Prekarya mı işçi sınıfı mı?

17.06.2015 - 12:03
Arife Köse
Haberi paylaş

Son zamanlarda işçi sınıfı hakkında dünyada yaygın olarak söylenen bir mit var: kapitalizmin geçirdiği değişim artık işçi sınıfının eski gücünü kaybetmesine neden olmuştur deniyor.

Birçok akademisyen ve araştırmacı tam istihdam olarak adlandırılan ve 8 saatlik iş gününden oluşan, tatil günlerinin belli olduğu, maaşlı çalışma şeklinin yerini artık güvencesiz ve esnek çalışma olarak adlandırılan çalışma biçiminin aldığından bahsediyor. Bu, işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki güç dengesinin büyük ölçüde patronların lehine değişmesi anlamına geliyor.

Prekarya olarak adlandırılan bu sınıfın işçi sınıfından farklı olduğu, çalışma koşullarından dolayı örgütlenme yeteneğinin olmadığı ve dolayısıyla sendikaların da artık öneminin kalmadığı söyleniyor.

Bu fikirlere genellikle küreselleşme ve teknolojik yenilikler konusundaki görüşler eşlik ediyor. Bu analiz küresel finans akışını ve sermayenin ulusal ekonominin sınırlarını aşma yeteneğini abartırken piyasa ekonomisinin işleyişinde devletin önemindeki sürekliliği görmezden geliyor.

Ancak birincisi çok uluslu şirketler için anavatanlarındaki faaliyetleri hâlâ en az yurt dışındaki faaliyetleri kadar önemli.  Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan raporlar, ilk 100 çok uluslu şirketin ulusötesilik endeksinin yaklaşık yüzde 50 olduğunu gösteriyor. Bu da bu şirketler için anavatanlarındaki faaliyetlerinin ulus ötesi faaliyetleri ile eşit derecede önemli olduğunu gösteriyor.  

İkincisi kapitalizmdeki yapısal değişim ile ideolojiyi birbirinden ayırmak zorundayız. Patronlar günümüzde artık makul bir ücret karşılığı istikrarlı çalışma koşullarının lüks hâline geldiğine ve geçici, esnek işlerin özgürlük olduğuna inanmamızı istiyorlar. Freelance çalışmak gibi geçici ve esnek işler günümüzde mevcut ancak bunlar kapitalizmde köklü bir yapısal değişim yaşandığı anlamına gelmiyor. Dünyanın bir çok yerinde hâlâ ofislerde ya da iş yerlerinde tam istihdama dayalı çalışma temel çalışma biçimi olarak varlığını koruyor.

Yeni Kapitalizm?” adlı kitabın yazarı Kevin Doogan 1880’lerde doğu Londra’daki limanlarda ve fabrikalarda esnek ve güvencesiz çalışmada bir artış yaşandığını fakat 1888’de aynı iş yerlerinde gerçekleşen grevlerin bu işçilerin örgütlenemeyeceğine ve direnemeyeceğine dair fikirleri alt üst ettiğini anlatıyor.

Dolayısıyla esnek ve güvencesiz çalışma kapitalizm tarihinde ilk kez ortaya çıkmadığı gibi bu koşullarda çalışan işçiler, işçi sınıfının önemli ve güçlü bir parçasını oluşturabilirler. Marks’ın da dediği gibi sosyalistlerin görevi her zaman işçi sınıfı içindeki farklılıkları değil ortaklıkları öne çıkarmaktır.

Arife Köse

[email protected]

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol