Hollywood ve Westminster’da yaşananlar bardağı taşıran son damla mı oldu?

13.11.2017 - 18:36
Haberi paylaş

Kadınlar, cinsel taciz ve cinsiyetçi ayrımcılıkla ilgili konuşuyorlar. Socialist Worker’dan Sarah Bates bütün bu sorunların kaynağında kapitalizmin vaat ettiği eşitlik sözünü yerine getirememiş olduğunun yattığını ve kadınların direnişinin bugün gelinen noktaya ulaşmayı sağladığını anlatıyor. 

Hollywood ve Westminster’a (İngiltere parlamentosu kastediliyor) yönelmiş bir öfke dalgasının etkisiyle yüzlerce insan sistematik cinsel şiddet ve taciz hakkında konuşuyor.

Birçok ünlü Hollywood aktörü, Westminster çalışanı ve gazeteci açıkça bundan bahsediyor.

Bütün bu süreçte medya da muktedirlerin gücünü ve namını korumak için tam olarak ne kadar ciddi iddiaların hasır altı edildiğini sorgulamak zorunda kaldı.

İfşaların ulaştığı bu boyutun daha önce eşi benzeri görülmemişti ve bir adım öne çıkma cesareti gösteren kadınların yaptıkları gerçekten çok iyi karşılandı.

Hem Hollywood’da hem de Westminster’da yaşananların ortak yönü hayatta kalanların yıllarca hatta on yıllarca konuşmak için cesaret bulamamış olmaları.

Bugünkü şartlar altında, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede bardağı taşıran son damlaya gelinmiş gibi görünüyor.

Bastırılan, inkâr edilen ve zapt edilmeye çalışılan bu öfkenin patladığı anlar vardır.

İnsanlar birbirlerinden güç alırlar ve bu damlalar bir taşkına dönüşür.

Mücadele hâlâ devam ediyor olsa da cinsel tacize ve şiddete karşı değişen bir toplumsal perspektifin işaretlerini görebiliyoruz artık.

Kadınları suçlayan ve tecrübelerini görmezden gelenler bugün gelinen noktada dezavantajlı bir konuma düştüler.

Cinsel şiddetle mücadele hareketleri ise; kadınların son yıllarda yükselen cesaretlerinin ve özgüvenlerinin arkasında yatan gerçekliğin ta kendisi.

Bu suçlamaların, liberal kapitalizmin kendi vaadi olan “kadınlar için eşitlik” sözünü dahi yerine getiremediği bir dönemde geldiğini gözden kaçırmamak gerekir.

İşyerlerinde yaşanan cinsiyetçilik tabii ki bundan kırk yıl öncesinde olanlarla aynı değil, ancak 90’larda ve 2000’lerde iddia edilenin aksine, kimse “kadınların hiç bu kadar iyi durumda olmadıklarını” söyleyemez.

Kadınlar şimdi haklı olarak işe gitmek, eşit haklara sahip olmak ve bütün bu tacizden kurtulmak istiyorlar.

Kontrol

Kürtaj Hareketi’nin üzerinden 50, Eşit İşe Eşit Ücret Hareketi’nin ise üzerinden 37 yıl geçmiş olmasına rağmen kadınlar bugün hâlâ kendi bedenlerinin kontrolü ve işyeri hakları için mücadele ediyor.

21. yüzyılın başlarından beri feminist teori ve pratikte bir diriliş göze çarpıyor.

Kanadalı öğrenciler 2011’de Toronto’da “Slutwalk” (Sürtük Yürüyüşü) organize ettiler.

Bu yürüyüş bir polisin, kadınların tacizi önlemek için “sürtük gibi giyinmeyi bırakmaları” gerektiğini söylemesine tepkiydi.

Feminist aktivistler dünyanın dört bir yanındaki şehirlerde benzer “Slutwalk” protestoları örgütlediler.

Başka bir devasa gösteri de 23 yaşındaki öğrenci Jyoti Singh’in toplu bir şekilde tecavüze uğraması ve ölmesi sonucunda Delhi’de gerçekleştirildi.

Hindistan’ın farklı şehirlerinde binlerce insan kadınları korumak için bugün yapılandan çok daha fazlasının yapılmasını talep ederek yürüdü.

Hareketlenen bu mücadele alanı, cinsiyetçiliğe karşı örgütlenmek isteyen yeni nesil eylemcilerin hislerini yansıtıyor.

2017’nin Ocak ayında gerçekleştirilen Women’s March (Kadın Yürüyüşleri) farklı kıtalardan milyonlarca insanı sokağa döktü.

Bu yürüyüşler “kadınları vajinalarından tutmakla” övünen aşağılık kadın düşmanı Trump’ın başkan seçilmesinden sonraki dönemde ortaya çıkacak olan dinamiklerin nasıl olacağına dair bir umut ışığıydı.

Trump’ın ABD başkanı olarak seçilmesi aynı zamanda ne kadar insanın daha mücadeleye kazanılması gerektiğine dair bir uyarıydı.

Cinsiyetçilik kademeli olarak yok olmuyor ve kadın haklarına yönelik mücadelelerde kazanımlar, elde edilebildikleri gibi yitirilebilirler de. Cinsiyetçi ayrımcılık işyerlerinde kadınların büyük çoğunluğunu etkiliyor.

Birçok kadın mesleki yaşamlarında bir dereceye kadar başarı elde etmiş olsa da; hâlâ en korkunç şekillerde cinsiyetçiliği tecrübe ediyor.

Eşitlik vaadiyle, cinsiyetçiliğin gerçekliği arasında büyük bir çelişki var.

Kadınlar iş gücünün çok önemli bir kısmını oluşturuyorlar ancak daha yüksek pozisyonlara ulaşabilenler neredeyse bir elin parmakları kadar.

2011’den bu yana üst düzey FTSE 100 şirketlerinde çalışan kadınların sayısı iki katından daha yüksek bir orana ulaştı.

Çok daha fazla sayıda kadın politikacılık ve gazetecilik gibi meslekler seçmeye başladı. 

İngiltere’de üniversiteye giden kadınların sayısı erkeklerden üçte bir oranında daha yüksek ve birinci sınıf diploma ya da 2:1 diploma almaları daha olası. (*) 

Ancak kadınlar en prestijli üniversitelere gitseler de cinsiyetçiliğe maruz kalmaya devam ediyorlar.

Oxford, İngiltere’deki diğer üniversitelere oranla cinsel tacizin en çok yaşandığı üniversite.

2017’nin başında The Guardian’da yer alan bir araştırmaya göre akademide taciz nerdeyse “salgın boyutlarında”.

Birçok kadın taciz vakalarını şikâyet dahi etmeme ve gayri resmi yollardan çözme konusunda teşvik ediliyor.

Kıdemli bir öğretim üyesi taciz vakasını bildirirse bu durumun onu paryaya (**) dönüştüreceğinden bahsediyor: “Sana inanmayacaklar ve şikâyet etmeyi denersen de asla bir kariyer sahibi olamayacaksın.”

“Benim fikrime göre bu durum akademide oldukça yaygın. Kime inanacaklar ki, alt kademedeki bir kadına mı yoksa daha üst kademedeki bir erkeğe mi?” 

Eşitlik

Evet bugün kadınlar eskisine oranla daha fazla hakka sahipler ancak bütün bunlar eşitlik vaadini yerine getirmenin yanından bile geçmiyor.

Kadınların deneyimleri, kapitalist sürecin son elli yılı içinde aslında tam olarak ne kadar hak kazandıklarını düşündüren birtakım sınırlara dayandı artık.

Ekonomik krizi takip eden on yıl içinde sıradan insanlar, egemenleri ve sistemin kendisini çok daha fazla sorgulamaya başladı.

İnsanların 10’da 7’si politikacılara, 10’da 6’sı da patronlara güvenmiyor. Çoğu insan kendi hayat şartları gittikçe kötüleşirken bütün bu skandalların toplumun tepesindekileri işaret ettiğinin farkında.

Harcamaları önemsizleştirmeye çalışan milletvekilleri, telefon hackleme skandalı (***), Jimmy Savile hakkındaki taciz iddiaları (****) ve Hillsborough felaketi hakkındaki gerçekler (*****); İngiltere’deki müesses nizamı derinden sarstı.

Bütün bu rezaletler, yöneten sınıfın kendi çıkarlarını korumak için yapmayacağı hiçbir şey olmadığını ve egemenlerin sıradan insanları ne kadar hakir gördüklerini ifşa etti.

Cinsiyetçi şiddetin de bunun bir parçası olmasının şaşırtıcı hiçbir yanı yok.

Cinsel taciz skandallarına karşı en büyük tepki milyonlarca hayatta kalanın kendi taciz tecrübelerini paylaştığı sosyal medya kampanyası #MeToo ile gösterildi.

#MeToo kampanyasının Everyday Sexism Project (Gündelik Hayatta Cinsiyetçilik Projesi) bloğuyla ortak bir noktası var. Artık insanlar öncesinde utanç verici olduğunu düşündükleri tecrübelerini açıkça yazabilirler. Kadınların bu tarz projelerden güç alabilmeleri çok değerlidir.

