(Video) Alex Callinicos anlattı: Emperyalizmin krizi

09.06.2016 - 16:24
Haberi paylaş

İngiliz marksist kuramcı Alex Callinicos, DSİP tarafından Mayıs ayında düzenlenen Marksizm 2016 toplantılarında emperyalizmin krizi üzerine konuştu.

Callinicos'un konuşmasının dökümü ve videosu şöyleydi:

Emperyalizmin krizin niteliğini anlamadan önce emperyalizmin nasıl bir şey olduğunu anlamamız gerek. Marksist gelenekte emperyalizm basitçe büyük ülkelerin küçük ülkeleri ezmesi, bastırması anlamına gelmez. Şöyle anlaşılır emperyalizm; kapitalizmin gelişmesinin belli bir aşamasında ortaya çıkan bir olgu. Örneğin Lenin’in ünlü kitabının başlığı Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması’dır. Emperyalizmin fikrinin gerek Lenin tarafından gerekse başta Rosa Luxemburg olmak üzere diğer düşünürler tarafından formülasyonu belli bir dönemde gerçekleştirildi. Bu dönem de 20. yüzyılın başında, Avrupa’daki büyük güçler arasındaki yoğun rekabet dönemiydi. Sömürgelere sahip olma mücadelesi, silahlanma yarışı ve giderek artan rekabet Birinci Dünya Savaşı ile sonuçlandı.

Marksist emperyalizm teorisi tam da bu jeopolitik rekabeti açıklama çabası olarak ortaya çıkıyor. Önde gelen büyük devletler arasında yoğunlaşan rekabet neden ortaya çıkıyor, bunu açıklama çabası. Emperyalizmi anlamanın iyi bir yolu, onun ekonomik ve jeopolitik rekabetin kesiştiği noktada ortaya çıktığını anlamak. Şöyle açıklayabiliriz; büyük şirketler arasındaki rekabetin  –ki Marx için bu kapitalizmin itici gücü– ülkeler, devletler arasındaki jeopolitik hâkimiyet kurma rekabetiyle birleştiği yer emperyalizm.

Bugün emperyalizm diye bir şey artık yok diyen Marksistler var. Bunun aptalca bir versiyonu var; artık resmi sömürge imparatorluklarının olmadığı gerekçesini öne sürüyor. Ama emperyalizm hiçbir zaman büyük güçlerin resmi olarak küçük devletleri işgal etmesi şeklinde olmamıştır zaten. Örneğin İngiltere 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başında Güney Amerika ülkeleri üzerinde egemendir ama orada sömürgesi yoktur, bağımsızdır o devletler.

Micheal Hardt ve Antonio Negri aynı yönde daha akıllıca bir argüman sunarlar. Onlar artık emperyalizmin olmadığını, çünkü jeopolitik rekabetin ortadan kalktığını anlatıyorlar. Ulus devletler bitti, ulus devletler imparatorluk adı verilen tek bir uluslar üstü yapıda birleşti diyorlar.

Bu noktada Lenin’e dönmek ve onun ifade ettiği iki temel fikri incelemek istiyorum. İlki kapitalist emperyalizm, sermaye birikiminin bizzat kapitalist sisteminin yapısını değiştirmesi nedeniyle ortaya çıkar. Özellikle sermaye birikimi, yani kapitalistlerin karlarını yeniden yatırıma dönüştürmesi, Marx’ın sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi dediği süreci ortaya çıkarır. Başka bir ifadeyle tek tek sermayeler giderek daha büyür ve sayıları azalır. Böylece az sayıda ve çok büyük şirket ekonomilerde egemen hale gelirler. Bu durum ekonomik ve jeopolitik rekabetin kesişimi noktasında büyük önem taşır. Çünkü rekabet giderek daha az sayıda ve daha büyük şirket arasında gerçekleşmeye başladığı ölçüde bu rekabet daha küresel bir hal alır. Bu durum da büyük kapitalist şirketler ve devletler arasında daha fazla karşılıklı bağımlılık oluşmasına neden olur. Şirketler kendi devletlerinin diğer devletlerden gelen basınca karşı kendilerini korumasını bekliyor.

