Han Şeyhun gaz saldırısı - 2

14.04.2017 - 14:56
Ümit Kıvanç
Haberi paylaş

Kurbanların gaza maruz kalmadığını, her şeyin mizansen-sahneleme olduğunu ileri sürmeye birilerini iten nedir?

Çoğu cihatçı silahlı örgütlerin denetimindeki Suriye vilayeti İdlib’in Han Şeyhun kasabasında meydana gelen kimyasal silah saldırısı üzerine geçen hafta yaptığım olgu-veri derlemesi, taraftar olmayı seçmiş meslektaşlarımın cevap ve düzeltmelerine mazhar olamadı. Olgularla uğraşmak kimsenin içinden gelmiyor. Yalanlar konusuna hiç girmesek daha iyi. En iyi ihtimalle, tarafımızı suçlu çıkaracaksa olayın üzerinden atlamak, dikkatleri işin siyasî yönüne şuna buna çekmek tercih ediliyor.

Hakikatin peşindeki iyi niyetli okurların işine yarayacak birkaç şey aktarabileceğimi umarak, didinmeyi sürdüreyim diyorum. İnat işte.

Beyaz Ev’in yayımladığı rapor

Han Şeyhun kimyasal silah saldırısıyla ilgili önemli gelişmelerden biri, Beyaz Ev’in kamuoyuna açıkladığı rapor. Hemen belirtmeliyim ki, “saldırıyı Şam rejiminin yaptığından eminiz” denen raporda meselâ benim gibi birinin azıcık kurcalamayla edinebildiklerinin ötesinde, olayı aydınlatıcı, hepimizi ikna edici deliller yok. “Açık kaynaklar”dan edinilen bilgiye bu olayda fazlaca rağbet ettiği dikkat çeken Beyaz Ev bunu, “Elimizdeki bütün bilgiyi yayımlayamıyoruz, çünkü kaynaklarımızı ve yöntemlerimizi açık etmek istemiyoruz,” diye gerekçelendiriyor. Seçerek özetliyorum:

• Washington, ellerinde “sinyallere ilişkin ve jeo-uzamsal (geospatial) istihbarat” bulunduğunu, ayrıca çeşitli kurbanlardan alınma “fizyolojik örneklerin laboratuvar analizleri”ni yaptıklarını belirtiyor. İlki, Şayrat’tan kalkan uçakların izlenmesiyle, öbürü kimyasal silah kullanıldığının tespitiyle ilgili.

• Şayrat askerî havalimanından kalkan sabit-kanatlı bir Su-22 savaş uçağının, kimyasal saldırının yapıldığı söylenen saatlerde Han Şeyhun civarında dolaştığını, saldırı anından kısa süre sonra orayı terk ettiğini tespit ettik, diyor Washington.

• Beyaz Ev raporundaki en önemli ayrıntı -ve iddia- şu: Ellerindeki bilgiler, “…geçmişten beri Suriye’nin kimyasal silah programıyla bağlantılı olduğunu bildiğimiz personel”in Mart sonlarına doğru Şayrat askerî tesislerinde Kuzey Suriye’ye yönelik bir saldırı için hazırlık yaptıklarını, Han Şeyhun saldırısının yapıldığı gün de Şayrat’ta bulunduklarını gösteriyor. Bunu herhangi bir gazetecinin sınaması imkânı olmadığı gibi, doğruysa da özel olarak bu saldırının failine dair delil yerine geçer mi, şüpheli.

• Kurbanlarda ağızdan burundan köpükler gelmesi, gözbebeklerinin minicik kalması, kasılmalar gibi belirtiler görülmesine bakarak, saldırıda sarin kullanıldığına; ilaveten onlarla temas edenlerin geçici bilinç kaybına uğramasına bakarak, “zehirli gazın ikincil etkilerinin de” bu olayda görüldüğüne hükmediyor,  ABD’li yetkililer.

• Washington, gaz saldırısına ilişkin olarak internet ve sosyal medyada yeralan bütün videoların ve başka haberlerin Suriyeli muhalifler tarafından “imal edilmiş” olabileceğine ihtimal vermiyor. Bunun için, “olayı izleyen bunca medya kuruluşu ve insan hakları örgütlerini kandırabilecek bu kadar geniş bir organizasyonu” yapabilmeleri gerekirdi, deniyor raporda. (“Sahneleme”-“mizansen” konularına aşağıda değineceğim.)

• Beyaz Ev raporunda, uluslararası örgütlerin tespitlerine atıf yapılıyor: Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Sınır Tanımayan Doktorlar örgütü (MSF) ve Uluslararası Af Örgütü (AI), zehirli gaz saldırısı olduğundan şüphe duymadıklarını açıkladılar. Evet, bu böyle, ama Beyaz Ev burada malum hileye başvuruyor: Üç örgütün bulguları, saldırıyı kimin yaptığına değil insanların gaza maruz kalmış olmasına ilişkin.

