Aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği

03.04.2015 - 13:45
Özdeş Özbay
Haberi paylaş

Son haftalarda neden ve nasıl olduğunu açıklamanın pek de mümkün olmadığı gelişmeler yaşanıyor.

Önce kamuoyu önünde açıkça AKP’nin iki üst düzey ismi birbirine girdi. Melih Gökçek ve Bülent Arınç’ın sert açıklamaları bunlar bir oyun mu, yoksa gerçek mi tartışmalarını başlattı.

Sonra Çağlayan Adliyesi’nde savcının rehin alınması olayı devletin müdahalesiyle son buldu. Üç kişi katledildi. Sonra AKP Kartal binasını bir kişi işgal etti. En son İstanbul’da bir emniyet müdürlüğüne saldırı oldu. Ülkücü faşistler ise zaten üniversitelerde birkaç haftadır saldırılar gerçekleştiriyordu.

Savcının rehin alındığı sıralarda bütün ülke genelinde hâlâ bilinmeyen bir nedenden dolayı elektrikler kesildi. Fuat Avni diye bilinen meçhul twitter hesabı seçimlerle ilgili bir dizi komplo teorisi ortaya saçtı.

Peki, bu kadar karma karışık olan olaylar zincirine nasıl bir açıklama getirilebilir?

Bence başlanması gereken nokta şu, bizler uzun bir süre bu olayların arkasındaki gerçek güçleri ve nedenleri bilemeyeceğiz. Ne kadar analiz yaparsak yapalım sadece bir tahmin olarak kalacak ve böyle bir tahmin üzerine politik hat inşa edilmesi mümkün olmayacak.

Öyleyse yapmamız gereken yaşanan olayların politik sonuçlarının analizi ve bu durumda bizim ne yapabileceğimizdir. 

Bu olayların her biri televizyon ve sosyal medyadan bizlere ulaşıyor. Gelecekteki özgür toplumun kurucu öznesi olarak gördüğümüz emeğiyle geçinen büyük kalabalık (işçi sınıfı) bu olayları işyerlerinden çıkıp evlerine geldiklerinde öğreniyor. Yani kolektif bir eylem halindeyken değil de evde, ertesi günkü işe yeniden kendisini hazırlarken (yeniden üretim sürecinde) ekranın karşısında bu olaylara şahit oluyor. Daha doğrusu bu olayların devletin ve elbette egemenlerin ağzı ile verildiğini hesaba katarsak, bu olayların anlatımına maruz kalıyor.

Teker teker evlere (ailelere) bölünmüş halde iken bu büyük kitleye merkezi olarak neredeyse tek şey anlatılıyor. Teröristler var, ülkeye istikrarsızlık getirmek isteyenler var ve onlara haddini bildiren güçlü bir devlet var.

Bu ideolojik propagandaya maruz kalan işçiler ertesi gün işyerlerine (fabrikaya veya büroya) gidip fırsat buldukça duyduklarını birbirlerine anlatıyorlar. Bu karmaşaya cevap vermenin zorluğu en çok konuşmaya meraklı olanlarının durumdan istifade bol Kurtlar Vadisi soslu açıklamalarına da onları maruz bırakıyor.

Kim abartıda ne kadar ileri gidiyor bilemiyorum ama bütün bunlara maruz kalan işçiler emin olun kendi aralarında örgütlenmeyi, devletin vahşetine karşı veya hükümet üyelerinin bile birbirlerine düşerek itiraf ettikleri yolsuzluklara karşı eyleme geçmeyi, kendi koşullarını biraz olsun düzeltebilmek için ekonomik taleplerde bulunmayı kesinlikle konuşmuyorlar. Hatta varsa eğer, “yasaklanan Metal İş grevinin süresi doldu şimdi acaba ne yapacaklar?”, “hükümet de çok sertleşti buna artık bir dur demek gerekiyor” diye düşünen bu olaylardan sonra bunları dillendirmeyi bırakır ve o da diğerlerinin yanına katılır.

Kısaca bu olayların ideolojik anlatımına evinde ekran başında maruz kalan işçiler, devletin ne kadar sert olduğu ve bir birlerine düşseler dahi hükümetin kendi içinde bölünmez ise ne kadar yenilmez olduğu yargısına varır.

Hükümetten en fazla nefret eden işçiler ise sadece daha fazla sinirlenip, moralsizliğe ve umutsuzluğa kapılır. Dolayısıyla kimsede mücadele etme arzusu kalmaz.

Hükümete oy veren ancak giderek artan neoliberal uygulamalardan canı yanan işçilerin zihninde ise istikrarsızlık ve kaos ihtimali belirir. 1990ları ve 2001 krizini hatırlayanlar tüm sıkıntılara rağmen istikrar için hükümet kalmalı diye düşünecektir. 12 yıldır hükümeti devirebileceği düşünülen her kaos girişimi yani suikastler, elektronik muhtıralar, yolsuzluk tapeleri vb. hükümetin daha da güçlenmesine yol açtı.

Buradan yola çıkarak bütün bu olayların arkasında hükümetin olduğu sonucuna ulaşmak mümkün değil çünkü böyle bir kanıtımız yok. Her kim yapmış olursa olsun bu olaylardan hükümetin kazançlı çıkacağını öngörmek ise zor değil.

Rüzgar HDP’den yana esiyorken, AKP’nin az da olsa oylarında azalma olabileceği konuşuluyorken, yani bir çıkış yolu arayanlar için bir umut belirmiş iken gündem bir anda değişti ve karamsarlık herkesi sarmaya başladı.

Sanırım tam da bu noktada sosyalistlere bir görev düşüyor. Hükümetin neoliberal politikalarından muzdarip olan, maden kazalarındaki tavrına kızan, grev yasaklarını anlamsız bulan, yolsuzluk yapıldığına inanan, barış isteyen ve muhtemelen barajı adaletsiz bulan kitleleri kazanabilecek güçlü bir kampanya yapmak lazım. Bu sefer, şimdiye kadar AKP’ye oy veren ama biraz da burnunu sürtmek isteyen seçmenin oyunu da, sırf pragmatik olarak AKP daha az koltuk sahibi olsun diye düşünen seçmenin oyunu da HDP’de toplamak mümkün.

Daha şimdiden bir dizi örgüt ve bağımsız kampanya bunun için yola çıktı bile. Gündemin neden olduğu karamsarlığı dağıtmak için sokakları kazanmak ve HDP’yi meclise göndermek gerekiyor. Bizlerin, önümüzdeki süreçte ne yaşanırsa yaşansın bu hedefe kilitlenerek çalışması, bu karamsarlığın ve adaletsiz barajın Haziran’da dağılmasını sağlayacak.

Özdeş Özbay

[email protected]  

Bültene kayıt ol