Örneğin bugün Barack Obama AB’nin Google ve Apple gibi şirketlere yönelik düzenleme çabalarına karşı çıkıyor. Öte yandan bu büyük devletler de kendilerini askeri güçler olarak küresel düzeyde dayatabilmek için bu büyük şirketlere ihtiyaç duyuyorlar. Yani Obama’nın bu büyük bilişim firmalarını desteklemesinin ana nedeni, bu şirketlerin Amerika’ya dünya bilişim teknolojisi pazarını kontrol etme şansı vermesi ve bunun sonucunda Amerika’nın askeri üstünlük elde ediyor olması. Büyük güçler arasındaki savaşta farklı siber savaş türleri giderek önem kazanıyor.

Lenin’in vurgulamak istediğim ikinci temel düşüncesi, eşitsiz gelişme kavramıdır. Kapitalizm sadece süreç içinde büyümekle kalmaz, bu büyüme coğrafi olarak bazı bölgelerde yoğunlaşır. İmalat, ki kapitalizmin itici gücüdür, her yerde aynı ölçüde gelişmemiştir. Tarihsel olarak bakarsak başlangıçta İngiltere’nin kuzeyinde yoğunlaşmıştır. Bugün ise dünyanın ana imalat üssü Güney Doğu Çin’deki İnci Nehri Deltası bölgesidir. Eşitsiz gelişim kavramı emperyalizmi anlamak için iki açıdan kritik bir öneme sahip.

Birincisi, ekonomik olarak gelişmiş ve egemen bölgeler ile yoksul bölgeler arasında bir farklılık oluşuyor. İkincisi, bu eşitsiz gelişmenin merkezi zaman içinde sürekli değişiyor. 19. yüzyılın çoğunda egemen olan güç İngiltere’ydi. 19. yüzyılın sonlarında ise İngiltere’nin liderlik konumuna hem Almanya hem de ABD tarafından meydan okunuyordu. Bu günümüze kadar da devam eden bir süreç. İnci Nehri Deltası’ndan bahsettiğimde aynı zamanda bir sanayi gücü olarak Çin’in yükselişinden de bahsetmiş oluyorum. Eşitsiz gelişme süreci, dünyadaki mevcut dengeleri sürekli değiştirmeye aday, istikrarsızlaştırıcı bir süreç.

Lenin’in döneminde Hardt ve Negri’nin öncülü gibi görünen bir Marksist vardı, Kautsky. Kautsky sermayenin merkezileşme ve yoğunlaşma eğiliminin zaman içinde bütün dünya çapında gerçekleşeceğini ve kapitalizmin uluslararası düzeyde çok entegre haline geleceğini, bunun da hiçbir kapitalistin savaş çıkarmak ihtiyacı hissetmeyeceğini söylüyordu. Lenin Kautsky’yi, kapitalizmin coğrafi merkezinin değişmesinin, farklı kapitalistler arasındaki sürekli bir anlaşma olasılığını imkânsız kıldığını savunarak çürüttü. Lenin’in bu öngörüsü çağdaş dünya için de geçerli olmaya devam ediyor.

Şu anda Güney Çin denizinde bir dizi ada üzerinden muazzam bir rekabet sürüyor. Bölge enerji kaynakları açısından önemli. Çin bölgenin tümü üzerinde hak iddia ediyor ve iddialarına dayanak oluşturmak için adaları fiziksel olarak da büyütüyor. Küçük kayalıkları birleştirip daha büyük hale getiriyor. Sonra Çin hükümeti “Bu adalar Çin toprağıdır dolayısıyla kimse onların yakınından uçamaz” diyor. ABD ise bu iddiaları kabul etmediğini söylüyor, uçaklarını bu adaların üzerinden uçurup gemilerini adalara çok yakın sulara demirliyor. Bu küresel kapitalizmin en dinamik bölgesinde oluyor, dünyanın en büyük iki ekonomisi karşı karşıya geliyor. Bu bölge üzerindeki rekabet bir anlamda sembolik, ancak asıl sorun Çin hükümetinin ABD donanmasının Batı Pasifik’te egemen olmasından rahatsız olması. Bu yüzden Çin zamanla ABD’yi bölgeden uzaklaştıracağını umduğu bir donanma ve silah sistemi inşa ediyor.