• Beyaz Ev raporunda da anılan ve bana kalırsa, ortadan kaldırılmadıkça başka her türlü veriye karşı öncelik taşıyan olgu şu: Rusya, 11:30-12:30 arasında silahlı muhaliflere ait kimyasal silah deposunun vurulduğunu, gazın buradan yayıldığını ileri sürüyor. Oysa gaz kurbanlarında belirtiler sabah 07:00’den itibaren ortaya çıkmaya başladı.

• Raporda, gaz kapsülünün atıldığı yerde oluşmuş çukurda bulunan kapsül kalıntıları ve çevredeki yapıların patlamadan hiç zarar görmemiş oluşu, güçlü bir konvansiyonel bombanın söz konusu olamayacağına delil gösteriliyor. (Çukura dair bir itiraz, hemen aşağıda.)

Prof. Postol’un tezleri

Beyaz Ev raporu açıklanır açıklanmaz, ismi etrafında şimdiye kadar bolca tartışma dönen bir kimse, MIT’de bilim, teknoloji ve uluslararası güvenlik dallarında ders veren Prof. Theodore A. Postol, buna bir tür “reddiye” yazdı. Postol, Amerikan yönetimlerinin âdeta kurumlaşmış eleştiricilerinden. Profesör, 2013’te Guta’da binden fazla insanın ölümüne yol açan gaz saldırısını da Esad yönetiminin yapmadığını ileri sürmüştü. (Bu saldırı üzerine, “kırmızıçizgi”si aşılan Barack Obama’nın Esad rejimine karşı cezalandırma amaçlı askerî harekâta girişmemesi o gün bugündür mevzu, biliyorsunuz.

• Prof. Postol, Han Şeyhun katliamının sorumlusunun Esad yönetimi olmadığı görüşünde. Beyaz Ev’in yayımladığı rapor için “doğru olması imkânsız” diyen Postol, raporda saldırıyı Suriye hükümetinin yaptığına dair somut kanıt bulunmadığını ileri sürüyor (ki, bu doğru).

• Kurbanların zehirli gaza maruz kaldığından şüphe duymayan profesör, Han Şeyhun’daki hava sıcaklığı ve rüzgâr durumunu inceliyor, Nisan’ın dördü yerine üçü veya beşi seçilse, saldırının etkisiz kalacağını, çünkü bir gün önceki ve bir gün sonraki görece etkili rüzgârın gazı dağıtacağını, karışık rüzgârınsa gaz bulutunun yerden yükselmesine, hem dağılmasına hem de insanlardan uzaklaşmasına yol açacağını ileri sürüyor. Gaz bulutunun muhtemel yayılma tarzını, birden püskürtülmüş mürekkebin suyun içindeki hareketine benzeten profesör, şiddetli, hele karışık akıntının mürekkebin yavaş yavaş, yoğunluğunu olabildiğince koruyarak, olabildiğince geniş alana yayılmasını önleyeceğine dikkat çekiyor. Vardığı sonuç, gaz saldırısı yapılacak günün özenle seçildiği, tesadüfî olmadığı. (Bu, suçu kimin hanesine yazmak gerektiği konusunda yol gösterici bir tespit değil.)

• Postol en çok, caddede açılan çukur üzerinde duruyor. Bu çukurun, sarin barındıran bir cephanenin uçaktan atılması sonucu meydana gelmiş olamayacağını iddia ediyor. Postol’a göre, içinde sarin bulunan bir kapsül çukura yerleştirilmiş, üstüne konan bir başka kartuştaki patlayıcı da uzaktan patlatılmış. Yani bu işi yerdeki, yakındaki birileri, yani silahlı muhalifler yapmış. Gösterdiği somut delil şu: Sarinin konduğu metal boru, 122 mm’lik topçu roketlerinde kullanılan aksamı andırıyor. Bu boru, üzerine konan, patlayıcı içeren -ikinci- kapsülün patlaması sonucu kıvrılmış. Kendisi hem sarin hem de patlayıcı barındırsaydı, şekli böyle bozulmaz, parçalanır dağılırdı; iddia bu. (Silahlar, roketler vs. konusunda bilgisizim. Bu iddianın güvenilirliğine dair söz söyleyemem. Silahlara meraklı birilerinin, neyin içine ne kadar sarin konabileceğini vs. içeren tartışmalarını okudum, tartışma götürmez bir kesinliğin var olmadığına hükmettim.)

Filo komutanıyla ilgili iddia

Aktarmaya değer bir iddiaya, Christian Triebert’in  “Han Şeyhun Kimyasal Saldırısı - Kim Neyi Ne Zaman Bombaladı?” yazısında rastladım.

