Eşitsizlikler dünyası

13.02.2018 - 17:52
Ahmet İnsel
Haberi paylaş

Son kırk yılda ülkeler arasındaki ortalama gelir seviyeleri farkı azalırken, en başta gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere, her ülkede gelir ve zenginlik dağılımında eşitsizlik arttı. Bütün ülkelerde eşitsizliklerin az veya çok artması, günümüz küresel kapitalizminin gelişmesini besleyen ana etmenlerden biri. Önüne geçilmeyen bu gidişatın insanlık açısından son derece endişe verici siyasi ve toplumsal sonuçları var. 

2017 sonunda Word Inequality Lab (Dünyadaki Eşitsizlikleri İnceleme Laboratuvarı) tarafından ilki yayımlanan “Dünyada Eşitsizlik Raporu”Thatcher politikalarının uygulanmaya başladığı 1980’den günümüze, dünya nüfusunun yüzde 1’ini oluşturan en zenginlerin, dünya nüfusunun alt yarısını oluşturan yüzde 50’nin iktisadi büyümeden aldığı payın iki mislini kaptığını gösteriyor. ABD’de son yirmi beş yılda, zenginler daha fazla zenginleşirken, yoksullar da daha fazla yoksullaştı. 
Bu eşitsizlik ABD’de AB ülkelerinden çok daha hızlı artmış ve artmaya devam ediyor. Gelir eşitsizliği, Ortadoğu’da, özellikle petrol ihracatçısı ülkelerde zaten baş döndürücü bir boyutta. Çin’de ise mutlak yoksulluk azalırken, gelir dağılımı eşitsizliği hızla artmış. Hindistan’da, Çin’den daha yavaş ama benzer bir gelişme yaşanıyor. Bu iki ülkedeki hızlı büyüme, gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasındaki toplam gelir eşitsizliğinin azalmasını sağlayan en önemli etmen. İç savaş, diktatörlükler, siyasal istikrarsızlıklarla çalkalanan Afrika ülkelerinde ise eşitsizlik derinleştiği gibi, ortalama büyüme de dünya ortalamasının gerisinde kalıyor. 
Rapor sadece gelirle değil, zenginlik dağılımıyla da ilgileniyor. Bu alanda eşitsizlik çok daha büyük. Nüfusun en zengin yüzde 1’inin ülke zenginliği içinde sahip olduğu pay, 20. yüzyıl başından 1980’lere kadar her yerde hızla azalmıştı. ABD’de bu oran 1930 başında yüzde 50 iken, 1980’lerde yüzde 20’ye düşmüştü. Şimdi yüzde 40’a çok yakın bir seviyede. Rusya’da yüzde 1’i oluşturan yeni zengin nüfus, son yirmi yılda ülkedeki toplam mal varlığının yüzde 40’ından fazlasına sahip olmuş. 
Gayrimenkul ve menkul değer zenginliğinin çok küçük bir nüfusun (dünya nüfusu içinde toplam yetmiş milyon kişi) elinde toplanmasının bir nedeni, özelleştirmeler. Diğeri, uluslararası sermaye piyasalarının reel ekonomiden giderek özerkleşmelerinin şişirdiği balonlar. 1980’de Birleşik Krallık’ta kamu net mal varlığının (yani kamu borcu düştükten sonra) değeri ülkedeki toplam mal varlığının yüzde 30’u iken, 2015’te bu oran yüzde eksi 5’e düşmüş! ABD’de durum aynı. Otoriter devlet kapitalizminin dünya başkenti Çin’de 1970 sonlarında yüzde 70 olan bu oran, 2005’te yüzde 30’a inmiş ama sonra düşüş durdurulmuş. 
Bu eşitsizlik artışına en fazla direnen bölge AB. Araştırmacılar bunu, sosyal politikaların hâlâ göreli güçlü kalabilmesine ve yapılan özelleştirmelere rağmen, kamu hizmeti sağlayan kurumların, başta eğitim ve sağlık olmak üzere korunmasının önemine dikkat çekiyor. Çin’in kamu net mal varlığı oranını ABD’nin 1970’lerde sahip olduğu seviyede son on yılda tutması da dikkat çekici. 
Ülke içi eşitsizliklerin büyüme ile birlikte artması, kapitalizmin siyasal ve toplumsal alanlarda çok daha çatışmalı bir sürece zemin hazırlaması demek. Kin ve nefret duygularının giderek siyasal alana hâkim olacağı bir çatışma ortamında, geleceği herkes için daha iyi yaşanır, daha özgür ve daha eşit kılmak için harekete geçme motivasyonları zayıflıyor. İktisadi çıkar temelli çatışmalar etnik, dini, kültürel kimliklerin karşılıklı kin ve nefret duygularıyla biçimlenen çatışmalar tarafından yönlendiriliyor. Evrensel insanlık ideali ile harekete geçen siyasal mücadeleler marjinalleşiyor. Diğer yandan, taşkın bir zenginlik içinde artan yoksunluk ruh halini ve eşitsizlikleri, herkes için yaşanabilir bir eşitlikçi dünya kurmak için yönlendirecek ve bunu kin ve nefret duygularını kışkırtıp, sömürerek yapmayacak yeni bir sosyalist/komünist söyleme olan ihtiyaç da aynı oranda artıyor.

Ahmet İnsel

(Cumhuriyet) 

Bültene kayıt ol