İğneada Longozu’nun hâli ne olacak?

01.06.2015 - 09:10
Akgün İlhan
Haberi paylaş

Türkiye’nin sayılı ormanlarından İğneada Longozu 3155 hektarlık bir alana yayılıyor. Trakya’nın yaşam kaynağı Istranca (Yıldız) Dağları ile Karadeniz arasında bulunan bu orman Türkiye'nin 39. milli parkı statüsünde.

Istranca Dağları'ndan doğup Karadeniz'e akan dereler tarafından taşınan alüvyonların birikip, kışın sular altında kalması sonucunda oluşmuş İğneada Longozu, Kırklareli’nin Demirköy ilçesi sınırları içinde. İçinde barındırdığı türlerle bambaşka bir ekosistem olan bu orman, gelecek kuşaklara aktarılması gereken bir doğa mirası.

Istrancalar üstünde kara bulutlar

Ancak tüm bu özelliklerine rağmenİğneada Longozubirbirine eklemlenerek büyüyenbiz dizi tehditle karşı karşıya. Bunların başında 1970’lerden bu yana devam edensürdürülemez bir sanayileşmeve kentleşmeyemaruz kalan Ergene Havzası geliyor. Oysa bu havza bir zamanlar hem toprak yapısı ve topoğrafyası, hem de aldığı yoğun yağışla Türkiye’nin en önemli tarım alanlarından biriydi.Artık Trakya’nın atardamarı sayılan Ergene Nehri’niniçinden binbir çeşit sanayi ve kentsel atık akıyor. Dolayısıyla bu topraklarda artık bırakın tarım yapmayı, yaşamak bile zorlaşıyor. Elbette ki bu kirlilik Istrancaları ve İğneadaLongozu’nu da olumsuz etkiliyor.

Bir diğer tehdit ise mega kent İstanbul’un sürekli büyüyen nüfusu ve dolayısıyla artan su talebi.Nüfusu dünyadaki 171 ülkeyi geride bırakan mega kent iklim değişikliğinin etkisiyle görülme sıklığı artan ve şiddetlenen kuraklıkla birlikte civar kentlerden ek su arzı oluşturmaya çalışıyor. İstanbul Su ve Kanalizasyon (İSKİ) 1990’lı yıllardan bu yana Istrancalar’dandoğanyedi derenin suyunu (Düz,  Kuzulu, Çilingöz, Elmalı, Sultanbahçe, Kazan ve Pabuç dereleri) Karadeniz’e dökülmeden önce setle toplayarak önce TerkosGölü’ndesonra da İstanbul’a aktarıyor. İşin kötüsü İstanbul’un su talebi arttıkça, İSKİ Istranca’nın başka su varlıklarına gözü dikiyor.

Başka bir tehdit dizisi de maden ve enerji projeleri. Maden ve taş ocaklarıIstrancalarıçoktandır delik deşik etmiş durumda. Bu tabloya orman arazisine kurulmak istenen termik santral ve nükleer santral projeleri de eklenince hâl iyice içinden çıkılmaz oluyor. Bu projeler gerçekleşirse orman yok olacak; toprak bu santrallerin atıklarının depolanması ile zehirlenecek; ve soğutma amaçlı deniz suyu Karadeniz’den alınıp, yine ona deşarj edileceği için deniz ekosistemi yüksek sıcaklıktaki kirlenmiş suyla geri dönüşü olmaz biçimde olumsuz etkilenecek.

Mevcut yasalar ve uygulamalar sorunu büyütüyor

Ergene Nehri’nin kirliliği dillere destan boyutlara varırken, nehrin temizlenmesi için başta STK’lar, üniversiteler ve meslek odaları çeşitli girişimlerde bulundu. Nihayet 2011 yılında yayımlanan 2011/10 Genelgesi ile nehre atık su bırakan tesislere kritik zorunluluklar getirildi. Ancak 2014 yılında ErgeneNehri’ni 2 yıl daha kirletme izni çıktı.Yani 6 Mayıs 2016 tarihine kadar sanayi atıklarının ve evsel atık suyun Ergene Nehrine arıtılmadan bırakılması yasal. Şimdiye kadar Ergene’nin suyunu temizlemede samimi adımlar atılmadığı gibi, son günlerde gündeme gelen atık suların Marmara Denizi’ne derin deşarjı projesiyle de sorun hasıraltı edilip başka mecralara öteleniyor.

Bununla da kalmayıp, başta İğneada Longoz’u olmak üzere tüm Trakya ile birlikte Karadeniz’i ve Marmara Denizi’ni besleyen su varlıkları üzerinde İstanbul’un baskısı büyüyor. Akarsular ve longoz sularının denizle karıştığı alanlar ise balıkların üremesi, beslenmesi ve balıkçılık açısından elzem yerler. Taşkın önleme amacıyla bile olsa bu su varlıklarına baraj kurmak, ekosisteme ve ondan beslenen kırsal kesime büyük zararlar verecek. Zaten hukuksal gelişmeler de bu zararın önünü açıyor. Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği de 26 Ağustos 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak değiştirildi. Bu değişiklikle birlikte koruma değil, kullanma odaklı düzenlemeler devreye girdi. Örneğin sulak alanların çevresindeki faaliyetleri tanımlayan koruma bölgelerinden “Tampon Bölge”nin eski yönetmelikte en az 2500 m olan sınırı, muğlak ve kötü kullanıma davet eden “2500 metreyi geçmemek üzere” ifadesi ile değiştirilerek, pek çok ekonomik faaliyetin önü açılmış oldu. Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu ile ise “doğal sit” statüsünü ortadan kaldırarak (ülkedeki 1261 Doğal Sit Alanı üzerindeki koruma kalkanı kalkmış oldu), doğal alanlar baraj ve HES gibi projelere açık hâle getirdi. Bir de Su Kanunu Tasarısı var. Bu tasarının kabulüyle birlikte “havzalar arası su aktarımı” yasallaşacak.

Madencilik ise 2004 yılında Maden Kanunu'nda yapılan değişiklikle kısıtlamalardan kurtularak, Trakya'nın su toplama havzalarını kirletiyor ve orman alanlarının azalmasına neden oluyor. 2010 yılında yürürlüğe giren Yenilenebilir Enerji Kanunu ile de milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiat koruma alanları, muhafaza ormanları, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, özel çevre koruma bölgeleri, doğal sit alanları gibi özel hukuksal düzenlemeler ve uluslararası sözleşmelerle korunması taahhüt edilmiş alanlarda yenilenebilir enerji yatırımlarına izin veriliyor.

Ne yapılmalı?

Türkiye’nin yüzölçümünün sadece %5’ini oluşturan bu alanların da korunamayacak olması hepimizin geleceği açısından endişe verici. Son kırk yıl içinde ülke sınırları dahilindeki sulak alanların yarısının (Marmara Denizi büyüklüğünde) yok olduğunu hesaba katarsak, durumun vahimliği daha da netleşiyor. Sadece Türkiye’yi değil Karadeniz’e kıyısı olan pek çok ülkeyi de yakından ilgilendirmesi gereken bu olumsuz gelişmelere karşı mücadele edilmeli.

İğneada Longozu’nun çok önemli bir sulak alan olarak bir an önce RAMSAR alanı olarak koruma altına alınması şart. Türkiyede RAMSAR alanı olma kriterlerine sahip yüzden fazla sulak alan var. Ancak bunların sadece 14 tanesi altına alınabilmiş.  Bunun en önemli nedeni ise Bakanlığın teknik kapasitesindeki eksiklikler. Yani Bakanlığın sulak alanlar birimi, sulak alanların bilim kurullarının oluşturulması, sınırlarının çizilmesi, yönetim planlarının hazırlanması ve takibi gibi bir dizi faaliyetin yoğun yükünü kaldıramıyor. Bakanlığın bir an önce bu birimi güçlendirmesi ve İğneada Longoz’u başta olmak üzere ülkenin RAMSAR Koruması için sırada bekleyen sulak alanlarını için gerekli çalışmaları hızlandırması lazım. Zira bu hızla giderse önümüzdeki kırk yılı bitirmeden bir metre karelik sulak alanımız kalmayacak.   

RAMSAR Alanı ilan etmek te yetmez elbette. Kağıt üzerinde değil, gerçekten korumanın şartlarının oluşturulması, denetlenmesi ve sulak alanın varlığını ve bütünlüğünü tehlikeye atan her türlü ekonomik faaliyetin gerekli cezai işlemlerle durdurlması da gerek. Bu ormanın hakkıyla korunabilmesi için onu besleyen akarsulara baraj yapılmasının engellenmesi şart. Yoksa İstanbul’un su talebi bitmez ama İğneada Longoz’u bitebilir.

Akgün İlhan

[email protected]

Bültene kayıt ol