Triebert, görgü tanıkları, Suriyeli muhalif bir uçak gözlemcileri grubunun elemanları ve Pentagon’un birleştiği tesbiti hatırlatıyor: saldırının yapıldığı uçak bir Sukhoi 22 (Su-22). Bu açıklamaların senkronizasyonunda komplo arayanlar, “önceden ayarlandı” diyenler elbette çıkabilir. Ama bundan sonrasında en azından bilmemizde fayda olan ayrıntılara ilişkin iddialar var.

Gözlemcilere göre, Kudüs 1 adlı bir Su-22 jeti 06:26’da Şayrat’tan kalkmış, kısa süre sonra da Kudüs 6 onu izlemiş. Gözlemciler, filo komutanı Kudüs 1’in bizzat yaptığı sortinin özel önemi olduğunu ileri sürüyorlar; çünkü bu uçak ve pilotunun önceki başka kimyasal saldırılarıyla ilişkili olduğunu iddia ediyorlar. Bu pilotun, üstleri olan generaller tarafından tebrik edilirken ki fotoğrafları sosyal medyada paylaşılan Pilot Albay (kimilerine göre tuğgeneral) Muhammed Yusuf Hasuri olduğu ileri sürülüyor. Triebert, Hasuri’yi tebrik eden Suriyeli parlamenterin tweet’ini aktarıyor, ancak hesabın sahiden bu parlamentere ait olup olmadığından emin değil. Pilot Hasuri’nin suikastla öldürüldüğüne dair haberler de çıktı. Ancak bunlar, kaynaksızlıkları, dayanaksızlıkları itibarıyla pek dikkate alınır türden şeyler değildi.

“Esad yapmadı”cılar karar vermeli

“Han Şeyhun saldırısının faili kim?” tartışmasında şimdilik “Esad yaptı”cılar avantajlı. Olgular, olayın gelişimi, “hayatın doğal akışı” etkenleri daha çok bu yönde.

Yine bu yönde en tesirli etkense, bizzat “Esad yapmadı”cı kampın tutumu. Daha doğrusu “tutumları”. Birden çok, çünkü. Öncelikle şunlara karar verilmesi lazım: Her şey Beyaz Baretliler veya başka El-Kaideci-cihatçı tayfanın hazırladığı mizansenden mi ibaret yoksa cihatçıların kimyasal silah deposu vuruldu, gaz oradan sızdı, insanlar sahiden gazdan mı öldü?

Mütemadiyen, olay yerinde kurtarma işiyle uğraşanların donanımsızlığı, çıplak elle-ayakla dolaşmaları, yaralılara yanlış -bazen öldürücü- müdahaleler, aynı kurbanın hem şurada hem burada görüldüğü iddiaları ortaya sürülüyor. Bilgilerin yöredeki El-Kaide’cilerden geldiğine işaret ediliyor. “Tiyatro”, “aktör”, “oyun”, “sahneleme”, “mizansen” kavramları üst üste yığılıyor.

Bunlara inanırsak, o çocuklar ölmüyor, birileri, kâh panikten telaştan şuursuzluktan kâh beceriksizlikten kâh kendileri de sersemlediği için, tam teşkilatlı, profesyonelce kurtarma işlemleri yapamaz halde değil de, kötü tiyatrocu oldukları için karşımızdaki manzara ortaya çıkıyor. Gördüğümüz bütün video ve fotoğrafların “imal edilmiş” tasarım ve mizansen ürünleri olduğuna inanmak imkânsız.

Gözü kapalı taraftarlık, buna rağmen bu propagandayı sürdürmeye meydan verebilir. Eyvallah. Ama anlaşılması imkânsız olan olgu şu ki, bizzat Suriye dışişleri bakanı ve Rusya yetkilileri, insanların sahiden gazdan zehirlendiğini açıklarken “mizansen” tezine delil bulup buluşturmak için çırpınılıyor.

Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, 4 Nisan günü Han Şeyhun’a ilk hava saldırısını 11:30’da yaptıklarını, “Nusra’ya ait kimyasal silah deposunu” vurduklarını söylemişti. Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü Tümgeneral Igor Konaşenkov da Suriye uçaklarının kasabaya saldırılarını 11:30-12:30 arasında yaptıklarını ileri sürmüştü.

Oysa Han Şeyhun sakinlerine göre saldırı 06:30’dan sonra meydana geldi. Kurbanların hastanelere taşınması, hem felaket hem seferberlik hali 07:00 sularında başlamış olmalı. Kimyasal silah saldırısının söz konusu olduğuna dair ilk veriler (video, tweet…), yaklaşık 09:20’den itibaren dünyaya sunulmaya başlandı. Her hâlükârda, 11:30’daki bombalamada kimyasal silah deposunun vurulması, insanların bu yüzden gaza maruz kalması mümkün değil. Bu bir yana, depo vuruldu gaz sızdıysa geri kalan her şey gerçek olabilir.

