Avrupa solu, mülteciler ve Kamp Armen

17.05.2015 - 10:51
Memet Uludağ
Haberi paylaş

Avrupa solunun önünde önemli bir görev var.

Sol bu görevden başarısızlıkla çıkarsa, cezasını uzun vaadede çekecektir.

Solun objektif, elinde olmayan koşullardan dolayı değil de kendi içsel nedenlerinden, daha doğrusu kendi basiretsizliğinden dolayı başarısız olduğu durumlarda, sağ başarılı oluyor.

Sağ denince akla kemer sıkma politikaları, sosyal güvenlikten sağlığa kadar uzanan kesintiler, işçi haklarına saldırılar ve elbette ırkçılık geliyor.

Üstüne düşen önemli görevleri yapmayan sol, İngiltere'de gördüğümüz seçim gibi sonuçlara alışmak ve işçi sınıfından uzak düşmenin ağırlığı altında ezilmek zorunda.

Bu önemli görevlerden biri 'mülteciler', daha doğrusu 'Akdeniz'de yaşanan göçmen krizi'. Bu sorun, solun mücadele listenin en başında değil belki ama önemli bir sorun.

Bu görev, The Guardian gibi gazetelere ve kimi sosyal vicdanlı dürüst yazarların haftalık değişen gündemlerine terk edilmeyecek kadar önemli.

Akdeniz'de üç ayda 2000'den fazla mülteci öldü. Bunlardan 1200'ü bir hafta arayla olan iki ayrı tekne kazasında idi.

Geçenlerde 1200 kişinin öldüğü, Almanlar tarafından batırılan bir İngiliz yolcu gemisin 100. yıl anma töreni yapıldı. Daha güncel olan mülteci ölümlerinin ilk nedeni, Avrupa Birliği (AB) liderlerinin arama ve kurtarma çalışmalarını 2014 sonlarında durdurmuş olmasıydı. Avrupalı liderler, sessiz sedasız kurtarma operasyonlarını durdurdular ve ölümler 10 kat arttı. Ne yazık ki sol bu konuda gereken mücadeleyi veremedi. Oysa ki AB devletlerinin katil olduğunu bas bas bağırmak gerekiyordu.

Ardından yükselen insani yardım talepleri karşısında liderler tükürdüklerini yalamak zorunda kaldılar. Kurtarma çalışmaları geçici olarak tekrardan başladı. Anlaşılan Avrupa'nın patronları, başbakanları, NATO'nun generalleri vicdana gelmişlerdi. Geçici bir hafıza kaybı olsa gerek, 2014 kararını unutmuşlardı.

Ama işin asıl tarafı başka. Bir yandan timsah gözyaşları döken ve Avrupa'nın kalbi temiz işçi sınıflarına vicdan şovları yapan Avrupa liderleri, diğer taraftan gizli kapılar ardında başka işlere giriştiler.

İlk iş, işin insani yönünü yönetmekti. "Vicdanı sizden öğrenecek değiliz" dedi askerler, patronlar ve başbakanlar.

İkinci adım, bir suçlu bulunmalı ve medyada acilen ilan edilmeliydi. Bu da başarıyla yapıldı. Suçlu bulundu ve ilan edildi: "İnsan kaçakçıları!" Evet, "bunlar, bu adi adamlar olmasa, göçmenler gelmezdi".

Üçüncü iş, hafızaların bulandırılması ve halkların bazı şeyleri unutmasının sağlanmasıydı. 2000 yıl öncesinin İsa'sını anarak ölü mülteciler için dua ettiler ama 10 yıl öncesinin yüz binlerce mülteci yaratan emperyalist işgal ve savaşlarını, bu savaşları kimlerin niye yaptığını, kimin kime silah sattığını unuttular. 2011'de Libya niye ve kim tarafından darma duman edildi unutturdular.

Ve vicdanlı gazetecilerin gündemi çoktan değişmişti.

3-0 önde, sıra son ve asıl işe gelmişti. AB, resmen ve fiilen Akdeniz'de göçmenleri engellemek için askeri operasyonlar başlatacağını, Afrika'nın diktatör rejimlerine para verip göçmenleri çöllerde kurulacak kamplarda tutacağını ve 2020 yılına kadar sadece ve sadece 20 bin mülteciye barınma imkanı sunacağını ilan etti. Asıl mesele yardım değil, 'sorunun' uzaktayken bombalanması, mültecilerin gelmesini engellemek ve insanları AB sınırlarından uzakta tutmaktı. Aynı günlerde 18 milyar dolarlık Batı silahlarıyla Yemen'i bombalayan Suudi Arabistan 1000'den fazla sivil öldürmüş ve Birleşmiş Milletler 20 milyon Yemenlinin açlık tehlikesiyle karşı karşı olduğunu duyurmuştu.