Bu bölge giderek artan jeopolitik rekabete tanık olduğumuz tek bölge değil. Doğu Avrupa’da Rusya ve NATO karşı karşıya geliyor. Bu çatışma Kırım ve Ukrayna üzerinden başladı ancak şimdi ABD Avrupa’daki askeri varlığını ve askeri harcamalarını arttırıyor. Pentagon silahlı bir tugayı Doğu Avrupa’da kalıcı olarak konuşlandırmak istediğini açıkladı. Üst düzey askeri bir yetkili “Bu daha başlangıç, daha fazla askeri gücü bölgeye yerleştirmek istiyoruz” diyor.

Dolayısıyla gördüğümüz şey jeopolitik rekabetin ortadan kalkması değil, artmasıdır. Tüm bunların kökeninde yatan şey ABD’nin ekonomik gücündeki göreli azalma. Bu on yıllardır devam eden bir süreç, ancak küresel ekonomik kriz bu süreci hızlandırdı. Madalyonun öbür yüzünde ise artan ekonomik gücüyle Çin’in yükselişi var. Çin’in yükselişi çeşit çeşit jeopolitik ittifaka yol açıyor. Örneğin Çin yakın zamanda ABD’nin egemen olduğu IMF ve Dünya Bankası karşısında yeni bir Asya altyapı bankası kurdu. ABD “Kimse bu yapıya katılmamalıdır” dedi. Şaşırtıcıdır, ABD’nin boykotunu ilk kıran ülke onun bir numaralı müttefiki olan İngiltere oldu. Onu içlerinde ABD’nin önemli bir müttefiki olan Güney Kore’nin de bulunduğu bir dizi ülke izledi. ABD’nin Irak’ta yaşadığı tarihsel yenilgi de gerilemesini hızlandırdı. Solda, bazıları gayet akıllı olan insanlar “ABD Irak Savaşı’nı kaybetmedi” diyorlar. Onlar ABD’nin Irak’ın petrolünden faydalanmayı sürdürdüğüne vurgu yapıyorlar. IŞİD’in Musul’u ele geçirmiş olması bu iddiayı zayıflatıyor.

Rusya’nın bu tablodaki yeri hakkında bir şeyler söylemem gerek. Rusya’nın emperyalist bir güç olduğunda ısrarlı olmamız gerek. Solda Putin’i ilerici bir lider olarak görmek doğrultusunda kendini kandıranlar var. Rusya aynen SSCB döneminde olduğu gibi emperyalist bir güç olmayı sürdürüyor ama o döneme kıyasla çok daha zayıf bir emperyalist güç. Sadece daha zayıf değil ekonomik olarak da kırılgan. Örneğin küresel ekonomik sisteme entegre olduğu için ABD Rusya’ya karşı yaptırım uyguladığında bunun etkisini gerçekten hissediyor. Sonuç olarak Putin Rusya’nın şu an elinde olanları korumaya çalışıyor. Dolayısıyla Ukrayna’nın NATO’ya katılmasını engellemek için buraya müdahale etti. Esad rejimini kurtarmak için, 1950’lerden bu yana Rusya’nın müttefiki olan Suriye’ye müdahale etti. Ayrıca Putin Çin ile ittifak kurmak istiyor çünkü Çin çok daha güçlü ve böylece kendi gücünü arttırmaya çalışıyor.

Obama döneminde ABD Çin’e odaklanmaya çalıştı. ABD’nin hedefi Asya’ya yoğunlaşmak ve Çin’in gücünü bölgeye hapsetmekti. Ama ABD 20. yüzyılın başında İngiltere’nin olduğu gibi küresel emperyalist güç olduğundan tek bir bölgeye odaklanamıyor. Avrupa’ya daha çok kuvvet kaydırarak Ukrayna’daki savaşa da müdahil olması gerekiyor. Üstelik onlar için daha ciddi bir sorun olarak Ortadoğu’nun içine çekilmiş durumdalar. Obama yakın zaman önce verdiği bir söyleşide, herhalde başkanlığı yakın zaman sonra bırakacak olmasının da etkisiyle çok dürüst yanıtlar verdi. Bu söyleşide ABD’nin Ortadoğu’da savaşmasının tam bir zaman kaybı olduğunu düşündüğünü açık bir şekilde ortaya koydu. Hatta terörizmin büyük bir sorun olmadığını bile iddia etti. Her yıl teröristlerin öldürdüğünden daha fazla sayıda Amerikalının ahırlarında öldüğünü de ekledi. Ama bu dedikleriyle kıyasladığımız zaman ABD’nin Ortadoğu’ya giderek daha fazla gömüldüğünü görüyoruz.

Açık konuşayım, Ortadoğu ABD emperyalizmi için hala önemli bir bölge. Ama ABD Ortadoğu’daki egemenliğini böl ve yönet politikalarıyla sürdürmek isterdi. Başka bir değişle Türkiye’yi İran’a karşı, Suudi Arabistan’a karşı, İsrail’e karşı kullanarak bölgedeki genel ABD egemenliğini korumayı tercih ederdi. Ama IŞİD onların görmezden gelemeyeceği kadar önemli bir olgu. Ancak bölgedeki devletler IŞİD’le o kadar da fazla ilgilenmiyor. Yakın zaman önce Musul ile ilgili okuduğum ilginç bir makalede bölgedeki güçlerin Musul’un IŞİD’de olmasını rakiplerinde olmasına tercih ettiklerini yazıyordu. ABD sessizce de olsa Irak’ta ve Suriye’deki varlığını giderek arttırıyor ve gidenlerin bir kısmı öldürülüyorlar. Bu Pentagon için utanç verici bir durum çünkü ölenlerin savaşta öldürüldüğünü söylemek, onların sözde Irak ordusunu eğiten özel eğitmenler olduğu hikâyesi ile örtüşmüyor. Amerika’da herkes ABD’nin Vietnam’a girişinin başlangıcının özel eğitmenler yoluyla olduğunu hatırlıyor.

Bütün bunların sonunda dünya daha tehlikeli ve daha istikrarsız bir yer haline geliyor. Siz Türkiye’de yaşıyorsunuz, buna size söylememe gerek yok. Birkaç ay önce Türkiye bir Rus uçağını vurduğu zaman bu NATO ve Rusya arasında 1949’da NATO kurulduğundan beri yaşanan ilk çatışmaydı. Bu durum, yaklaşık on yol kadar önce önemli bir güç olan savaş karşıtı hareketi yeniden inşa etmemiz gerektiğini gösteriyor. Bu yapmak on yıl öncesine kıyasla daha zor ve daha karmaşık, ama yapmamız gerek. Hem emperyalizmin kurbanı olan, hem de bazen emperyalizm tarafından manipüle edilen ezilenlerin yanında durmamız gerek. Türkiye’de elbette Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkı mücadelesini desteklemeliyiz. Her yerde emperyalizmin önemli bir ideolojik silahı olan İslamofobi’ye karşı durmamız gerek. Sonuç olarak emperyalizmin bir sistem olduğunu anlamamız gerek. Lenin’in de dediği gibi emperyalizm, kapitalizmin bugün aldığı şekildir. Eğer emperyalizmden kurtulmak istiyorsak, barış istiyorsak sosyalist devrim için mücadele etmeliyiz. DSİP’i inşa etmenin önemi de burada ortaya çıkıyor.

Video: Berkay Bağcı
Notlar: Onur Devrim

Bültene kayıt ol