Rusya'da devlet kapitalizmini anlamak

03.04.2018 - 09:54
Haberi paylaş

Arife Köse, Sosyalist İşçi gazetesinde Tony Cliff'in, Z Yayınları tarafından 28 yıl sonra yeniden basılan, Rusya'da Devlet Kapitalizmi kitabını tanıtıyor.   

Günümüzde insanların sosyalist fikirler ile arasına mesafe koymasının en önemli nedenlerinden biri, Marks’ın geliştirdiği sosyalizm fikri ile Sovyetler Birliği’ndeki Stalinist rejimin bir ve aynı şey olduğunu düşünmeleridir. Tony Cliff’in geliştirdiği ve Rusya’da Devlet Kapitalizmi adlı kitabında etraflıca açıkladığı teorisi bize, Sovyetler Birliği’nde Stalinist rejim tarafından gerçekleştirilen korkunç ve vahşi uygulamaların sosyalizm ile hiçbir ilgisi olmadığını anlama ve gerçekte ne olduğunu açıklama olanağı tanır.

Ancak bu sadece bir tarih tartışması değildir. Sosyalizmin ancak ve sadece kitlelerin, işçi sınıfının kendi eyleminin sonucunda gerçekleşebileceğini, işçi sınıfının her anlamda yenildiği bir devrimin artık sosyalist olamayacağını bilenler, Sovyetler Birliği’nin devlet kapitalisti olduğunu tespit etmenin aşağıdan sosyalizm geleneğini günümüzde devam ettirmenin tek yolu olduğunun farkındadırlar.

Sovyetler Birliği’nin devlet kapitalisti karakterinin anlamanın günümüz açısından bir başka önemi ise, bugün hala Çin gibi, Kuzey Kore gibi devlet kapitalisti rejimlerin varlığıdır.

Rekabet

Cliff, Rusya’da Devlet Kapitalizmi adlı kitabında Rusya’nın Stalin döneminde kapitalist toplum biçiminin belirli bir şeklini aldığını ve bunun adının devlet kapitalizmi olduğunu, Rusya’nın batılı rakipleri ile rekabet halinde olduğunu ileri sürer.

Cliff, Sovyetler Birliği’nin 2. Dünya Savaşı’nın hemen ardından, Doğu Avrupa’ya doğru genişlediği dönemde, 1948’de ortaya attığı bu teorisini, Rusya’daki rejimi tek bir kritere göre test ederek geliştirmişti. Bu kriter, devletin ve üretim araçlarının işçi sınıfının kontrolünde olup olmadığıdır. Cliff, çalışmasında Sovyetler Birliği’nde de işçilerin kendi üretimlerine en az batıdaki işçiler kadar yabancılaşmış olduklarını ortaya koydu.

1920’lerin başında bile, iç savaşın yol açtığı büyük yıkım ve yoksulluğa ve devrimin tek başına kalmış olmasına rağmen hala üretim büyük ölçüde işçilerin kontrolündeydi. Her bir işyeri işçilerden, Bolşevik Partisi komitelerinden ve fabrika müdüründen oluşan bir komite tarafından yönetiliyordu. Fakat 1928’den itibaren bu durum işçilerin aleyhine olacak şekilde değişti ve her iş yeri tepeden atanan bir yönetici tarafından yönetilmeye başladı. Sovyet seçimleri neredeyse yapılmaz hale geldi ve yapılabildiği zaman da oy pusulasında sadece tek bir adayın olması ve bütün oyların bu adaya verilmesi sağlandı. Artık Sovyetler’e seçilen her kişi yaklaşık yüzde 99.9 oyla seçilir hale geldi.

Tüm bu saldırılar karşısında ise, artık işçi sınıfının devrimin sonucunda elde ettiği kazanımları savunabilecek bir işçi sınıfı kalmamıştı. İşçi sınıfı hem nitelik hem de nicelik olarak zayıflamış, devrimi gerçekleştiren sınıf büyük ölçüde iç savaşta yok olmuştu. Devrim sırasında 3 milyon olan işçi sayısı iç savaştan sonra 1 milyon 250 bine düşmüştü.

