27 Ekim 1932: Slyvia Plath doğdu

27.10.2017 - 14:56
Haberi paylaş

Sözcükler kuru, sürücüsüz,
Yorulmak bilmez toynak sesleri.
Bu arada
Sabit yıldızlar havuzun dibinden
Bir yaşamı yönetiyor.”

Sekiz yaşındayken babası diyabetten öldü. Otoriter bir figürdü ve davranışları genel olarak Sylvia’nın ilişkilerini ve şairliğinde büyük etkisi oldu.

Babacım, artık sırtüstü yatabilirsin.
Şişko kara kalbine bit tahta parçası saplı olarak
Köylüler zaten seni hiç sevmemişlerdi.
Mezarına topuk vuruyorlar, üstünde dans ediyorlar şimdi.
Hep biliyorlardı zaten senin sebep olduğunu bütün kötülüklere.
Babacım, babacım, adi herif, bitirdin beni.

Daha on bir yaşındayken şiirleri yerel dergilerde ve gazetelerde yayımlandı. Aynı yaşta günlük yazmaya da başladı. Ulusal çapta ilk şiir kitabını ise 1950’de henüz on sekiz yaşındayken yayımladı.

Derin bir depresyondan geçmesine ve intihar girişiminde bulunmasına rağmen okuldan yüksek bir dereceyle mezun olmayı başardı. Mezun olduktan sonra İngiltere’ye, Cambridge’e taşındı ve İngiliz şair Ted Hughes ile evlendi.

Robert Lowell’la çalışmaya başladıktan sonra Massachusetts’e geri döndü. İlk defa şiirlerini topladığı kitabı Colossus 1960’ta önce İngiltere’de, iki yıl sonra ise ABD’de yayımlandı.

Frieda ve Nicholas’ı İngiltere’de dünyaya getirdi.

1962’de Sylvia, Assia Gutmann Wevill isminde başka bir kadın için terk edildi. Aynı senenin kışında derin bir depresyon geçirdi, en ünlü şiirlerinin bulunduğu Ariel isimli şiir kitabını bu dönemde tamamladı.

1963’te Victoria Lucas takma adıyla yarı otobiyografik romanı The Bell Jar’ı yayımladı. Sonrasında Britanya’da kayıtlara geçmiş en soğuk kışlardan birinin 13 Şubat’ında ocağın gazını açık bırakarak intihar etti.

Sylvia’nın şairliği sık sık Gizdökümcü Tür denen akımla ilişkilendirilir. Robert Lowell ve Lowell’ın başka bir öğrencisi olan Anne Sexton’ın şiirleriyle karşılaştırılır. Plath’ın Türkiyeli kız kardeşi Nilgün Marmara Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi isimli tezinin sonuç kısmında onun hakkında şöyle yazmıştır: 

“S. Plath'ın şiirleri her ne kadar Gizdökümcü Tür denen bir akınla ilişkilendirilebilseler ye anlatında birinci tekil Şahsın bakış açısının yeğlenmesi ve egonun karanlık deneyimlerinin anlatılması gibi ortak noktalara sahip olsalar da, kendi içinde essiz ve orijinal varlıklar olarak titizlikle incelenmelidirler.

Genelde gizdökümcü türde ve özellikle Plath'ın şiirlerinde, yapıdaki tutsaklığın kaçınılmazlığının tehlikesi nesnel olarak fark edilse de, yitik kişiliği geri kazanmanın mantıklı yollarından birinin kişinin kendi benliğini tamamen unutması, öyle ki sonunda kendi benliğini tekrar tekrar anımsaması ve başka hiçbir şeyi anımsamaması olduğunu ' itiraf etmemek'' güçtür.

Plath, dünyadaki ve kendi zihnindeki egemen dehşetin gerçekliğini tasdik ederken, kendini işkence çeken insanlarla Özdeşleştirirken, hassas psişik atmosferindeki yaralarını sergiler. Ona göre ölüm, hayatından ve kariyerinden hiç eksik olmayan büyüleyici bir temadır, ölü bir baba yüzünden, erkek bir otorite figüründen yoksunluk yüzünden acı çekmesine yol açan ideoloji, ironik bir şekilde ona intiharsı şairlik yoluyla kendini gerçekleştirme fırsatı sunar; sözcüklere yönelik yoğun saplantısı, ölme arzusuna benzer.

Aslında bu yenilgi, onun yaralarının başkalarının yaralarıyla konuşmasını sağlayan bir billurlaşmış dizeler topluluğudur. İç acılarının ve ölüm saplantısının dış dünyadaki gerilimi yansıttığını keşfettiğinde, tarihe şiirsel yaklaşımında hem sanığa, hem de yargıca dönüşür, ölümle cansıza dönüşmek Plath için mutlak özgürlüktür ve ölüme derin bir özlemle giderek yaklaşırken, bu arzusunu şiirlerinde son derece bilinçli bir şekilde dile getirir.

Sadece ölümcül sözcükler kullanmayı seçmekteki içtenliğini savunur ve sonunda, şiirlerini andırır bir şekilde intihar eder. Kadınlara ikinci sınıflığı dayatan ve sarınmaları için, ıstırapla dokunmuş bir kumaştan başka bir şey sunmayan bir toplumun kurbanı olan Plath, uzlaşmayı reddeder ve uyumlu sosyal varlıkların çirkinliğine kaçınılmaz bir tepki olarak intiharı seçer. Yaşamanın ve şiir yazabilmenin derin anlamı, toplumda sistematik bir şekilde var olan ve kendisine dayatılan bir intihara dönüşür. Çocukken babası, “kadın" olduğundaysa kocası tarafından yalnız bırakılmıştır. Bu aşamada verdiği kararı durdurma olasılığına sahip hiçbir şey yoktur. Pavese’nin intihar etmeden önceki son günlerinde günlüğüne yazdığı gibi: “Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım." Plath da bir zamanlar varoluş sebebi olan sözcüklerde teselli aramaktan vazgeçer ve son şiirlerinden biri olan “Seneler”de (Agy., s. 270) şöyle der:

Sözcükler kuru, sürücüsüz,
Yorulmak bilmez toynak sesleri.
Bu arada
Sabit yıldızlar havuzun dibinden
Bir yaşamı yönetiyor.”

Bültene kayıt ol