Kaptan’sız iki yıl...

29.03.2015 - 14:01
Mustafa Çolak
Haberi paylaş

[Bu yazı, geçen Pazar yayınlanması için yazıldı. Fakat, 21 Mart Dünya Irkçılıkla Mücadele Günü dolayısıyla Selânik’te gerçekleşen eylemde olduğum için, gönderemedim. Bir hafta gecikmeli olarak yayınlanıyor.]

Bazı tarihler, insanın aklına çakılır. 22 Mart, benim için öyle bir tarih. 21 Mart Dünya Şiir Günü’nün hemen ertesinde; şiire, barışa ve özgürlüğe adanmış şiir gibi bir ömrün son bulması!

Ayhan Can nasıl öldü? Bilmiyorum. Son günlerini birlikte geçirdiği dostlarına da sormadım. Çünkü “Hastaydı, yatağında öldü” gibi bir cevap almaktan korktum.

Ben, onun ölüm haberini üç ay sonra aldım. Bizim seçim koşturmacalarından dolayı, pek fazla haberleşememiştik o günlerde. En son, 8 Mart 2012’de telefon edip 75. yaş gününü kutlamış, kendisiyle kısa bir sohbet etmiştim. Gayet sağlıklı olduğunu, iki günde bir şiir yazdığını ve bol bol denizi seyrettiğini söylemişti.

Kendisini 22 Mart 2012 günü kaybettiğimizi öğrenince, kafamda şöyle canlandırdım: 21 Mart Dünya Şiir Günü’nde son şiirini yazıp, Neruda’dan, Nâzım’dan, Attilâ İlhan’dan şiirler okuduktan sonra, sazını alıp bir ağıt yaktı; sonra kemanını çıkarıp Çaykovski’den bir şarkı çaldı; uyudu ve bir daha uyanmadı.

*

Kitapları duruyor önümde.

Aşkın Yurdudur Gözlerin’i açıyorum örneğin; kitabın içinden üç fotoğraf düşüyor: İzmir’deki “Şair Ayhan Can Sokağı” tabelasının önünde çekilmiş bir fotoğrafı, gençlik yıllarından keman çalarken çekilmiş siyah-beyaz bir fotoğraf ve en son âşık olduğu kadının fotoğrafı. “Sevgili korsanıma yürek dolusu sevgi ve acıtan şiirler.” diye imzalamış; 6 Mart 2011’de.

Dilara’yı açıyorum: “Mustafa’ya sevgiyle, şiirle. Fakat dostlukla, devrimle”. İzmir, 20 Aralık 2008.

Sevdanı Anlat’ı “Sevgili Mustafama sevda şiirleri ve kardeşlik duyguları, ölümsüz dostluklar” diye imzalamış. 11 Ekim 2008’de Tarsus’ta.

Yağmur Taşır Saçların’ı ise, “... bir ömrü dolduran özlem, acı, umut, sevda şiirleri. Kavgamız her zaman toplum ve insan hakları için sürecek.” diyerek imzalamış 7 Aralık 2009’da.

Umut Şarkıları’nı ise, Gümülcine’ye geldiğinde imzalamış; “Sevgili Mustafam, umut yaşamın kendisidir. Bu şiirler sana mutluluk katarsa, ben de mutluyum.” diyerek.

Ve... en çok sevdiğim kitabı: Gül Devrimi. “Sevgili Mustafa Çolak, güzel düşüncelerin, oda arkadaşlığın ve gönlün için bir gül devrimi?”

*

Yanılmıyorsam 2008’de (2006 da olabilir), davetli olduğum bir şiir şöleninde tanıştık Ayhan Can’la, İzmir’de. 70’li yıllarda, siyasî fikirleri dolayısıyla öğretmenlik görevini bırakıp Almanya’ya göç ettiğini; benzin istasyonlarında ve fabrikalarda çalıştıktan sonra oradaki Türk çocuklarına öğretmenlik yapmaya başladığını ve emekli olunca İzmir’e döndüğünü söylemişlerdi; kürsüde, Almanya’ya çalışmaya gitmiş olan “Samsunlu Hasan”ın öyküsünü anlattığı şiirini seslendirirken.

Şakacılığı, enerjisi ve tok sesi sempatik gelmişti bana.

Daha sonra, bir şiir şöleni için Tarsus’a gittiğimizde üç gün boyunca oda arkadaşlığı ettik. Ortam “bize uymuyordu” ve bunu en başından bilen organizatörler, bu yüzden bizi aynı odaya koymuşlardı. “Milliyetçilerin arasında, gurbette, aynı dili konuştuğu için birbirine kenetlenen iki göçmen gibi kaldık, ama iyi oldu, en azından birer dost kazandık” diyordu ve gülüyorduk.

Şiir üzerine, sol üzerine, dünya barışı üzerine uzun uzadıya sohbetler ettik, Tarsus’ta da, sonraları da. “Şövenizmden nefret ederim” diyordu sürekli, “bu ister etnik şövenizm olsun, ister din şövenizmi”. O derece insancıl ve kocaman bir yüreğe sahipti ki, onun şövenizmden bile nefret edemeyeceği hissini uyandırıyordu. Romanya’dan şölene gelen Gülten Abdulla’ya kahve falı bakıyor, diğer şairlere fıkralar anlatıyor, espriler yapıyordu.

Bir ara evlenme “macera”sına giriştiğimde, bir e-posta atıp “davetiye” göndermiştim; 70 yaşına aldırmadan, atlayıp İzmir’den Gümülcine’ye geldi. Gümülcine’de onu misafir edip, gece “takıldığımız” mekânlara götürünce, “yaşam tarzıma” kızmış; “Oğlum, çok sigara içiyorsun, alkol alıyorsun. Bu gidişle uzun yaşayamazsın. Bak bana, yaşım 70 ama 20’lik delikanlı gibiyim. Niye? Çünkü sigara içmiyorum ve çok az alkol alıyorum” diyerek “fırça çekmişti”.

*

Bir gün Dünya’nın mutlaka güzelleşeceğine, zulmün ve sömürünün son bulacağına, barışın ve özgürlüğün tüm Dünya’ya hâkim olacağına inanıyordu. Bu yüzden de, iki oğluna Barış ve Devrim isimlerini vermişti.

Barış ve özgürlük olmazsa olmazıydı. “dünyamızı işliyorlar çeliğe su verir gibi/ şehrin umut işçileri barış vardiyasında” diyordu, “eflatlatun bir güneş gibi” şiirinde.

Ve çocuklar... onlar için, onların geleceği içindi tüm dizeleri: “yiğit olanın özgürlük gerçek sevdası/ yeniden yeniden kuşatın haksızlığı/ bu türküler çocukların türküleridir” diyordu, “haydin çocuklar türkü söyleyin”de.

*

Kadın hakları savunucusuydu aynı zamanda. Doğum gününün 8 Mart’a rastgelmesinin güzel bir tesadüf olduğunu düşünür, buna sevinirdi. “sen büyüksün ölümcül tanrılardan/ kadınsın sevdayla yaratılan insan” diyordu, “petra sokakları” adlı şiirinde. Kadınların aynı zamanda devrimci olduklarını ve özgürleşme mücadelemizde en önemli rolü oynayacaklarını düşünüyordu: “nerde biriktirsek kadınların çığlığını/ kırıyorum kölelerin paslı zincirlerini/ isyan ediyorum çağların ötesinden”.

Ama hepsinden öte, bir gönül ve aşk adamıydı. Uzun yıllar süren evliliğini sonlandırmaya karar vermiş, mahkeme kapılarında uğraşırken –Nâzım gibi söylemek gerekirse – “sevdalanmıştı 70’ine yakın”. Ve “hüzünle geçtim zamanın tünelinden/ sen geç doğdun ben erken büyüdüm” diye sesleniyordu, “eski bir şehir”deki sevgilisine.

