Stratejik derinliğin dibi: Gladyoculuk

31.07.2015 - 10:06
Şeref Işıldak
Haberi paylaş

25 Haziran tarihinde Kobanê'de sivil bir katliam yaşandı. Söylemesi dile kolay, tam 252 sivil bu katliamda hayatını kaybetti. Savaş meydanı olduğu için ne medyada ne de yüreklerde fazla yer edindi. Ancak Suruç'ta yaşanan ve 31 kişinin katledilmesi ile sonuçlanan katliam, hem medyada hem de yüreklerde daha çok yankı buldu. Suruç katliamı Türkiye halklarının Kobanê'si oldu, yürekleri derinden dağladı. HDP'nin, bir Kürt partisi olmanın ötesinde, halkları kucaklayan bir parti olması hedef alındı bu saldırıda.

Saldırının IŞİD tarafından yapıldığını düşünmeyenlerdenim ben; nedenleri üzerine çok şey yazılabilir ancak burdaki yazının amacı bu konu değil. Saldırı sonrası yaşanan hızlı gelişmelere bakılırsa, saldırının arkasındaki güçleri görmek çok da zor olmayacaktır. Daha başsağlığı bile dilemeden “hadi teröre karşı deklarasyon imzalayalım” diyen Davutoğlu, Dolmabahçe'deki deklarasyonu unutturarak IŞİD'e karşı görüntüsü ile PKK'ye karşı “milli cephe” kurma telaşına girdi. Saldırının, belirli bir plan ve program çerçevesinde örgütlendiği çok aşikâr. Birçok kez yazılarımda ısrarla, 25 Mart 2014'te Youtube'da yayınlanan “Sağır oda” ses kayıtlarına işaret etmemin nedenlerinden birisi de bu saldırı ve sonrasında yaşanan gelişmelerdir. 4 füze attırmadılar belki ama 31 kişinin katledilmesi, şaibeli bir şekilde iki polisin evinde ölü bulunması ve arkasından sınırda bir TSK mensubunun IŞİD'cilerce öldürülmesi sonrası yaşanan gelişmeler, çerçeve olarak o ses kaydındaki “4 füze attırırım” mantığı ile birdir, aynıdır. Bu saldırılar silsilesinin arkasında yatan mantık ise Erdoğan'ın “Süreç bitmiştir” açıklamasına meşruiyet yaratmaktır. Dünya basınının bile dalga geçtiği sözde IŞİD operasyonlarının esas hedefi barış süreci olmuştur, HDP olmuştur.

IŞİD'e saldırı adı altında gerillanın savunma alanlarına yönelik yoğun hava saldırıları, gözaltına alınan 1000'i aşkın insanın HDP tabanından olması bunun açık göstergesidir.

Esasen bir şamar oğlanına dönmüş olan Yalçın Akdoğan'ın son söyledikleri bile sürecin neden sonlandırıldığının bir itirafıdır.

Akdoğan, Demirtaş'ın o tarihi “Seni başkan yaptırmayacağız Recep Tayyip Erdoğan” sözlerinin tahrik edici olduğunu söylüyor. Neymiş efendim, Tayyip Erdoğan sinirlenmiş, kızmış; seçimlerde de bırakın 400'ü, tek başına hükümet kurabilecek çoğunluğu bulamayınca da “tahrik olmuş”. Yani "tahrik etmeseydiniz, süreç de devam ederdi ama tahrik ettiniz, cezayı hakettiniz, biz de süreci bitirdik" diyor haşmetpahları. Sürecin devamı ve geleceği için, akli melekelerini yitirdiği aşikâr birisini başkan yaptırmak gerekiyormuş yani. Yok öyle bir şey.

Şimdi, Tayyip Erdoğan “Bu milli iradeyi beğenmedim, başka milli irade getirin bana” dedi diye, “tekrar seçim” dedikleri, erken seçim planları peşindeler. Milliyetçi oylara oynamak için cinayetlere, katliamlara, sürecin askıya alınmasına onay verilmiş durumda. Ancak alacakları %4-5 miliyetçi oyun yanı sıra, Kuzey Kürdistan'da daha fazlasını kaybedeceklerini ya hesap edemiyorlar ya da gerçekten göremeyecek kadar körler. Erken seçimle beraber AKP, bölgede tam anlamı ile bir tabela partisine dönüşecektir, kan kaybetmeye devam edecektir.

7 Haziran'da iktidara indirilen tokadın daha güçlü bir şekilde bir sonraki seçimlerde indirilebilmesi için, bütün savaş tamtamlarına karşı daha güçlü bir sesle, alanlarda barışın sesini haykırmamız gerekmektedir.

ABD Hava Kuvvetleri'nde veciz bir söz olduğunu duymuştum. “Göklerin hakimi yerlerin de hakimidir” diye.

Bu veciz sözü kendimize uyarlarsak: “Alanların, meydanların, barış arzusu ile dolu yüreklerin hakimi, barış sürecinin de geleceğin de hakimi olacaktır”.

Zaman, “Barış hemen şimdi!” diye alanlarda haykırma, Barış Bloku etrafında kitlesel kampanyalar ve mitingler örgütleme zamanıdır.

Selahattin Şeref Işıldak

Bültene kayıt ol