Otuz sayısına kurulu bir ölüm makinası…

28.07.2015 - 11:43
Ferhat Kentel
Haberi paylaş

Türkiye Cumhuriyeti tarihinden enstantaneler: 1 Mayıs 1977: 34 ölü… Madımak: 35 ölü… Başbağlar: 33 ölü… Roboski: 34 ölü… Ve arada hatırlamadığım başka katliamlar… Ve de Suruç: 32 gencecik insanı öldürüldü… 

Hepsinde birileri sinsice öldürüyor; Dersim’leri saymazsak, belli ki, darbe yolunda öldürülen insan sayısının 100’leri bulduğu katliamlardan başka, gerekli ölü sayısının 30’larda seyrettiği bir “teknoloji” var… 

Sonra katiller karanlık koridorlardan inlerine geri dönüyorlar. Bizi birbirimiz karşısında duyduğumuz nefretle baş başa bırakıyorlar. 

Her seferinde akbabalar atlıyor hemen ve ölen suçluları “öldükleri için” suçluyorlar: “Solcular birbirlerini vurdu”, “Komünistler Kuran’a küfretti”, “Kaçakçı kılığına giren teröristler vuruldu”… 

Şimdiki de şuna benzer şeyler: “İllegal örgütlere bağlı solcular Kobanê’ye yardım bahanesiyle Suruç’ta ölerek terörizm yaptılar”, “Başka yardım yapılacak yer mi kalmamıştı sanki?”, “Ölenler arasında neden HDP’li yoktu”, vs… 

Korkunç “istihbari” sorular… 

Patenti bana ait değil; şu türden karşı soruları da sorabiliriz: “Polis de yoktu, gazeteci de yoktu… Neden?” 

Önceki günlerde, Suruç’a giden çocukları daha baştan “günahkar” ilan eden, yani, olayı çok yakından takip eden bir TV kanalından hiç bir gazeteci neden Suruç’ta yoktu diyerek soruyu biraz daha inceltebiliriz. 

Tabii komplo teorisine girince –gene patenti bana ait olmayan- başka soruları da sormak meşrudur: “Neden Mavi Marmara’da bir tane bile AKP’li yoktu?” 

Ama daha da önemli bir soru şu: nasıl oluyor da Selahattin Demirtaş’ın ettiği sözler bir anda çıkar kardeşi beş gazetede, belli ki aynı kaynaktan servis edilen aynı manşetle (“Demirtaş’tan tehlikeli çağrı”) çıkabiliyor? 

Yani evet, bu insanlık dışı katliamın önünde-arkasında çok ciddi bir hesap kitap var. Akabinde PKK’nin üstlendiği polis cinayetleri ile birlikte birbirini tamamlayan bir hesap kitap… 

Ölümlerin yarıştırıldığı bir cehennem dili… Ölümle beslenen bir anafor… 

Ama Suruç’un altından bu türden sorularla kalkmak mümkün değil… Çünkü hep beraber biliyoruz ki, ortalık aklı tutulmuş bir milletin ya da giderek “milletler topluluğunun” –kabaca- bir yarısı ile diğer yarısının giriştiği –en kibar tabirle- patolojik kimlik yarışına kilitlenmiş durumda. 

Bu yüzden, ölen o 32 çocuğun kimler tarafından gönderildiği üzerine takılarak ve onları suçlayarak kendi kampınızı rahatlatan ve doğrulayan sayıklamalara girmek yerine, sadece şunu sorun: Psikoloji, sosyoloji falan okuyan o çocuklar, acaba neden Kobanê’ye gitmek istediler? Ölmeye ve öldürmeye, kafa kesmeye çok meraklı IŞİD gibi örgütlerin yerle bir ettiği Kobanê ile bu çocuklar nasıl bir duygu birliğine girmişlerdi acaba? 

Onları öldürenlerin hesap kitap yaptıkları çok belli ama siz çok fazla hesap kitap yapmayın; sadece onların duygularını biraz olsun hayal edin bakalım; kendi duygu halinizde biraz olsun değişiklik olacak mı? 

Olmuyorsa, yapılacak bir şey yok… 30’ar can alarak varlığını koruyan bir teknolojinin mükemmel bir malzemesisiniz demektir. 

Çünkü belli ki, görüntünüz ne olursa olsun; en derinlerinizde yer eden bir formatın ürünüsünüz demektir. 

Ne yazık ki bu format bugün çok daha bariz bir şekilde sırıtıyor. 

Bugün medyada İslamcı görünenlerin içlerinde küllenmiş ne kadar milliyetçilik varsa hepsi satha çıktı. İlkokulun Kemalist formasyonuna geri döndü Kemalizm’den sıyırmaya çalışanlar… 

Kimliklerini başkalarına düşmanlık üzerinde kuran milliyetçiliğin formatını yemiş olanların İslamcı ya da solcu olmalarının önemi yok. Mühim olan format ya da kap… Eğer bu kap “esas” olduysa, içine ne koyarsanız koyun; görünüş ne olursa olsun, milliyetçilik kabının anlattığını anlatıyorlar. 

Yani kap konuşuyor; öfke, nefret konuşuyor. 

Ve şu da not olsun: Umut Vakfı’nın verilerine göre Türkiye’de her 10 kişiden birinin ruh sağlığı bozuk…

Ferhat Kentel

[email protected]

(BasNews)

Bültene kayıt ol