15 Ocak 1902: İşçi sınıfının şairi Nazım Hikmet doğdu

15.01.2017 - 11:17
Haberi paylaş

Bundan 115 yıl önce bugün Nazım Hikmet dünyaya geldi. Sanatçılar ve paşalarla dolu bir ailenin oğluydu. Daha ilk gençliğinden itibaren şiirler yazmaya başladı. 20'li yıllarda Anadolu'da öğretmenlik yaparken Spartakistlerle ve sol düşünceyle tanıştı. Moskova'da yüksek öğrenim gördü. 1923'te TKP üyesi oldu. 1924'te Türkiye'ye döndü, hayatı mücadeleyle ve çok güçlü eserler vermekle geçti. Uzun yıllar hapislerde kaldı.

Nazım Hikmet, Selanik'te doğdu. Mevlevi olan dedesinin etkisiyle, küçük yaşlarında ilk şiirlerini yazdı. 1913 yılında Galatasaray Lisesi'ne girdi, ardından da Heybeliada Bahriye Mektebi'ne devam etmeye başladı. Sağlık sebeplerinden ötürü Bahriye Mektebi'nden ayrılmak zorunda kaldı ve Bolu'ya öğretmen olarak atandı. Bu dönemde Almanya'dan dönmüş olan bir grup Spartakist'le ve onların aracılığıyla sol düşünceyle tanıştı. Rusya'da yaşanan devrim sürecine ilgi duydu, Batum üzerinden Moskova'ya geçti. Burada Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'nde siyaset ve iktisat okudu.

1923 yılında TKP'ye üye oldu. Bunu şu sözlerle anlatıyordu: "Ben 1923'ten beri Türkiye Komünist Partisi üyesiyim; övündüğüm tek şey budur. Dünya tarihinde, çağının sorunları karşısında büsbütün yansız ve edilgen kalmış bir tek yazar göstermek kuşkusuz zor olacaktır. Yansız olduğu sanılabilir ve söylenebilir, ama nesnel olarak hiçbir zaman yansız olamaz." Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Kemalist hükümet tarafından katledilmelerini anlattığı "28 Kanunusani" şiiri, 1924'te Moskova'da sahnelendi. Nazım Hikmet aynı yıl Türkiye'ye döndü ve Aydınlık gazetesinde çalışmaya başladı, ancak Kemalist diktatörlük yazılarından ötürü hakkında 15 yıl hapis cezası istedi. Bunun üzerine tekrar Sovyetler Birliği'ne döndü.

1928'te çıkartılan af kanunuyla tekrar Türkiye'ye geldi. 1929 yılında hayatında önemli bir değişiklik meydana geldi. Şiirleri ve yazılarıyla edebiyat dünyasını çarpıcı bir şekilde etkilemeye devam ederken, TKP yönetimiyle anlaşmazlığa düştü. Şefik Hüsnü ile girdiği tartışmanın ardından, partiyle arasındaki ipler kopma noktasına geldi.

1929 yılı ortalarında Pendik yakınlarındaki Pavli adasında, kendisinden başka yedi kişinin daha katıldığı bir toplantı düzenledi. Toplantıya katılanlardan Zeki Baştımar, Stalinist diktatörlüğün kuklası durumundaki Komintern'in TKP merkezinden yana çıkması üzerine sonradan bu muhalif komiteden ayrıldı, diğerleri ise Komintern'in talimatı üzerine "Troçkistlik ve polis muhalefeti" suçlamasıyla partiden atıldılar. Nazım Hikmet ve grubu bu kararı tanımayarak kendilerini gerçek TKP saymaya devam ettiler, ancak yürüttükleri muhalefet etkili olamadı.

Bu arada artık 30'lu yıllara girilmiş, dünyada yaşanan derin krizin etkisiyle Avrupa'da güçlü bir şekilde esmeye başlayan faşizm rüzgârları Türkiye'yi de etkisi altına almıştı. Kemalist diktatörlük her türlü muhalefet odağını ortadan kaldırmış, kaskatı bir devletçilik politikası uygulamaya başlamıştı. Nazım Hikmet'in de bu terör ve sindirme politikalarından payını almaması mümkün değildi. Pek çok kez tutuklandı, sorgulandı, çeşitli baskılara maruz kaldı. Ancak Nazım Hikmet tüm bu baskılara rağmen mücadelesini sürdürdü, fikirlerini şiirlerinde ve yazılarında dile getirmeye devam etti.

1938 yılında Harp Okulu öğrencilerine komünizm propagandası yapmakla suçlandı ve düzmece bir mahkemede yargılanarak 15 yıl hapse mahkûm edildi. Hemen ardından donanmayı isyana teşvik ettiği suçlamasıyla 15 yıllık bir hapis cezası daha aldı, önceki mahkûmiyeti de hesaba katılarak cezası 28 yıl 4 aya indirildi.

Bu olay, Türkiye'de ve dünyada büyük yankı uyandırdı. Nazım Hikmet'in salıverilmesi için çeşitli girişimlerde bulunuldu ama dünya savaşının etkisiyle bu çabalar sonuç vermedi. Nazım Hikmet hapisteyken çok güçlü eserler verdi. Mektuplarıyla Kemal Tahir'i, konuşmalarıyla da Orhan Kemal ve İbrahim Balaban'ı yetiştirdi.

Yıllar ilerledikçe Nazım Hikmet'in maddi durumu ve sağlığı bozuldu. Para kazanmak için hapiste dokumacılıktan tercümanlığa kadar çeşitli işler yaptı. 1950'de sağlığının iyice bozulması nedeniyle, serbest bırakılması için açlık grevine başladı. Demokrat Parti'nin iktidara gelmesiyle birlikte düzenlenen güçlü kampanyaların etkisiyle Nazım Hikmet serbest bırakıldı, fakat tutsaklığı sona ermedi.

Polis hayatının her anında peşindeydi. Evinin kapısından çıktığı andan itibaren izleniyordu. Bu koşullar altında normal bir yaşam sürmesinin imkânı kalmamıştı. Kısa bir süre sonra da askere çağrıldı. 50 yaşında ve kalbinden rahatsız olan Nazım Hikmet, çürük raporu ile ordudan atılmış olmasına rağmen tekrar "er" olarak askere çağrılmasının altında başka niyetler olduğunu anlamıştı. 17 Haziran 1951'de Karadeniz'de kendisini alacak bir gemiye rastlama umuduyla Tarabya sahilinden kalkan bir sürat motoruyla denize açıldı ve çok sevdiği memleketinden bir daha dönmemek üzere ayrılmış oldu. Maceralı bir yolculuğun ardından 29 Haziran'da Moskova'ya vardı.

25 Temmuz 1951'de Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye vatandaşlığından çıkartılan Nazım Hikmet, Sovyetler Birliği'nde Moskova yakınlarındaki yazarlar köyünde ve daha sonra da, eşi Vera Tulyakova (Hikmet) ile Moskova'da yaşadı. Bulgaristan, Macaristan, Fransa, Küba, Mısır gibi ülkelere gitti, buralarda konferanslar düzenledi, savaş ve emperyalizm karşıtı eylemlere katıldı, radyo programları yaptı.

Sovyetler Birliği'nin hayallerinde yaşattığı ülke olmadığını anlaması uzun sürmedi. Demir pençesiyle işçi sınıfını ezen bürokrasiye karşı tavır aldı, bu yüzden defalarca uyarı aldı, ancak sahip olduğu büyük uluslararası prestij yüzünden bazı toplantı ve konferanslara davet edilmemek vb. gibi yaptırımlar dışında bir baskıyla karşılaşmadı.

Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963'te Moskova'da gazete almak için sokağa çıktığı esnada geçirdiği kalp krizi neticesinde öldü. Egemen ideolojinin temsilcileri bugün Nazım Hikmet'in sadece "yurtseverliği"ni ve aşklarını ön plana çıkartarak onun mücadelesini önemsizleştirmeye, farklı bir noktaya çekmek istiyorlar. Oysa Nazım Hikmet, bütün hayatı boyunca mücadelesinin merkezine işçileri koymuş, sosyalizm mücadelesinden ayrılmamış bir devrimcidir. Unutulması ve unutturulmaması gereken asıl kimliği bu olmalıdır.

Bültene kayıt ol