Hızlı sanayileşme

Cliff kitabında, Sovyetler Birliği’nin, İngiltere ve Fransa’nın işgaline uğrama tehdidi karşısında hızlı sanayileşme yolunu tercih ettiğini ve bu yön değişikliğinin sonucunda devlet kapitalisti bir rejim haline geldiğini anlatır. Böylece Sovyetler Birliği gelişmiş kapitalist ülkelerden gelen tehditleri savuşturabilecek askeri güce ulaşabilecektir.

Böylesi bir sanayileşme hamlesi, Sovyetler Birliği’nin batının yaklaşık üç yüzyıl önce gerçekleştirdiği ve Marks’ın ‘ilkel birikim’ olarak adlandırdığı süreci yaşaması anlamına gelmektedir. O dönemde batılı devletler bu ilkel birikimi gerçekleştirebilmek için milyonlarca Afrikalıyı köle olarak kullanmış, milyonlarca yerli halkı yok etmiş ve milyonlarca köylünün toprağını elinden alarak, sadece fabrikalarda patronu için çalışarak hayatta kalabilecek bir sınıf yaratmıştı.

Stalinist rejim de aynısını yaptı, çok daha hızlı yaptı. Devrimden hemen sonra ekonominin önceliği kitlelerin ihtiyaçlarını karşılamaktı. Ancak Stalin döneminde bu önceliğin yerini birikim ve batı ile rekabet aldı, dolayısıyla tüketim azaltıldı. 1927’de tüketim ekonominin yüzde 67.2’sini oluştururken 1940’da bu oran yüzde 37.8’e düştü. Köylülerin üretimlerine el konuldu ve bunun sonucunda 1930’larda Rusya ve Ukrayna’da büyük bir kıtlık yaşandı. Ve tıpkı batının ilkel birikim için köle emeğini kullanması gibi Stalin rejimi de insanları çalışma kamplarında zorla çalıştırdı.

Eleştiriler

Devlet kapitalizme yönelik en büyük eleştirilerden biri, mülkler kamulaştırıldığı ve devlet tarafından kolektif olarak yönetildiği için Sovyetler Birliği’nin kapitalist olmasının mümkün olmadığı iddiasıdır. Ancak, Cliff’in bu iddiaları kapitalizmi sadece özel mülkiyet olarak anlamakla eleştirmiş ve kapitalizmin özünün özel mülkiyet değil sermaye birikimi olduğunu ileri sürmüştür. 

Bir diğer eleştiri ise, işyerleri arasında rekabet olmadığı için Rusya’nın kapitalist olamayacağı şeklindedir. Cliff, bize Sovyetler Birliği’nin bir bütün olarak devasa tek bir fabrika gibi çalıştığını ve batı ile rekabet ettiğini ve bu rekabetin itici gücünün de askeri rekabet olduğunu anlatır. Sovyetler Birliği’nde bürokrasi, tıpkı herhangi bir “özel” kapitalist şirket gibi, sadece birikime ve üretim seviyesine rakiplerinin üretim seviyesi ile eşitlemeye odaklanmıştır. 

Cliff’in bu tezini ortaya attığı yıllarda Sovyetler Birliği sürekli büyüyen parlak bir ekonomiydi. Dolayısıyla batı ile rekabet etme ve hatta ona yetişme hedefinde başarılı olmuş gibi görünüyordu. Birinci Beş Yıllık Plan, devasa bir büyümeyle ve sanayinin hızla gelişmesiyle sonuçlanmıştı. Ancak Cliff, bunun devam etmeyeceğini ve eninde sonunda Sovyetler Birliği’nin krize gireceğini ileri sürdü. 

İlk dönemde yaşanan hızlı büyümenin ardından ekonomi yavaşlamaya ve tıpkı Cliff’in ileri sürdüğü gibi, 1980’lerden itibaren de krize girmeye başladı. Bunun üzerine ülke yönetiminde ayrılıklar ve halk arasında da büyük grevler ve gösteriler patlak verdi. Nihai olarak da rejim 1989’da çöktü.

Cliff, Sovyetler Birliği çökmeden çok önce, hatta en parlak günlerinde bu teoriyi geliştirmişti. Onun bunu yaparken kendisine rehber edindiği ilke günümüzde aşağıdan sosyalizm geleneğinin savunanların da tek yol göstericisidir: sosyalizm kitlelerin kendi eylemidir, işçi sınıfının yenildiği bir rejim sosyalizm olamaz.

Arife Köse

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol