Eti senin kemiği benim

10.03.2015 - 01:46
Sinan Özbek
Haberi paylaş

Ebru Yalçın, geçen hafta Ağrı Diyadin’e bağlı Taşbasamak köyünde çantasında okula ait iki kitap bulunduğu için hırsızlıkla suçlandı. Hem de öğretmenleri tarafından. Zehir hafiye öğretmenler, hırsızlık suçlamasıyla yetinmeyip, babasını da jandarmaya teslim etmekle tehdit etti. Ebru Yalçın 12 yaşındaydı, nasıl bir korku saldılar ki o minicik yüreğe, çareyi canına kıymakta buldu.

Anısına olsun!

Annem kavurga yapardı okula giderken. Sıcak sıcak ceplerime doldururdum. Çedeneyle karışığını severdim ben. Sadece tok tutmazdı bir de ellerimizi ısıtırdı zemherinin soğuğunda. Tipiden göz gözü görmez olduğunda bile, bir tutam kavurga yeterdi ısınmaya. Okulda acıktığımı pek hatırlamıyorum. Sınıfın arkasındaki askı, duvarı boydan boya kaplıyordu. Askılarda paltoları asacak yer kalmıyordu. Üst üste asılmış paltolar, sınıfı bir eskici dükkânına çeviriyordu. Her sırada üç bazen de dört kişi oturuyorduk. Tahtaya en köşedekinin kalması başlı başına bir sorun oluyordu. Bir, iki, üç öğrenci kalkıp yer açıyor ve köşedeki titrek adımlarla tahtaya geçiyordu. Soruyu bilmek ya da bilmemek önemli değildi. Hiçbirimizin bilgisi ve yeteneği hakkında en ufak bir kanaati olmayan hocaların o günkü ruh hali belirliyordu neyle karşılaşacağımızı. Bu ruha hali aşağılanmadan, küfürden geçip dayağa uzanan bir yelpazede gösteriyordu kendini. Tek kurtulan babası tanınanlar oluyordu.

Kor Şemo müdürdü. İri yarıydı ya da biz küçüklerin gözüne öyle görünürdü. Berbat bir takım elbise giyerdi. Ceketi üzerine atılmış gibi dururdu. Omuzları sarkık, kolları genellikle uzun olurdu. Bol pantolonunun belini, tokası yan duran bir kemerle büzerek sıkıştırırdı. Göbeğinin alt kısmında gömleğinin düğmeleri açılır, kıllı karnı fışkırırdı ortaya. Kor Şemo, ders boyunca genellikle oturur, sadece saldırı için ayağı kalkardı. Bazen üç beş dakika konuştuğu da olurdu. Asıl işi azarlamak için bir bahane bulmak, bazen bu bahaneyi dayağı hak etmiş olacak kadar abartmaktı. Ders boyunca çerez yerdi. Ağzında çerezler varken elinin içine hapşırırdı. Sonra eline sıçrayan dişlerinin parçaladığı çerezleri, salyalarının içinden seçer tekrar ağzına atardı. Birkaç tanıdığının çocuğunun dışında hiçbirimiz hakkında en ufak bir bilgisi yoktu, bu bilgi için niyeti de. Noksansız yazdığım sınav kâğıdına baktı, olmamış dedi ve on üzerinden iki verdi. “Hocam ben yazı…” diyecek oldum koca ağzından tükürükler saçarak oturmamı haykırdı. Ondan sonra da bana keçi gıgılıymışım gibi davrandı. Üst sınıfların uyarısını dikkate almamış, beni fark etmesine neden olmuştum. Bir gün eline hapşırdığı çerez parçalarını seçerek en dipte oturan sıra arkadaşımı tahtaya kaldırdı. Üç çocuk yol açmak için davrandık. Çocuğu sözlü yapıyordu güya hakaretlerle, küfürlerle ezdi durdu. “Otur ulan it yerine!” diye bağırdığında sıraya doğru gelen “it arkadaşımızın” yüzünde dayaktan kurtulmuş olmanın verdiği tebessüm belli belirsiz hissediliyordu. Yerine geçmesi için kalktık. “Niye gürültü çıkarıyorsunuz?” diye Kor Şemo da kalktı, bana yaklaştı o salyalı, kassız ve kemiksiz bir lop et gibi duran eliyle öyle bir tokat attı ki sınıfın arkasındaki askıya yapıştım. Yaşım on iki… Günlerce Kor Şemo’dan intikam alma planları kurdum…

Sinan Özbek

[email protected]

Bültene kayıt ol