Kamusal alan

21.09.2017 - 09:06
Ümit Kurt
Haberi paylaş

“Öteki”nin kendi olarak varlığını, ontolojik statüsünü tanımak, belki de çağımızın çözümü en zor sorunlarından biri. Ancak, bu soruna meydan okumak adına yapılması gereken, insanların etik birer birey olarak (kendi kaderini kendi tayin edebilecek olguna erişen bireyler olarak) birbirinin kimliğine saygı gösterdiği, farklılıkların başkalarına zarar vermeden yaşatmaya çalıştıkları çok kültürlü bir toplum ülküsünü canlı tutmaktır.

Bugün her şeyden önce, hattı zatında bir özgürlük ve eşitlik meselesi olan başörtüsü sorunsalına son yaşanan gelişmeler ışığında baktığımızda bir kez daha “temelleri sarsılıyor, zayıflatılıyor, aşındırılıyor” denen ‘Cumhuriyet’in Türkiye özelinde de facto ve de jure olarak ne anlama geldiği ve bununla birlikte neye tekabül etmesi gerektiği üzerine bir tartışmanın özellikle laiklik ve demokrasi arasındaki içsel ilişkinin kristalize olması bakımında anlamlı ve faydalı olacağını düşünüyorum.

Zira bugün Türkiye’de halktan bu kadar uzak olan “Cumhuriyetin” Demirel’in veciz ifadesinde ete kemiğe büründüğü gibi “en büyük başarısının yine kendisi” olması bize ideal ve olması gereken bir Cumhuriyet fikri ve yönetimi vermiyor.

 Unutmamak gerekir ki sivil toplumun tarihsel olarak orijini dinsel özgürlük adına verilen mücadelelere karşılık gelmektedir. Bu tarihsel bir olgudur. Bunun anlamı, İslami olan da dahil her türlü dinsel aksiyonun ve dinsel ifade biçimlerinin ve eyleyişlerinin sivil toplumda yeri olduğu gerçeğidir.

Diğer bir deyişle, her bireyin kendi yaşam stilini bir kültüre dönüştürme hakkı; yani postmodernite, ister istemez çoğulluğu temel alan bir yapıyı, yani sivil toplumu, zorunlu hale getirmekte; her yaşam tarzı gibi etnik kimlikler de; din de (bu bağlamda özgül olarak İslam da), o çoğulluklardan biri şeklinde ve kendi yaşam tarzını bir kültüre dönüştürme hakkıyla sivil toplum alanında kendi yerini meşrulaştırabilir. Buna başörtüsü takan ve etnik kimliklerinin tanınmasını isteyen  bireyler de dahildir.

Üzerinde durulması gereken bir başka mesele de, Türkiye’de kamusal alanın, hâlâ Devlet’e ait alan olarak düşünülüyor olması yanlışlığıdır. Halbuki Kamusal alan, Sivil Toplum’un alanıdır;- dolayısıyla, Devlet’e ait alanla, özel alan arasında, ara-konumda yer alır.

Farz edelim ki, başörtüsü siyasal bir simgedir ve kamusal alanda dolaşıma girmemesi gerekir! Öyle olsa bile, bu defa kamusal alanın Devlet’in alanı değil, sivil toplumun alanı olduğu hatırlanmalı, dolayısıyla da, başörtüsünün sivil toplum alanında dolaşıma girmesinin hiçbir sakıncası olamayacağı açık ve net bir biçimde ortaya konulmalıdır.

Ümit Kurt

[email protected]

(Serbestiyet)

Bültene kayıt ol