Sol reformizm ne kadar radikal?

12.09.2015 - 08:53
Haberi paylaş

1991’de Sovyetler yıkıldığından beri sosyalizm fikri ve sosyalist partiler taban kaybetmişti. Fakat çok kısa bir süre “radikal sol” partiler yükselmeye başladı.

1990’larda Asya’dan başlayarak Latin Amerika’ya yayılan ekonomik kriz Latin Amerika’da arka arkaya radikal sol partileri iktidar yapmıştı. Venezuela’da Chavez, Arjantin’de Kirschner, Brezilya’da Lula da Silva, Bolivya’da Evo Moralez iktidar oldular. Her biri ülkelerinde yükselen militan işçi sınıfı rüzgârını arkasına alıyordu. En radikal lider olarak görülen Chavez’e karşı iki defa ABD destekli darbe girişimi dahi olmuştu. Chavez diğer liderlerden farklı olarak 21. Yüzyıl sosyalizminin Venezuella’da kurulmakta olduğunu söylüyordu. Bugün Chavez yok ama partisi hâlâ iktidarda. Yaklaşık 16 yıl oldu ve Venezuella’da sosyalizme dair her hangi bir gelişme yok. Bugün Brezilya’da milyonlarca insan Lula’nın İşçi Partisi yönetimine karşı sokaklarda mücadele ediyor. Bolivya ve Arjantin’de hâlâ aynı başkanlar var ama işçi sınıfı örgütlenmesinde ve eylemliliğinde her hangi bir radikalleşme yok.

2008 küresel finans krizinden sonra da önce Avrupa ülkelerinde büyük işçi eylemleri yaşanmıştı. Daralan ekonomi Avrupa’ya ekonomik olarak bağımlı olan Kuzey Afrika ülkelerinde işsizliğin ve enflasyonun artmasına yol açmıştı. 2011’de Tunus’ta başlayan devrimler tüm Ortadoğu’ya yayıldı. Kısa sürede Yunanistan ve İspanya’da yüzbinlerce insan meydanları işgal etti. Hareket, ekonomik krizin en ağır vurduğu Avrupa ülkesi olan Yunanistan’da daha da radikalleşti. İşçi sınıfı üç yıl içerisinde gerçekleştirdiği 30 kadar genel grevle arka arkaya hükümetleri devirdi. Sonunda radikal sol parti Syriza’yı iktidara taşıdı. İspanya’da ise 2014 Ocak ayında kurulan ve radikal sol politikaları savunan Podemos, Mayıs ayındaki AB Parlamentosu seçimlerinde %8 oy alarak büyük ses getirmişti. 2015 Kasım ayında yapılacak genel seçimlerde birinci veya ikinci parti olacak gibi duruyor.

Peki, radikal sol olarak ortaya çıkan bu partiler neden Latin Amerika ve Syriza örneğinde olduğu gibi giderek radikalliği bırakıp merkez politikalara kayıyorlar?

Hem Latin Amerika solunda, hem de Syriza ve Podemos liderliğinde ortak bazı yönler var. Birincisi bu partiler devrimci değil reformist partiler. Yani sosyalist bir topluma işçi sınıfının kendi öz örgütlenmelerini oluşturarak varabileceği gibi bir aşağıdan sosyalizm teorisine sahip değiller. İşçi sınıfının burjuva devlet aygıtını sadece oy vererek değiştirebileceğini düşünüyorlar. “Radikal” parti liderlikleri işçi sınıfı lehine uygulamalara giriştiğinde sosyalizme doğru adım attıklarını düşünüyorlar. İkincisi bu partiler siyaseti sınıflar arasında değil ulusal kimlik ve ulusal onur etrafında örüyorlar. Latin Amerika’da egemen olan sol retorik ABD emperyalizminden bağımsızlaşmak. Syriza lideri Çipras ise daha seçimleri kazandığı akşam tüm Yunan halkının iktidarı olduğunu söylemişti. Podemos lideri Iglesias, siyasi mücadelenin elitler dediği kötü siyasetçiler ile halk arasında olduğunu anlatıyor. Bu sol popülizm burjuva devlet aygıtını dağıtmak, alternatif örgütlenme pratikleri ortaya koymak gibi bir vizyondan yoksun. Reformist liderlikler parlamento gücünü işçi ve işsizler lehine kullanmaktan öte bir perspektife sahip olamıyorlar.

Burjuvazinin çıkarlarını temsil etmek üzere organize edilmiş devlet aygıtlarının radikal sol partiler tarafından kullanılması çelişkili bir durum yaratıyor. Kapitalizmin kurallarına göre işleyen devlet  aygıtını bu şekli ile işletmeye çalışmak bürokrasiden ve egemen sınıftan basınç yemelerine neden oluyor. Syriza’nın bankaların çalışması için küresel finans kurumlarıyla anlaşmak durumunda kalması bunun en güncel örneği. Bir diğer basınç ise yaşam koşulları çekilmez bir hâl alan işçi ve işsiz yığınlardan geliyor. Partilerin radikalliğinden ziyade bu kitlelerin radikalliği nedeniyle iktidara gelen sol partiler destek aldıkları kesimlerin acil sorunlarına çözüm bulamadıkları zaman onları siyasetin dışında bırakmak için merkez politikalara yöneliyorlar. Polis gücünü grevcilerin, eylemcilerin üzerine gönderiyorlar. Kemer sıkma politikalarının bir kısmını uygulayabiliyorlar.

Oysa iktidar olan radikal partiler, devrimci bir perspektife sahip olsalar yapabilecekleri başka şeyler var. Egemen sınıfın çıkarına işleyen devlet aygıtını reforme etmek yerine onu çalışamaz hâle getirebilirler. Ordu ve güvenlik güçlerine bütçe vermeyi redderek bunu emekçiler çıkarına kullanabilirler. Grev, gösteri ve iş yeri işgallerine yönelik her türlü devlet baskısını engelleyebilirler. Böylece zaten radikalleşmekte olan işçi sınıfının daha büyük bir özgüvenle kendi örgütlenmesini artırmasının önünü açabilirler.

Özdeş Özbay

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol