21. yüzyılda “sınıf” ne ifade ediyor?

19.08.2015 - 01:48
Haberi paylaş

Çalışma biçimimizde yaşanan açık değişimler, artık işçi sınıfı yokmuş izlenimi uyandırıyor. Fakat Joseph Choonora, hâlâ dünyayı değiştirme potansiyelimiz olduğunu söylüyor:

Marksist literatürdeki en ünlü çalışmalardan biri olan Komünist Manifesto şu slogan ile biter: “Dünyanın bütün işçileri, birleşin!” 

Karl Marks bu sözleri 1848’de yazdığında dünyanın bütün işçileri 10 ya da 20 milyondu.

İşçiler, dünya nüfusunun sadece yüzde 2 ya da 3’ünü oluşturuyordu ve sadece birkaç alana hapsolmuştu.

Günümüzde her şey farklı. Uluslar arası Çalışma Örgütü’ne (ILO) göre, dünya tarihinde ilke kez 2013’de küresel emek gücünün içinde yer alanların büyük çoğunluğu ücretli işçilerden oluşuyor.

1990’ların ortalarından bu yana 600 milyon kişi daha artarak günümüzde ücretli işçi sayısı 1.6 milyara ulaşmış durumda.

Ancak işçi sınıfının kapitalizme karşı mücadele etme yeteneği konusunda büyük bir tartışma var.

Örneğin 2011’de solcu akademisyen Slavoj Zizek, kısa süre önce gerçekleşen ve 2.6 milyon işçinin katıldığı, kamu sektöründe emeklilik ile ilgili grevi “ücretli burjuvazinin ayaklanması” olarak nitelendirdi. . 

Zizek şöyle yazdı, “Günümüzde uzun süreli bir işte sömürülme şansı ayrıcalıktır”.

Zizek’in makalesi iki argümandan oluşuyordu. Birincisi, kitleler artık direnemeyecek kadar ezilmişler ve güvencesizleştirilmişlerdir. İkincisi, küçük bir azınlık, kapitalizme karşı direnmekten herhangi bir çıkarı olamayacak kadar ayrıcalıklıdır.

21. yüzyılda sınıfı anlamak için farklı bir yerden başlamak zorundayız.  

Marks, işçi sınıfının kapitalizm içinde özel bir yeri olduğunu iddia etmişti. Bu özel yer işçi sınıfına özel çıkarlar ve yetenekler veriyor ve işçileri mücadele etmeye eğilimli hale getiriyor.

İşçi sınıfı üretim araçlarına sahip değildir. İşçiler bir kapitalist için çalışmak zorundadır. Ve bu süreçte sömürülürler.

Bu süreç bir dizi şeyi doğurur.

İşçi sınıfı, hem sayısı hem de toplumsal ağırlığı itibariyle devrimci bir dönüşümü sağlayabilecek tek sınıftır. Ve kapitalistler kâr etmek için işçi sınıfına bağımlıdır.

Sömürüyü baskıdan ayıran şey budur. 

Örneğin ırkçılığa maruz kalmak bana bir güç vermez. Ancak sömürüye maruz kalmak bana bir güç verir. Sermaye üzerinde bir gücüm olur.

Ayrıca işçi sınıfı kolektif bir sınıftır. Sermaye, işçileri ve makineleri büyük fabrikalarda bir araya getirir. İngiltere’de işçilerin hemen hemen yarısı 100 ya da daha fazla çalışanın bulunduğu iş yerlerinde çalışıyor.

Daha sonra sermaye işçileri benzer pozisyonlara koyar, böylece birbirlerini anlayabilirler ve aralarındaki bağlantıyı görebilirler.

Sermaye üzerindeki sürekli işçilerden daha fazla kâr etme baskısı onları örgütlenmeye ve mücadele etmeye iter.

İşçi sınıfı tarihte sürekli militan olan tek sınıftır. Köle ayaklanmaları her yüz yılda bir olur. Köylü ayaklanmaları her 20, 30 ya da 50 yılda bir olur.

Ancak dünyanın her yerinde her birkaç yılda bir işçi sınıfının dahil olduğu grev dalgaları ya da devrimler olur.

İşçiler çoğu zaman kendilerini güçsüz hissedebilirler ve kendi çıkarlarına ters olan fikirleri kabul edebilirler. Fakat dayanışma, ortak çıkar vs’ye dayalı alternatif fikirler her zaman onların çıkarlarına ters fikirlerle aynı zamanda var olur.

Bu, dinamik bir durumdur.

Fikirler

İşçilerin fikirleri genellikle iki nedenden dolayı değişir. Birincisi, kriz anlarında ana akım fikirler kırılmaya başlar.  

İkincisi, işçiler mücadele ederken fikirleri de değişir. Ortak çıkarlarını ve sermayeye karşı direnme ve dünyayı dönüştürme kapasitelerini fark ederler.

İşçi sınıfı mücadeleleri zirve noktasına ulaştığında devrim olasılığının önünü açar. Kapitalist refahın emeğe bağlı olduğunu gösterirler.

Fakat işçi sınıfı mücadele etmediği zamanlarda artık böyle bir güce sahip değilmiş gibi görünebilir.  

Bazıları örneğin İngiltere’de üretim sektöründe yaşanan düşüşün işçi sınıfının artık kapitalizme meydan okuyamayacak kadar zayıfladığı anlamına geldiğini düşünüyor.

Fakat İngiltere’de üretim sektörü hiçbir zaman ülkedeki iş gücünün yarısından fazlasını bünyesinde barındırmadı zaten.  

Ayrıca üretim sektöründe çalışanların sayısı azalmış olsa bile üretimin kendisi hâlâ yüksek.

Bu da küçük bir grup üretim sektörü çalışanını güçlü kılıyor. Üretim zincirinin bir noktasındaki işçi diğer işçiye bağlı hale geliyor. Dolayısıyla küçük bir grup işçi bütün bir işi durdurabilecek güce sahip oluyor.

Üretimin azalması işçi sınıfının azaldığı anlamına gelmez. Marks hiçbir zaman üretimin şeylerin üretimi ile ilgili olduğunu söylemedi. O, işçi sınıfının kapitalistler için kâr ürettiğini söyledi.

Örneğin Amazon’a ait işyerlerinde yılbaşı döneminde 3,000’den fazla insan çalışır. İş sürekli izlenir.  

Fakat bu işçilerin örgütlenme ve mücadele etme potansiyeli vardır çünkü sürekli bir arada bulunmaya itilirler ve sömürülürler.

Bu ayrıca doğrudan kâr üretmeyen finans işçileri için de geçerlidir. Finans sektörü çalışanları yeni bir değer yaratmaz ancak finansal sistemin pürüzsüz bir şekilde işlemesini sağlarlar.

Kamu sektöründe özelleştirme bu işçilerin çoğunun kârı azaltacak güce sahip olması anlamına gelir. Ayrıca özelleştirilmemiş kamu sektörü çalışanları bile mücadeleye atıldıklarında bir güce sahip olurlar.

2011’deki emeklilik grevleri ekonomiye 2.5 milyon pounda mâl oldu. Bunun nedeni kısmen okullar kapalı olduğundan dolayı anne babaların çocuklarına bakmak için izin almak zorunda kalmasıydı

Bu tür grevler diğerlerinin de direnişin mümkün olduğunu görmesine yol açar.

Bazıları günümüzde çalışmanın daha güvencesiz olduğunu ve bunun işçilerin gücünü etkilediğini söylüyor.

Çok sayıda kişi geçici çalışmanın önemli ölçüde arttığını kabul ediyor.  

Geçicilik

Ancak İngiltere’de su anda geçici işlerde çalışanların sayısı 20 yıl önce olduğundan daha fazla değil. Bu tür işlerde çalışanlar hala iş gücünün yüzde 6 ya da 7’sini oluşturuyor.

İşçilere yönelik saldırılar var. Fakat bu saldırı asıl olarak sürekli işlerde çalışanların geçici işlerde çalışmaya yönelmesi şeklinde değil.

