Alman İdeolojisi: Marksizmin doğuşu

27.11.2016 - 23:48
Haberi paylaş

Marx ve Engels’in devrimci teorilerini ilk kez net bir şekilde ortaya koydukları çalışma olan Alman İdeolojisi 1845 yazı ile 1846 yazı arasında Marx’ın sürgün olarak gittiği Brüksel’de yazıldı.

Engels, Marx ile çalışabilmek için Brüksel’e gelmişti ve birlikte ilk kez bu kadar yoğun bir çalışma fırsatı bularak Marksist kuramın temellerini attılar. Ancak bu önemli çalışma 1932 yılına kadar maalesef gün yüzüne çıkmadı. Kendi düşüncelerini bu çalışma ile netleştirmiş olan Marx ve Engels bu çalışmayı yayınlamak yerine hızla yükselen işçi sınıfı hareketine müdahil olmaya çalıştılar.

Alman İdeolojisi düşünsel bir evrimin kopuş noktasına denk gelmektedir. Marx’ın daha önce kaleme aldığı Hegel’in Hukuk Felsefesi’nin Eleştirisi (1843), 1844 El Yazmaları ve Feuerbach Üzerine Tezler (1845), Engels’in İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu (1845) çalışması ve birlikte yazdıkları Kutsal Aile (1845) Marx ve Engels’in komünist oldukları ancak henüz kendi tezlerini net bir şekilde ortaya koymadıkları çalışmalardı. Alman İdeolojisi, Marksizm’in temelini attıkları ve dönemin en önemli düşünürleri ile hesaplaşarak kendi görüşlerini en net şekilde ortaya koydukları eserdir. Bu eserin ardından artık Komünist Manifesto’yu (1848) yazacaklardır.

Engels, Marx ile birlikte çıktıkları yolculuğu ve Alman İdeolojisinin yazılışını 1885 yılında yayınlanan Komünistler Birliği Tarihi Üzerine başlıklı makalesinde şöyle açıklıyor:

“Ben, en azından modern dünyada belirleyici tarihsel kudret halinde bulunan; bugünkü sınıf karşıtlıklarının ortaya çıkmasına temel teşkil eden; büyük endüstrinin tamamen geliştiği ülkelerde, bilhassa İngiltere’de sınıf karşıtlıklarına dayanan politik partiler oluşturulmasında ve bu partilerin kavgalarında ve böylelikle bütün bir tarihin yaratılmasında temel etken olan ekonomik gerçekliklerin, bugüne kadarki tarih yazımında, ya hiç yer almadığı ya da onlara sadece ehven bir rol verildiği gerçekliği ile Manchester’da burun buruna gelmiştim. Marx sadece bu manzarayla karşılaşmış olmakla sınırlı kalmamış, bilakis onları ”Alman – Fransız Yıllıkları” (1844) içerisinde, devletin burjuva toplumunu değil, tersine burjuva toplumsal yapısının devleti kesin belirlediği ve düzenlediği, velhasıl siyaset ve onun tarihinin ekonominin koşulları ve gelişmesini açıklayamayacağı; aksine bunun tam tersinin doğru olduğu biçiminde genelleştirmişti. 1844 yazında Marx’ı ziyarete gittiğim zaman, teorik alanların tümünde tamamen örtüştüğümüzü tesbit etmiş ve o tarihten itibaren birlikte çalışmaya başlamıştık. 1845 ilkbaharında Brüksel’de yeniden bir araya geldiğimiz zaman, Marx kendi materyalist tarih teorisinin, yukarda değinilen temel taşlarıyla, ana yolları döşemeyi bitirmişti ve biz artık, yeni edindiğimiz bakış açısına göre farklı yönlerden ayrı ayrı çalışmakla karşı karşıyaydık.”

1848’de ortaya çıkmış devrimci işçi hareketinin hemen öncesinde Avrupa’da işçi sınıfı hareketleri ortaya çıkıyordu ve canlı tartışmalar vardı. Bir yanda sosyalist adı ile hareket eden örgütlenmeler öbür yanda da döneminin önemli düşünürlerinin etkisi altında olan işçi liderliği vardı. Marx ve Engels işçi sınıfını devrimci bir ideoloji ile donatmak için o dönemin egemen fikirleri ile hesaplaşmak ama bir yandan da bu hareketlerle iletişim halinde olmak zorundaydı. Engels bu dönemi şöyle anlatır:

“Bizim artık yeni bilimsel vargıları kalın kitaplarla ”ilim sahibi” dünyanın kulaklarına sırf fısıldamaktan başka niyetimiz yok muydu? Tam tersine. Her ikimiz de politik hareketlerin derinliğine içinde idik, eğitim görmüşlerin dünyasıyla, özellikle Batı Almanya’yla belirli bağlantı ve örgütlü proletaryayla zengin temas içerisindeydik. Bizim, kendi görüşlerimizi bilimsel temellere oturtmak yükümlülüğümüz vardı; fakat, en önce Almanya olmak üzere, Avrupa proletaryasını bizim kanaatlerimize kazanmak da bunun kadar önemli idi.” İşte Alman İdeolojisi bu amacın bir ürünüydü.

Alman İdeolojisi’nin kazandırdığı kavramlar

Feuerbach Üzerine Tezler aslında Alman İdeolojisi’nin başlangıcıdır. Tezler’de ileri sürülen önermeler Alman İdeolojisi’nde geniş bir şekilde anlatılır. Özellikle yabancılaşma kuramı konusunda Feuerbach’tan çok etkilenen Marks, Tezler’de Feuerbach’ın insanı tarihsel ve toplumsal süreçlerden izole soyut bir insan olarak değerlendirdiğini anlatır. Alman İdeolojisi’nde ise kendi pozisyonlarını yani insanın tarih içerisinde değişen sosyal ilişkiler içerisinde anlaşılabileceğini anlatarak sınıfsız toplumdan sınıflı toplumlara geçiş sürecini anlatırlar. Kendi dönemlerinin en etkili düşünürleri olan Ludwig Feuerbach, Bruno Bauer ve Max Stirner gibi isimlerin yanı sıra “gerçek sosyalistler” diye adlandırdıkları akımla teorik bir hesaplaşmaya girişerek devlet, hukuk, din, devrim, sınıf gibi kavramların Marksist açıklamasını yaparlar. Engels, Genç Hegelciler olan Bauer ve Stirner ile soyut Alman ideolojisinin en önemli temsilcileri olarak Komünizm’in en önemli karşıtları oldukları için hesaplaşmak zorunda olduklarını söyler. Öbür yandan Feuerbach’ın kaba materyalizmi ile de hesaplaşırlar. Gerçek Sosyalistler diye geçen fakat aslında ütopik ve idealist fikirlere sahip olan dönemin sosyalist düşünürlerini de eleştirerek Marksist kuramın farkını açıklamaya girişirler.   

Marks ve Engels ilk kez bu çalışmada tarihsel materyalizmi kullanarak insanlık tarihi açıklarlar. Üretim ilişkileri kavramını ortaya atarak maddi koşulların toplumsal örgütlenmedeki önemine vurgu yaparlar. Burada üretim ile insanın doğayla girdiği aktif ilişkiyi ve bu ilişkinin doğayı dönüştürücü etkisini, ilişki ile de üretim etrafında insanların toplum içerisinde birbirleri ile olan ilişkilerini tanımlarlar. Yine ilk kez tarihin diyalektik evrimini üretim ilişkilerinin değişimi üzerinden açıklarlar. Böylece sınıfsız toplumdan sınıflı topluma geçişi, devletlerin ortaya çıkışını, sınıflı toplumların değişimini ve kapitalist toplumun ortaya çıkışı ile var olan çelişkilerini ortaya koyarlar.

Tarihi yapanın insan olduğunu, insan etkinliğinin bir sonucu olarak toplumların değiştiğini ve her toplumda egemen olan fikirlerin yine insan etkinliğinin bir sonucu olarak ortaya çıktığını anlatan Marx ve Engels dolayısıyla tarihi değiştirmenin yolunun düşüncenin eleştirisi değil maddi koşulların değiştirilmesi olduğunu yani sosyal devrim ihtiyacını ilan ederler. Yani kendi dönemlerinin birçok düşünüründe etkili bir yöntem olan dinin teorik eleştirisini değil insanların dine ihtiyaç duymalarına neden olan çelişkilerin ortadan kaldırılması gerektiğini anlatırlar. Her çağda insanların içerisinde yaşadıkları toplumda egemen olan fikirlerin etkisi altında olduğunu net bir şekilde ortaya koyarlar: “… ahlak, din, metafizik ve ideolojinin tüm geri kalanı, aynı şekilde bunlara tekabül eden bilinç biçimleri, derhal bütün özerk görünüşünü yitirirler. Bunların tarihi yoktur, gelişmeleri yoktur; tersine, maddi üretimlerini ve maddi ilişkilerini geliştirerek, kendilerine özgü olan bu gerçek ile birlikte hem düşüncelerini, hem de düşüncelerinin ürünlerini değişikliğe uğratan insanların kendileridir. Yaşamı belirleyen bilinç değildir, ama bilinci belirleyen yaşamdır.” Buradan yola çıkarak egemen fikirlerin önemine yönelen Marks ve Engels şu önemli tespiti yaparlar: “Her dönemde egemen sınıfların fikirleri egemen fikirlerdir; yani toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda toplumun egemen entellektüel gücüdür. Maddi üretim araçlarını kendi tasarrufu altında tutan sınıf, buna bağlı olarak düşünce üretim araçlarını da denetiminde tutar, öyle ki düşünce üretim araçlarından yoksun olan fikirler tümüyle buna tabidir.”