Ancak kazanmak için bu mücadeleyi elektronik mecralardan sokaklara aktarmalıyız.

Baskı bireysel olarak tecrübe edilir ancak bu düzeyde sistematik olarak çözülemez. Kolektif bir harekete ihtiyacımız var.

Bu yüzden cumartesi günü Hollywood’da düzenlenen “iş yerlerini ele geçir” yürüyüşü son derece olumlu bir adımdı.

Bu sık sık tekrarlanmalı ve mücadeleyi geliştirme amacı taşıyan gösteriler örgütlenmelidir.

Protestolar

Grev gözcüleri görevlendirilmeli; sendikalar, iş yerleri, toplumsal gruplar ve öğrenci birlikleri tarafından örgütlenen protestolar düzenlenmelidir.

Tacize imkân tanıyan kurumlarla ve tacizin kendisiyle mücadele etmeliyiz. Çünkü bu mücadele cinsiyetçiliğe karşı savaşın kazanılması için anahtar niteliğindedir.

Her taciz ve istismar davası mutlak bir ciddiyetle ele alınmalıdır. Bu, mazeret gösterilmeksizin ve sürekli olarak yapılmalıdır. 

Mücadeleyi ise kadınlar üzerindeki baskıyı yaratan ve yarattığı baskıyı koruyan sisteme karşı olan savaşımızla birlikte yürütmeliyiz.

Cinsel tacize karşı olan mücadelenin; eşit işe eşit ücret, doğum izni, ücretiz kürtaj ve çocuk bakımı ile ilişkilendirilmesi gerekir. 

Yönetenlerin ve bulunduğu konumdan avantaj sağlamaya çalışan erkeklerin gerici fikirleri vardır.

Ancak kadınların üzerindeki bu baskı mekanizması ne kadar korkunç olursa olsun bireylerin tek başlarına alt edebilecekleri bir şey değildir.

Bu baskı mekanizması insanların zihinlerinde yerleşik olarak bulunmuyor, sınıflı toplumun örgütlenme şeklinin bir sonucu.

Kapitalizm, yeni nesil iş gücünü üretmek için aile kurumuna ihtiyaç duyuyor.

Kapitalizmin gündelik işleyişinde, çocukların, hasta ve yaşlıların bakımını çoğunlukla bedeli ödenmeyen kadın emeği sağlar.

On yıldır kemer sıkma politikaları insanların hayatlarını zorlaştırıyor ve bunun yükünü büyük ölçüde kadınlar çekiyor.

Patronlar bu yolla toplumdaki cinsiyetçilikten çıkar sağlıyorlar.

Toplumsal cinsiyete dayalı ücret farkı şimdi yüzde 14'ü buluyor ve 20'li yaşlardaki kadınlar için durum daha kötü. Bu hızla değişmeye devam ettiği sürece bu farkın kapatılması 100 yılı bulacaktır.

Dolayısıyla cinsiyetçiliğin devamı sadece zenginlerin çıkarlarının korunmasını sağlıyor.

Cinsel tacizle mücadele, kadınlar üzerindeki baskıyı kökünden kazımayı amaçlayan daha iyi bir toplum için verilen savaşla birlikte yürütülmeli.

* İngiltere’deki üniversitelerde kullanılan not sistemine göre; 100 üzerinden 70 ve üzeri olan dereceler birinci sınıf, 60’dan 69’a kadar olan dereceler ise ikinci sınıf birinci küme yani 2:1 şeklinde belirtiliyor. (ÇN)

** En kötü biçimiyle Hindistan’da görülen kast düzenine göre, kast dışı kalan, hiçbir toplumsal sınıftan olmayan, her türlü haklardan yoksun olanlara verilen ad. (ÇN)

*** İlgili haber için: https://socialistworker.co.uk/art/38488/Hacking+scandal+exposes+corrupt+rulers+behind+rotten+ideology

**** İlgili haber için: http://www.independent.co.uk/news/uk/crime/sexual-abuse-inquiry-investigation-into-jimmy-saviles-years-of-abuse-at-the-bbc-delayed-for-a-third-9938082.html

***** Felaketle ilgili ayrıntılı bilgi için: https://en.wikipedia.org/wiki/Hillsborough_disaster

Sarah Bates 

(Socialist Worker'dan çeviren Rumeysa Özüyağlı) 

İngiltere: Muhafazakâr Parti'de cinsel taciz skandalı

Bültene kayıt ol