Sol suskun kaldı.

"Ah, vah" diyen AB liderlerinin demeçleri günlerce yayınlandı ama göçmenleri açlığa, işkenceye terketmeleri -gündem değişmişti- sessiz sedasız atlandı.

Avrupa işçi sınıflarının aklında kalanlar, liderlerin iyi şeyler, hatta bunca kriz, işsizliğe rağmen gereğinden fazla iyi şeyler yaptığı oldu. Irkçılar için bu bulunmaz bir fırsattı. "Biz iyiyiz, biz elimizden gelenin fazlasını yapıyoruz. Artık bundan sonrası göçmenlerin kendi suçu" demeye başladılar.

Vicdanlar kurumaya başladı.

Devamını siz düşünün.

Özür dileyecek, af isteyecek, borç ödeyecek AB, yardımsever, gani gönüllü ve insancıl oluverdi bir anda.

Bütün bunlar olurken Avrupa işçi sınıfları soldan bir ses duymadılar. Guardian okuyanlar ise okuduklarıyla kaldılar.

Syriza, ırkçıların ekmeğine yağ sürercesine, AB ile kredi pazarlığında göçmenleri kullandı. "Para vermezseniz mültecileri sizin üstünüze salarız" dedi. İslamofobikler, göçmenlerin 'tehlikeli teröristler' olduğunu söyleyen ırkçılar bayram etti. Sonra Çipras gitti ve Mısır'ın diktatörü ile Akdeniz'de teröre karşı işbirliğine girişti, Batı'nın son aylarda Ortadoğu'da teröre karşı mücadelesini övdü.

Avrupa'da göçmen krizi sağ-ırkçı siyasilere ve işçi sınıfından uzak entelektüellere terkedildi. Bundan iki yıl sonra, Libya'da askeri operasyonlara karşı ses çıkarmak sola çok bir şey kazandırmaz. Mesele şimdilerde egemenlerin, ırkçıların karşısına çıkmak ve bir yandan AB'nin tarihsel pisliklerini afişe ederken, bugün yaşanan ekonomik krizin 100 bin mülteciden dolayı olmadığını anlatmak. Zira ırkçılığın yükseldiği her ülkede, işçi sınıfının düşmanı sağ ideolojiler de yükseliyor.

Çok mu teorik oldu yazılanlar?

Şöyle diyelim: İtalya'dayım. Evet, sokaklarda gemilerle gelen göçmenler var. Bir ikisi ile konuştum. Dilenen, ufak tefek işler yapan, iş arayan göçmenler. Solcu bir sendikanın işyeri lideri ile konuşuyorum. Anti-emperyalizm, krizin yol açtığı işsizlik, fakirlik, yolsuzluk vs, bir sürü şeyde anlaşıyoruz. Ama konuşmanın ilerleyen kısmında bombayı patlatıyor. "Bu göçmenler yüzünden başımız dertte" diyor. "Gelmesinler, yeter, istemiyoruz". Ortalık buz kesiyor. 800 işçi adına patronla mücadele eden biri. "Solcuyum" diyor ama göçmenler konusunda tüm referansları İtalyan sağından. Bir devrimci sosyalist için bu çok acı ama bulunmaz bir ders.

"Sol" deyince aklımıza sadece devrimci sosyalistler gelmemeli. Daha geniş anlamda bir sol var. Bu solun basiretsizliği, görevinin farkında olan devrimci sosyalistlerin yükünü ağırlaştırıyor, işini zorlaştırıyor.

Ağır yükten, zor işten kaçanın beli kırılsın. Geleneğimizin dersleriyle bu yükü yüklenmeye, grevdeki işçilere göçmenleri anlatmaya, su hakkı mücadelesinde meydandaki 80 bin işçiye "siyah-beyaz birleşip kapitalizmle mücadeleye" demeye devam edeceğiz. Sendika liderlerini, o kürsüye niye çıkmamız gerektiği konusunda ikna edeceğiz.

Yeni bir dünyayı kurmanın kaderi bu. Tek bir göçmen geride bırakılmadan, tek bir çocuk cesedi Akdeniz'in altın sahillerine vurmasın diye verilen bir mücadele bu. Sonuna kadar, düşe kalka bile olsa yola devam eden bir mücadele.

Çünkü yeni bir dünya hem mümkün, hem de zorunlu...

Enternasyonalist bir mücadele bu. Avrupa'nın göçmeni ile Türkiye'nin Kamp Armen'inin ortaklaştığı bir mücadele.

O yüzden, İrlanda SWP'sinden "Kamp Armen yıkılmasın, Ermeni halkına iade edilsin" diyoruz. Bu mücadeleyi veren devrimci sosyalist yoldaşlarımızı hem kutluyor hem de başarı diliyoruz...

Memet Uludağ

@Memzers

Bültene kayıt ol