Kutsal Geyiğin Ölümü

25.11.2017 - 11:42
Haberi paylaş

Sally Campbell, yönetmen Yorgs Lanthimos'un yeni filmi Kutsal Geyiğin Ölümü'nü değerlendiriyor.

Steven Murphy (Collin Farrell), karısı Anna (Nicole Kidman), genç kızları Kim ve oğulları Bob ile yaşayan ünlü bir kalp cerrahıdır. Varlıklı, kibar ve görünüşte son derece başarılılardır.

Ancak Murphy ailesinde kesinlikle yolunda olmayan bir şeyler vardır.  Sıkıcı bir şekilde kusursuz olan evlerine ve yapmacık etkileşimlerine musallat olmuş, bastırılmış duygular ve çözülmemiş çatışmalara işaret eden, bir soğukluk vardır.  Alçaktan çekilmiş sarsıcı kamera açıları yaklaşan kriz duygusuna katkıda bulunur, bazen karakterler düşüyormuş gibi hissettirir. Gıcırtı hissi veren müzik ve tuhaf gürültüler gerilimi daha da yükseltir.

Sonra Martin çıkagelir. Steven bu garip gençle gizlice buluşur ve bizler filmin önemli bir kısmı boyunca Martin’in kim olduğu ve Steven’ın ona karşı neden bir yükümlülük hissettiğini merak etmeye başlarız. Başka bir ilişkiden olma oğlu mudur, yoksa kanatları altına aldığı dezavantajlı bir çocuk mu?

İlişkilerinin doğası açığa çıktıkça, tedirginlik yerini açıkça tehdit hissine arkasındansa amansız bir dehşete bırakır. Steven’dan düşünülemeyecek bir seçim yapması beklenir ve farklı aile üyelerinin bir cevap bulma arayışı her tür moral meselenin sorgulanmasına yol açar.

Lanthimos’un 2009’daki filmi Dogtooth da benzer bir şekilde aileler ve tabuları sorguluyordu ancak Kutsal Geyiğin Ölümü’nde kara mizah daha az, film acımasızca sonucuna doğru ilerlerken daha çok korku var.

Film, Murphy’nin kliniği, temiz evi ve Steven’ın “güzel, beyaz, temiz elleri” ile pek çok yemek yeme sahnesinde bir tezat oluşturuyor. (Özellikle, çatalından domates sosu damlayarak, spagettiyi boğazından aşağı boca eden Martin’in sahnesinde)

Film de ayrıca vücut sıvıları da var. Kim ilk reglini yaşamış, kendisi ve ebeveynleri insanlara bunu anlatıp duruyor. Martin ergenlikle boğuşuyor ve vücut kıllarını karşılaştırmak istiyor. Sonra aile üyeleri teker teker hasta oluyorlar, kusma ve gözlerden kan gelmesi gibi pek çok şeyle karşılaşıyoruz.

İrlandalı aktör Barry Keoghan tarafından canlandırılan Martin, muhteşem bir şekilde rahatsız edici. Steven’ı eylemleri için sorumluluk almaya ve eylemlerinin sonuçları olduğunu tanımaya zorlayan bir görev üstleniyor. Ancak aynı zamanda darmadağın olmuş, yardıma ihtiyacı olan bir genç. Alicia Silverstone, Martin’in annesini oynadığı küçük rolde mükemmel bir performans sergiliyor.  

Collin Farrel, filmin çoğunluğunda koridorlardan somurtarak yürüyor ancak bu çok uyumlu çünkü Steven, Anna onu zorlayana kadar ne olduğu ile ilgili konuşamaz ve konuşmayacak da…  Martin’in baskısı altında hepsinin çözüldüğü bu noktaya kadar, karakterlerin söylediği neredeyse hiçbir şey doğru kabul edilemez. O yüzden belki Martin onları gerçeği söylemeye zorluyor, belki de sadece olan bitene ilişkin kendi yorumunu onlara empoze ediyor.

Lanthimos, burada bazen bir çeşit mitik düzeyde işleyen bütünlüklü, garip bir dünya yaratmış. Büyük sorunları gündeme getiriyor ve geride pek çok soru bırakıyor. O zamandan beri üzerine düşünüp duruyorum.

Sally Campbell

(Socialist Review’dan çeviren Can Irmak Özinanır)  

Bültene kayıt ol