Türkiye için CHAKP dışında bir gelecek yok mu?

22.05.2015 - 11:48
Korhan Gümüş
Haberi paylaş

Tarih kitaplarında falan söylendiği gibi 1. Dünya Savaşı öncesinde ülke ekonomisi, şehirler çökmemişti. Tam tersine Cumhuriyet tarihinde bir daha eşine rastlanmayan büyük bir gelişme, zenginleşme yaşandı. İstanbul Avrupa'nın en büyük sanayi ülkesinin, İngiltere'nin en büyük limanından sonra ikinci büyük limandı.

Tophane'de Ford fabrikası kurulmuş, dünyanın ilk seri üretimi yapılan otomobili, "T Series"in montajı başlamıştı. Diğer liman şehirlerinde de benzer bir durum vardı. "Bu memlekette iğne bile yoktu" sözü bu nedenle pek haklı bir söz olmasa gerek. Rusya'daki devrim, savaşlar, milli ekonomilerin kurulması ile birlikte İstanbul arazinin ucundaki fener gibi kaldı. 1980'lerden sonraki küreselleşme dalgası ise bu sınırların yıkılmasına yol açtı. Türkiye'nin bugün bir lojistik üssü haline gelmesi için fırsatlar var. Bugün Kayseri, Antep gibi şehirlere gittiğinizde bunların yeniden küresel bölgesel pazarlarla ilişki kurduklarını görüyorsunuz. CHP de şimdi küreselleşmenin sunduğu fırsatları kullanma iradesini beyan ediyor. AKP'nin de belki en çok kızdığı bu. CHP kendi politikalarına karşı olduğu için değil, kendileri gibi olmaya başladığı için galiba daha çok kızıyorlar. Küresel sermayeye alan açmak bugün iktidarların ana hedefi haline gelmiş durumda.

Ancak burada unutulan, ya da gözden uzak tutulan önemli bir sorun var. Siyasetin devlet iktidarı aracılığıyla sistemden nemalanmak üzere kurgulanmış olması nedeniyle kamu düzeni büyük bir istikrarsızlık yaratıyor. Çünkü gelir transferinin daha demokratik bir yöntemle yapılmasına imkan yok. Türkiye'de devlet rantını paylaşan ayrıcalıklı seçkinler şehirlerin bu şekilde araçsallaştırılmasından tıpkı petrol geliri gibi büyük bir kazanç elde ettikleri için bu merkeziyetçi, bürokratik ve demokratik olmayan, piyasacı modeli sürdürüyorlar. Bu yüzden küresel piyasalar ile kurulabilecek en kötü ilişkileri kuruyorlar, zenginlik yaratamıyorlar. Yalnızca bir yağma ekonomisi yaratabiliyorlar. Bu sistemin patronaj olmadan ayakta kalması mümkün değil, çünkü tepeden, otoriter bir şekilde yönetilmediği takdirde kavga-çatışma kaçınılmaz.

Ulus-devletin küreselleşme sürecinde bu yapısal zafiyetini görmezden gelenler bu önemli siyasal sorunun konuşulmasını, siyasetin gündemine gelmesini engelliyorlar. Sorun yalnızca iktidarmış gibi gösterilerek değişimin önü tıkanıyor, çünkü bu projenin de gösterdiği gibi aralarında bir fark yok. Siyaset yalnızca devlet iktidarının soylularının kimler olacağı üzerinden tartışılıyor. Bu yüzden bu tür ekonomilerde, petrol geliri, imar ayrıcalıkları ile sağlanan zenginliklerin dağıtımında genellikle patronaj sistemi kuruluyor. Türkiye'deki başkanlık sistemi de aslında ABD'deki gibi bir sistemi değil, bugün zaten fiilen var olan sisteme işaret ediyor. Bir bakıma zaten şu an var olanın teyidi, kabulü anlamına geliyor. Buna karşılık kamu sistemindeki 80'lerden sonra başlayan çözülmeyi, yerelleşmedeki temel siyasal sorunları kimse konuşmuyor. Türkiye ulus-devleti tek parti rejiminden sonra ikiye yarıldı. İktidarın sembolik gücünü oluşturan ve askeri modernleşmenin bir uzantısı olan bürokratik akıl ve popülizm. Birincisi "sol", ikincisi "sağ" diye adlandırıldı. Cumhuriyetin iki milli programı, bu iki seçkincileştirme mekanizması ile kurumlaştı. 

Şimdi devletin bu "sol" eli gelişmeyi, halkın refahını, sermaye akışlarını engelleyen bir kötülük, gerilik olarak görülüyor. Çünkü bu sistemde asıl katma değeri yaratan bilgi sermayesinin ya patronaj altında tutulması gerekiyor, ya da "darbeciler" olarak devlet iktidarı alanından dışarı atılmakla tehdit edililiyor. 

Çünkü ulus-devlet rejimi içinde bu kesim de kendi kamu yararını temsil eden bir çıkar grubu olarak hareket etti ve iktidardan bağımsızlaşmadı. Bu nedenle sorunu yalnızca iktidar üzerinden değil, asıl iktidarla kitleler arasındaki mesafeyi üreten bu modern kurumların nasıl demokratikleşeceğini sorun etmek gerekiyor. CHP'nin açmazı bilim, planlama, hukuk adına hala böylesine bir iktidar talebini ifade eden kesimlerin sözcüsü olması. Bu "sol" sonuçta sosyal demokrat bile değil çünkü halkın nasıl mutlu olacağını, nasıl yaşayacağını kendisinden daha iyi bilen bir siyaset modelini temsil ediyor. Patronaj sisteminden çıkmadan Türkiye'de halka refah sunmak mümkün değil. Ama bunun için perspektif gerekiyor. Dünyanın bir çok yerinde yerinde çok zamandır yerel otoritelere dayanan bütünleşik bir kamu sistemi kuruldu. Rantların tepeden yönetilmesini sağlayan başkanlık sistemi (zaten şu anda öyle değil mi?) telaffuz ediliyor ama asıl halkın ihtiyacını karşılayacak, refahını geliştirecek temel siyasal mesele, asimetri üretmeyen kamu yönetimleri konuşulamıyor. Sol partilerin elbetteki öncelikli sorunu halkı bu patronaj cenderesinden kurtaracak yeni kamusal deneyimleri keşfetmek. Dünyada sol hareketin tarihi bunun örnekleriyle doluyken Türkiye'deki siyaset fakirliği şaşırtıcı.

Korhan Gümüş

Bültene kayıt ol