O silahlar susacak ki onurlu bir barış filizlenebilsin

01.08.2015 - 13:29
Ozan Değer
Haberi paylaş

Parti-devletin ‘savaş ilanı’ndan önce HDP’yi PKK’ye yalnızca MHP eşitliyordu. Şimdi ise seçmeniyle, lağım medyasıyla, kurmayıyla AKP’nin tüm unsurları bu dile başvuruyor.

Bu kapıkulu zevat 6 milyondan fazla insanı ‘terör örgütü’ne oy vermekle suçluyor; ‘barış’ diyeni lanetliyor, ‘savaş’ diyeni kutsuyor, ‘oyuncak’diyeni örgüt piyonluğuna, ‘kan/intikam’ diyeni devletin milletliğine yakıştırıyor.

Katliamperverlik dile geliyor, her türden kırım hayat buluyor, insan(lık) eksiliyor. ‘Hayat kısa kuşlar uçuyor’ şiarı, ‘ecdat kanıyla sulanmış bu topraklar’ şiarına terk ediliyor. Bir iddiadan öte artık bir tespite dönüşmüş ‘Savaşın kazananı olmaz’ ifadesine, savaş karşıtlarının dahi şüpheyle yaklaşmasının yolu açılıyor.

Olan yalnızca ‘ölene’ değil ‘kalana’ da oluyor. Yaşamın kendisine kıymet biçen ‘Ölenle ölünmez’ tesellisi, yerini ‘ölenle ölünen’, dolayısıyla ‘ölümle iç içe geçen hayat’ın anlamının her saniye yitmesine kaynaklık eden bir kayboluşa terk ediyor.

Ekilen rüzgar biçilen fırtınaya, söz konusu fırtına birikmiş bulunan ve ekseriyetle kör şiddete kanalize olan bir öfke histerisine dönüşüyor. Bu histeri aklın, mantığın ve sağduyunun bir numaralı muarızı olarak toplumsal psikolojiyi esaret altına alıyor ve bu tutsaklık kısırdöngü biçiminde referansını kendi doğrusundan alan bir küstahlığı üretiyor. Bu motivasyonla kulaklar diğerine sağır, gözler diğerine kör, diller diğerine lâl hale geliyor..

‘Siyasal olan’ bir arada yaşama ya da ayrışma biçimlerine dair radikal argüman üretme iken sağır, kör ve lâl duyular bu üretimi imkansız kılıyor. Analitik bir biçimde hayata geçen radikal argumanların zemininde yükselen ‘düzen kurma faaliyeti’ yani ‘siyaset’ yerini ilksel dürtülerin harekete geçirdiği refleksif ‘ifade’lere bırakıyor.

Her tür denetimden serbestleşen dürtüler yerli yersiz, zamanlı zamansız, arlı arsız karşılaşıyor ve ne yazık ki çoğu kez şiddetli çarpışmalara neden oluyor.

Bu çarpışmalar iktidarların güç denklemleri içerisine yerleşerek tarifi zor bir asimetriye, eşitsizliğe, özgürlüksüzlüğe dolayısıyla adaletsizliğe dönüşüyor ve anlam dünyası kısa devre yaparak felç ediliyor..

Felç edilen anlam dünyası yaşam hakkından ifade özgürlüğüne, basın özgürlüğünden dolaşım özgürlüğüne kadar kazanılmış tüm hak portföyünün rafa kalkmasını, egemenin örgütlü nefret şebekesinin linç kampanyalarıyla taaruza geçmesini, bir gün öncesine kadar meşru sayılagelen demokratik pratiklerin bir gün sonrasında gayrimeşru addedilmesini, tüm muhalif seslerin önce izlenmesi, ardından kriminalize edilmesi ve sonrasında mahkum edilmesini; kısacası topyekün bir olağanüstü hal rejiminin hayata geçmesini olanaklı kılarak tedrici bir biçimde gözlerdeki ferin sönmesini biçimliyor..

Travma? Bu kavramı ve çağrıştırdıklarını savaşın her anlamdaki mağdurları iliklerine kadar hala hissediyor. Ve sanılmasın ki bu insanlar yaşadıkları travmaların üzerine yenilerini katmayı murad ediyor. Aksine, hepsi ya Türkçe ‘Yeter artık’ ya da Kürtçe ‘Edi bese’ diyor..

Peki çizilen bu karanlık tablodan çıkış imkansız mı?

Hayır.

Hani demişti ya biz’lerden biri “Seni başkan yaptırmayacağız, seni başkan yaptırmayacağız, seni başkan yaptırmayacağız!” diye. İşte çıkış, o biz’lerden birinin motivasyonuyla şu motto şiar edinilerek işaret etmeli: ‘Silahlar susacak, silahlar susacak, silahlar susacak.’

Zira yeryüzünü kat eden istatistiklere göre -savaşa varsın ya da varmasın- tüm çatışmalardaki mağdurların yüzde 90’ından fazlasını yoksullar oluşturuyor. İşte tam da bu nedenle o silahlar susacak ki‘yoksullar öl(dürül)meyecek, hayatı inşa edecek, devrim biz’lerin eseri olarak insanlığa armağan edilecek.’

Onurlu bir barış da ancak ve ancak bu koşullar altında filizlenecek...

Ozan Değer (Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası Hukuk öğretim üyesi)

Bültene kayıt ol