Suriye ve Rusya yetkilileri “cihatçıların kimyasal silah deposunu vurduk” tezini savunuyorken, kurbanların gaza mâruz kalmadığını, her şeyin mizansen-sahneleme olduğunu ileri sürmeye birilerini iten nedir? Yoksa ne bulursak, nereden bulursak… mantığıyla mı gidiliyor? Eğer buysa, bu çaresizlik demektir; olayımızda anlamı da belli.

Bu konudaki ilk yazım da çok uzundu, bu da çok uzadı, farkındayım. Yine de, değinilmezse olmayacak bir husus kaldı: Kimyasal saldırıda Rusya’nın rolü.

“Rusya biliyordu” tezi

Rusya’nın olaydaki konumuyla ilgili iki ihtimal var. Biri, doğrudan işin içinde olduğu. Kimyasal silahın yüklendiği uçak, şu ana kadarki hâkim senaryoya göre, Şayrat askerî tesislerinden kalktı. Burada Rusya’nın askerî personeli var. Bunlar yanıbaşlarında hazırlanan kimyasal saldırıdan nasıl haberdar olmazlar?

Bu görüş elbette akla uzak değil. Yalnız tıpkı “Esad yapmadı” cephesinin bizzat kendini şaibeli duruma düşürüşü gibi, burada da görüşü savunanların tutarsızlığı, görüşün zaafiyetine işaret oluyor. AP’nin “Rusya biliyordu” haberi, meselâ, acemice karalanmış bir Akit haberinden halliceydi.

“Adının açıklanmasını istemeyen bir ABD yetkilisi”ne dayanan haberde, Han Şeyhun’da, kimyasal gaz kurbanlarının getirildiği hastaneyi Rusların insansız hava aracıyla gözetlediği, bilahare bir “Rus yapımı” savaş uçağının burayı bombaladığı, kanıt gibi ortaya sürülüyordu.

Bunlar neyi gösterir? Rusların hastaneyi İHA ile gözlediğini, sonra da muhtemelen Suriye ordusuna ait bir uçağın -çünkü onların uçakları “Rus yapımı”- hastaneyi bombaladığını. Ee? Bunlar hiçbir şekilde “Ruslar biliyordu”nun kanıtı değil. Aksine, eğer Rus İHA’sı hastaneyi gözlediyse, bu, Rusların kimyasal saldırıyı önceden bilmediklerine, durumu tam anlamak istediklerine delil bile gösterilebilir.

Kaldı ki, AP’nin meçhul “yetkili”si, gerek İHA’nın gerekse hastaneyi bombalayan uçağın kime ait olduğunu muğlak bırakarak Rusya’ya suç bulaştırma derdinde olduğunu ortaya koydu. Bizzat ABD yönetimi, “zehirli gazı atan Suriye uçağının” rotasını yayımlarken!

Rusya biliyorduysa da şimdiye kadar buna delil yok.

“Moskova bilmiyordu, çok kızdı” görüşü

Öbür ihtimal, Moskova’nın kimyasal saldırı yapılacağından habersiz olduğu, Esad’ın, ne olursa olsun kendisine arka çıkacağını düşündüğü “ağabey” müttefikini kafaya getirdiği.

Olmaz mı? Olur. Hatta bu yöne çekilebilecek verilerin daha fazla olduğunu düşünmemiz için sebepler var.

İlk büyük sebep, gaz saldırısının Rusya’yı, -eğer suçlu değilse- aciz göstermesi. 2013’te kimyasal silahla yapılan Guta katliamının ardından, uluslararası etkinlik iddiaları taşıyan bir büyük devlet kimliğiyle Rusya bir tür kefalet altına girmiş, Şam’ın elindeki kimyasal stokunu -imha edilmek üzere- teslim etmesini sağlamış, Obama yönetiminin muhtemel cezalandırma harekâtına engel olmuştu. Moskova böylelikle, “Esad bundan böyle kimyasal silah kullanmayacak,” demiş oluyordu. “Bu benim taahhüdüm altında.”

Dolayısıyla, şimdi bunun aksi gerçekleşince, Rusya yöneticilerine, “ya suç ortağısınız ya da aciz kaldınız” denmesinde bir gariplik yok. Bu yüzden, Rusya yetkililerinin aslında durumdan fena halde rahatsız olduğunu, hatta Esad’a bunun bedelini bir şekilde ödeteceklerini ileri süren haberlerin çıkması normal. (Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov’un “Esad’a desteğimiz şartsız değil” ve “Esad bizim emirlerimizle hareket etmiyor” açıklamalarını bu ihtimalle bağlantılı olarak yorumladığım kısa yazıyı blog’umda bulabilirsiniz.)

Ümit Kıvanç

(P24)

Bültene kayıt ol