Guy Standing gibi bazı yazarlar “prekarya” adını verdikleri şeyi abartıyorlar çünkü yarı zamanlı çalışanları da buraya ekliyorlar.

Ancak yarı zamanlı çalışma işçileri çalışma hayatının kenarına atma yöntemi değildir. Çok sayıda insanı, özellikle kadınları iş gücünün içine çekme ve onlara sürekli bir iş sağlamanın yoludur.

Yarı zamanlı çalışan işçilerin, çıkarları açısından, tam zamanlı çalışan işçilerden bir farkı yoktur.

Ayrıca çalışma süresi uzadı. Özellikle İngiltere ve ABD gibi gelişmiş ülkelerde uzun süreli işlerde çalışanların sayısı arttı.

Her zaman zayıf pozisyonlarda çalışan işçiler olmuştur ve olacaktır.  

Marks’ın yaşadığı zamanda sayısı en fazla olan işçiler ev hizmetlileriydi ve bunlar genellikle toplumdan izole edilmiş şekilde yaşayan genç kadınlardan oluşuyordu.

Fakat liman işçileri gibi zayıf pozisyonlarda çalışan işçiler örgütlediler, mücadele ettiler ve koşullarını düzelttiler.

En zayıf işçilerin durumlarını genelleştiremeyiz.

Ayrıca işçileri işten çıkarmak patronlar için her zaman kolay değildir.  

İngiltere’de son kriz işsizliğin kitlesel şekilde artmasıyla sonuçlanmadı.  

Patronlar, bir yandan işçilerini çalıştırmaya devam ederken diğer yandan onların çalışma koşullarına, sosyal haklarına saldırdılar.

İşçileri kovmak işleri aksatabilir. İnsanların moralini etkileyebilir ve mücadeleyi tetikleyebilir.  

Ayrıca maliyeti yüksek olabilir. Hemen hemen her düzeydeki işçi grubunun kapitalist sınıf için değerli belirli bir eğitimi ve deneyimi vardır.

O zaman, 1980’lerde işçi sınıfı ezildiğinden beri neden bu kadar güvencesiz hissediyoruz? 

1980’lerde işçi sınıfı küresel çapta büyük bir yenilgi yaşadı ve hâlâ bu yenilgiyi atlatabilmiş değil.

O zamandan beri egemen sınıf işçi sınıfına sürekli saldırmayı başardı.  

İngiltere’de yeniden yapılanma yeni işçileri yeni iş alanlarına çekti.  

Şu anda 30 milyonluk iş gücünün içinde yer alan işçilerden çok azının sınıf mücadelesi deneyimi bulunuyor. Ayrıca sosyalist ve solcu fikirler marjinalleştirilmiş durumda.

Bu durumda insanlar daha önce olduklarından çok daha kırılgan hissediyor olabilirler. Fakat işçi sınıfının yeniden örgütlenmesi onun potansiyel gücünü ortadan kaldırmaz.  

Amerikalı sosyalist Hal Draper’ın söylediği gibi, işçiler basitçe sadece var olmazlar.

İşçilerin kendine olan güveni buradan başlar. Ekonominin yeni alanlarında çalışan işçiler eninde sonunda, kapitalizmdeki pozisyonlarından dolayı mücadele edeceklerdir.

Bu mücadeleleri öngörmeliyiz. Bu mücadeleler sosyalist ve devrimci fikirlerin daha çok insana ulaşmasını sağlayacaktır.

Fakat bugün bile sosyalist ve devrimci fikirleri izleyenlerin sayısı hiç de az değil. Kısa süre önce Guardian gazetesi tarafından yapılan bir araştırma İngiltere’nin yüzde 6’sının kendisini ‘solcu’ olarak tanımladığını ortaya koydu. Bu 4 milyon kişi demek.

Eğer bu sistemi devirmek istiyorsak bu kişilerle ilişki kurmak ve işçi sınıfının gücü hakkındaki tartışmayı kazanmak zorundayız.

Joseph Choonara

(Socialist Worker'dan Türkçe'ye Arife Köse çevirdi)

Bültene kayıt ol