5 milyon oy alan Ulusal Cephe’nin yanı sıra ikinci parti de göçmen karşıtı Sarkozy’nin partisi oldu. Dolayısıyla Fransa’da sol ciddi bir krizde. 2014’teki iki seçimde de katılımın düşük olması, büyük bir riski gözler önüne seriyor. Irkçı ve göçmen düşmanı partilerin yükselişine karşı ciddi bir muhalefetin ortaya çıkmaması, göçmenleri büyük bir umutsuzluk içinde bırakıyor. Fransız toplumundan giderek daha da fazla izole edilen göçmenler arasında sisteme yönelik biriken öfke şiddet eylemlerine, mafyatik örgütlenmelere ve cihatçı örgütlere katılmaya doğru evriliyor.

Son bir hatırlatma, Eric Zemmour isimli bir İslamofobik yazarın 2014’de yayınlanan “Fransa’nın İntiharı” isimli kitabı satış rekorları kırmıştı. Faşist Ulusal Cephe kitabı savunmuştu. Göçmen düşmanı, anti-feminist ve gay karşıtı fikirleri ile bilinen Zemmour, Fransa’nın AB ve neoliberal politikalar sonucu ulus devlet olmaktan çıktığını iddia ediyordu. Fransa’daki mizah dergisine saldırı, ilginç bir zamana da denk geldi. Aynı gün yazar Michel Houellebecq'in 2022 yılında İslami yönetim altındaki bir Fransa’yı anlattığı “Teslimiyet” adlı kitabı piyasaya çıktı.

Dünya genelinde 11 Eylül saldırılarından beri yükselen ırkçılık ve batıda bir ırkçılık türü olan İslamofobi, ezilen ve umutsuz göçmen kitleler arasında bu öfkeyi örgütleyen akımların güçlenmesine neden oluyor. Ekonomik kriz de en alttaki göçmenlerin üzerindeki baskıyı arttırıyor. “Birinci sınıf” ezilenler, bir sol seçenek yaratabildikleri Yunanistan ve İspanya’da göçmenleri de kapsayarak sola kayabiliyor iken, diğer ülkelerde sol güçlü olmadığında aşırı sağa kayıyorlar. Aşırı sağ işçi, işsiz ve gençlerin öfkesini göçmenlere yöneltirken, göçmenlerin öfkesini de kendi sağ örgütleri örgütlüyor. Ya da spontane getto isyanları ile dile geliyor bu öfke.

Tesadüf değil, Avrupa genelinde IŞİD’e en fazla sayıda gönüllü veren ülke İngiltere ve Fransa oldu. Böyle bir atmosferde eskiden El Kaide’ye bakan küresel cihatçı hareket, ilk kez fiilen bir toprak parçası üzerinde devlet ilan edince, IŞİD’e bakmaya başladı. İngiltere’nin göçmenler konusunda en katı ülke olduğunu düşünürsek (Schengen üyesi dahi değil), IŞİD’e katılımda birinci sırada olması şaşırtıcı değil. Irkçılık mağduru göçmenler, kurtuluşu içlerindeki öfkeyi dışa vurabilecekleri IŞİD gibi örgütlerde arıyorlar. Ezilmedikleri hatta ezen konumuna gelebildikleri bir toprak parçası öneriyor IŞİD.

Her silahlı cihatçı hareket IŞİD değil ama ezilenlerin öfkesini örgütledikleri bir gerçek. Sosyalistlerin işi ise ezilenleri öfke üzerinden örgütleyen bu gruplara karşı ezilmenin kökenindeki maddi ilişkileri çözümlemek ve ırkçılığı hedef alarak ezenlerin karşısında durmaktır. Dolayısıyla Fransa’da zaten yeteri kadar yüksek olan ırkçıların sokakta Müslüman avına çıkacak olması tehlikesine karşı derhal harekete geçmelidir sol. Aksi hâlde bu katliamı fırsata çevirecek olan güç faşist Ulusal Cephe olacak.   

Bunu söyleyince bir yığın özcü yaklaşımla karşı karşıya kalıyoruz. Bakın İslami ülkelerde hep şiddet. Bakın İslami örgütler kafa kesiyor. Oysa Ortadoğu’da şiddetin kökeni İslam değil. Ortadoğu’da İslam’ın şiddetli ve reaksiyoner bir versiyonun güçlenmesinin nedeni, İslam’ın özünde şiddet olup olmaması değil. Ortadoğu’daki yoksulluk, eşitsizlik, emperyalist işgaller ve baskıcı rejimler. Bazı Batı ülkelerinde de İslam’ın bu versiyonun güçleniyor olmasının nedeni, bu ülkelerde Müslüman göçmenlere yönelik artan ayrımcılık ve baskılar.

Unutulmasın, Ortadoğu’da 1979 İran Devrimi öncesinde yaygın olan sömürgecilik karşıtı ve muhalif hareketlerin başını seküler ve sosyalist örgütler çekiyordu. Filistin’de uzun bir dönem egemen olan muhalefet, seküler Filistin Kurtuluş Örgütü idi. Bir dönem sosyalist muhalefetin güçlü olabildiği bir coğrafyada bugün İslami muhalefetin güçlü olması, eğitimsizliğin yaygın olması, dindarlığın artması veya İslam’ın özü değil. Aynı Stalinist ve Maoist rejimlerinin uygulamalarının kökeninde Marksist bir öz olmadığı gibi. Her örgütlenme biçiminin kendini dayandırdığı bir öz olabilir ama o bir yorumdur ve bizler örgütleri pratikleri üzerinden eleştiririz.

Özdeş Özbay

[email protected]

Bültene kayıt ol