Bir “gemimiz” vardı bizim, bir “korsan gemisi”. Aşkın, barışın, özgürlüğün sularında yüzen. Ve o, o geminin Kaptan’ıydı. Bir şiirinde, biz korsanlarına da gönderme yapmadan geçemiyordu: “korsanlarıma sor gemimde/ tüm dünyaya sor beni”.

*

Kaptan’ımız gideli iki yıl olmuş. O olmadan Dünya, biraz daha çirkin, biraz daha yaşanılmaz bir yer. Ve biz biraz daha eksik, biraz daha burukuz.

Mustafa Çolak

[email protected]

--

gül devrimi

ey

ünlü kişilerin pahalı yalnızlıkları

günde iki kez ölen çocuk giysili kadınlar

öldükçe çoğalıyor akşamın vurgunları

onları bir türlü anlayamıyorum

sokaklar da sersemce anlayamıyorlar

iyice susamışım

çok susamışım

 

ayaklarınız tek başına yürüyorlar

kollarınız bana kadar ulaşamıyor

üşüyorsunuz bunu biliyorum

denizler kadar üşüyorsunuz

içinizde uzayan yalnızlık şarkıları

gerçek kristal avizelerden

piyanolu odalarda çoğalıyor

umudu bulamadı akşamın kızları

çılgın palmiyelere yansıdı

kötümser hıçkırıkları

 

elimde öfkenin binlerce baltası

birden gecenin ormanına dalıyorum

yıldızlar karanlığı çiviliyor camlara

uzakta

yüreğimden çok uzakta

kırmızı bir gül kanamakta

 

gözlerimde iki bıçak bileniyor

daha çok bıçak bileniyor gözlerimde

tüm bıçaklar sonsuza değin bileniyor

her bıçağı bir korkağa veriyorum

kucağımda devrimin sevgi gülleri

hepinize birer tane gül veriyorum

 

yalnızlığımın haritasını ben çizdim

gül ağıtı içtim mutlu bir dünya için

en güzel günlere demir aldı gemiler

denizciler ambara özgürlük yüklediler

hırçın bir gül diktim

değişmeyenin yanına

 

aklımızla yürüyor

fabrikada yaşam savaşı

sen yürüyorsun

ben yürüyorum

dünya yürüyor

 

selâm yolluyorum yumruğumla

fabrikaların sonsuz vardiyasına

yağmur hep yalnızlığıma yağıyor

kaldırımlar ayaklarıma dolanıyor

 

ey çılgın deniz

özlemlerin büyük gölü

şehrin sokaklarına taşıyorum seni

maviye vurgun martının kanadında

denizde kavga olmalıdır

toprakta barış

içimizde her zaman

deniz çalkalanmalıdır

 

bir yerlerimden vuruyor beni şafak

balkonlara dadanmış çilli bir güneş

haydin

yüzüstü bırakmayın

alnı kederli olanları

biliyorum

çok kez düşündüm gece yarıları

yüreğiniz kanamaz sizin

acımaz

duymaz

kavgayı sevmez

 

mermer yüreğinize dadanmış

inatçı güneşi sonsuz sevginin

söylediğim bu umutlu şarkılar

her yanımda açan devrim gülleri

yüreğinizi kanatmak içindir sizin

 

deniz yatağını

çiçek dalını zorluyor

çocukları sığdıramıyoruz odalara

delikanlılar meydanlarda çoğalıyor

karşı dağlara sığınmış

bu şehrin umut şarkıları

tarlada umutla sararmış

buğday başakları

bir akşam üstü

pusuya düşürülen güneş

yüreğimizde tutuklandı

içimize sokulmuş

ağustos ayı

bakır tenimizi tutuşturuyor

 

her çığlıktan yeni bir aşk doğar

insan sevdikçe güzelleşir

bir türlü sevemediklerini

denizi

seni

çiçeği

aklına gelen ne varsa

ama ne varsa şu dünyada

şimdi daha çok seviyorum

Ayhan Can

Mustafa Çolak - Ayhan Can, 2008-İzmir

Bültene kayıt ol