(Röportaj) Soma avukatı Evren İşler: “Bu dosyada patronları en çok bu kadar koruyabilirlerdi”

14.07.2018 - 18:00
Haberi paylaş

Marksist.org, Soma davası avukatlarından Evren İşler ile geçtiğimiz hafta verilen karara yönelik bir söyleşi gerçekleştirdi.

Sorumluların kaç yıl ceza alacaklarıyla değil, dosyanın gerçeğe uygun olarak ele alınıp alınmayacağıyla ilgilendiklerini dile getiren İşler, “Siyasi baskılardan uzak bir karar çıkmasını sağlayamadık” dedi.

Hükümet yanlısı basındaki “ceza yağdı” haberlerine karşın, bu dosyada patronların en çok bu kadar korunabileceğini dile getiren Evren İşler, süreç boyunca yaşanan siyasi baskılardan, dosyadan el çektirilen yargıçlardan ve bugün gelinen durumdan bahsetti.

Soma davası Türkiye’deki en önemli davalardan biri oldu. Hukuki süreci ve davanın önemini anlatır mısınız?

Bu dosyanın hukuken önemi, iddianamenin “olası kasıtla insan öldürmek”ten düzenlenmiş olmasıydı. Siyasal ve toplumsal olarak ise 301 insanın kâr hırsıyla öldürülmüş olması, üretim baskısının yol açtığı sonuçlar gibi hususların tartışılması ve 301 insanın bir anda ölümünün sebeplerinin anlaşılmaya çalışılması açısından önemliydi.

Duruşmaların ilk gününden son gününe kadar şunu gördük ki, bu dosya şu anda da bir şey ifade ediyorsa, bu ailelerin ısrarlı adalet mücadelesi sayesinde. İlk gün, Adalet Bakanlığı, sanıkların duruşma salonuna getirilmesini engellemeye çalıştı. Bunu yapan mahkeme değil Adalet Bakanlığı’ydı. Mahkeme duruşma hazırlığı aşamasında sanıkların duruşma salonuna getirilmesi kararı alıp bu konuda yazı yazmışken, Adalet Bakanlığı dosyaya bir yazı yazdı ve SEGBİS kullanılmasını söyledi. Yine ilk gün aileleri salona almak istemediler. Aileler, sanıkların onların gözlerine baka baka ifade vermesini o kadar istiyorlardı ki, polis barikatını yararak duruşma salonuna girdiler ve yine ısrarla ‘Hayır, gözümüzün içine baka baka anlatsınlar’ diyerek sanıkların duruşma salonuna getirilmesini sağladılar. Teknik olarak bu başvuruyu biz avukatları yapmış olabiliriz ama bu talep onların isyanı ve ısrarının sonucuydu. 13 Nisan 2015 tarihli bu ilk duruşmadan sonra geçen üç yıldan uzun sürede de duruşma salonunu hiç boş bırakmadılar. Kilometrelerce ötedeki köylerinden, ilçelerden sabah 5 buçuklarda yollara düşerek duruşma salonuna geldiler. Bizim açımızdan hiç tatmin edici olmayan bir karar çıkmış olmasına rağmen, bunca zaman büyük patronun tutuklu kaldığı bir dosya oldu.

Karar bizim açımızdan tatmin edici değil. ‘Olası kasıt’tan açılan bir davada gele gele ‘taksirle insan öldürmek’ten ceza verdiler.  Bunun kabul edilebilir bir tarafı yok çünkü dosyanın içeriğine uygun değil. Taksir dediğiniz şey basit bir kusur, basit bir tedbirsizliktir ama burada bütün dosya içeriği çok net gösteriyor ki, ölümlerin geleceğini görmüşler, ölümleri engellemek için ne yapmaları gerektiğini de görmüşler, bunu projelendirmişler. Bu projeyi Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne sunmuşlar, onayını almışlar ve yapmamışlar. Açık bir şekilde katliamın gelişini görmüşler, ‘biz bu projeyi yapmazsak katliam olur’ demişler ve yapmamışlar. Yapmamakla da kalmamışlar, bunu dört kere uygulamışlar. Her projelerinden sonra projeyi gerçekleştirmek için harcayacakları parayı gerekçe gösterip yeni yeni enerji sahaları almışlar.