Marx ve Engels devrim ihtiyacını ilan ettikleri Alman İdeolojisi’nde devrimin neden önemli olduğunu ve bunu neden sadece işçi sınıfının bizzat kendi mücadelesi ile yapabileceğini şu cümlelerle açıklarlar: “Bu yüzden devrim, yalnızca egemen sınıf başka biçimde devrilemeyeceği için değil, aynı zamanda işçi sınıfı ancak bir devrimle kendisini çağların pisliğinden arındırabileceği ve toplumu yeniden kurabileceği için gereklidir.”

Devrim fikri Sovyet devrimini izleyen dönemde Stalinist diktatörlüğün yükselişi ile uzun bir süre Marks ve Engels’in anlattığının aksi bir şekilde tahrip edilmişti. Sovyet tanklarının Doğu Avrupa ülkelerini işgali komünizmin yayılması olarak görülebiliyordu. Türkiye solunda da oldukça yaygın bir anlayış olan “komünist parti”nin devleti bir şekilde ele geçirmesi olarak algılanıyor. Ya da Che Guevera’nın meşhur sözü ile “devrimcinin görevi devrim yapmaktır” gibi Marxist devrim teorisi ile ilgisi olmayan fikirler geniş etki yaratabiliyordu ki hala da etkisini sürdürüyor. Oysa yukarıdaki paragrafta Marks ve Engels çok net bir şekilde bir özgürleşme pratiği olarak işçi sınıfının kendi eylemliliği içerisinde çağların pisliğinden yani egemen sınıfın fikirlerinden sıyrılarak sosyalist toplumu ve onun kurumlarını aşağıdan bir süreç içerisinde oluşturmalarından söz ediyor. Açıkça devrimin egemen sınıfın devrilmesinden ibaret olmadığını ortaya koyuyorlar. Marks ve Engels’in bu sözleri yaklaşık 50 yıl sonra hayati öneme sahip olacaktı. Çünkü egemen sınıf bir yanda Sovyet tankları öbür yanda da gerilla hareketleri tarafından yıkılabilmişti ancak kendilerini sınıf mücadelesi içerisinde geliştirmemiş olan işçi sınıfı, adına “komünist parti” diyen yeni egemen sınıfların hâkimiyetinde yaşamaya devam etti.

Devrimin işçi sınıfının kendi etkinliği olacağını söyledikten sonra Alman İdeolojisi komünist topluma dair de bir takım öngörülerde bulunur. Devrimden sonra oluşacak toplumda devlet olmayacak, üretim araçlarının özel mülkiyeti ortadan kalkacak, düşünce ve kol emeği arasındaki ayrım ortadan kalacak ve insanlık ancak bu aşamadan sonra özgür bir toplum oluşturabilecektir. Devrim buna göre kendi başına bir amaç değil insan özgürleşmesinin bir aracıdır. Bu nedenle de devrim kendini işçi sınıfı yerine ikame eden devrimci organizasyonlar tarafından değil bizzat işçi sınıfının kendi eylemliliği ile gerçekleşmek durumundadır.

Alman İdeolojisi Marx ve Engels’in fikirlerini en net haliyle ortaya koydukları eser olması sebebiyle Marxist teoriye en iyi giriş kitabıdır. Günümüzde Marx okumaya nereden başlamalıyız diye düşünen çoğu kişi çeşitli Marsizm’e Giriş kitaplarına başvuruyor. Oysa bir üçüncü şahsın kendi Marx ve Engels okumasını okumaktansa Alman İdeolojisi ile doğrudan birincil kaynaktan Marksizm’e giriş yapmak en iyisi olacaktır.

Özdeş Özbay

Bültene kayıt ol