Dava niye 4 yıla yakın sürdü?

Şu kadarını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim, bu dosyada olası kasıt yoksa kanuna olası kasıt konulmasının bir anlamı yok. Çok açık bir ‘olası kasıt’ dosyasıdır. Can Gürkan’ın olası kastını ortaya koyan en temel şeylerden biri, Ramazan Doğru’yu, yani genel müdürü olası bütün sonuçlardan sorumlu tutan yönetim kurulu kararıdır. Bu karar sahte. Bu kararın sahteliği nedeniyle yapılan bir yargılama oldu ve Can Gürkan bu dosyadan ceza aldı. Bir insan durup dururken cezai sorumluluğunu devretmeyi düşünmez, zaten cezai sorumluluk devredilebilir bir şey değildir. ‘Ben adam öldüreceğim, sen de sorumlu olacaksın’ diye bir yetki devri yok. Hukuken yaptığı şeyin hiçbir anlamı yok. Hukuken bir anlamı olmayabilir ama iradesini ve ne kadar bildiğini, gördüğünü ortaya koyan bir belgedir. Buna rağmen mahkeme, Can Gürkan açısından taksir, üst düzey yöneticiler (genel müdür, işletme müdürü, işletme müdür yardımcısı ve teknik nezaretçi) için bilinçli taksir, daimi nezaretçiler, eğitim mühendisleri ve havalandırma mühendisleri için ise taksir seviyesinde sorumluluk verdi. Bunlarda farklı kusur seviyeleri üzerine farklı miktarlarda cezaya hükmetti ama önemli olan hukuki nitelendirmeyi nereden yaptığıdır. Biz hiçbir zaman alacakları cezanın miktarıyla doğrudan ilgilenmedik, bu insanların 10 sene, 15 sene, 105 sene hapiste kalması değildi bizim açımızdan önemli olan. Önemli olan dosyanın gerçeğine uygun, siyasi baskılardan uzak bir karar çıkmasıydı. Bunu sağlayamadık çünkü 2016 kışıyla başlayıp 2017 kışına kadar dozunu arttırarak devam eden siyasi baskılar sonuç verdi. Mahkeme heyeti değiştirildi, Manisa’da fason bir soruşturma başlatıldı. Bütün bunlar bize buz gibi bir siyasi müdahale olduğunu gösterdi.

Keşif anından başlayan, özellikle keşif sonrası yayınlanan bilirkişi raporu, Alp Gürkan’ın sorumlu olduğunu net bir şekilde ortaya koydu. Alp Gürkan hakkında daha öncesinde takipsizlik verilmişti. Bilirkişilerin ortaya koyduğu teknik veriler ve yeni delil ortaya çıkması, Alp Gürkan’ın sanık olarak dosyaya eklenmesini sağladı. Bu noktadan sonra, Alp Gürkan’ın sanık olması ve teknik olarak bu dosyadan kurtulamayacaklarını anlamaları üzerine, siyasi baskı manevrasına başladılar. Keşife hazırlık aşamasında 24 saat kayıt yapan bir kamera vardı, bu kameranın (Allah’ın bir hikmeti) kayıt yapmadığı bir anda (yine Allah’ın bir hikmeti) iki tane pet şişe bulundu. Zaten 15 Temmuz yeni olmuştu. Her tarafta karma terör örgütlerinden söz ediliyordu. Sanıklar ve avukatları ‘Soma’yı terör örgütleri yaktı, burada sabotaj var’ dediler. Müge Anlı’nın programına çıkan bir kadın ‘Soma’yı benim kocam yaktı’ dedi. Bulunan pet şişeler de dahil olmak üzere bu sabotaj iddialarının neden doğru olamayacağını, katliamın sebebi olamayacağını bilirkişiler ortaya koydu. Mahkeme heyeti de bu iddia karşısında ‘bu delillerle ilgili başka bir şey yapmaya gerek yok’ dedi ve bu noktadan itibaren mahkeme heyeti tehdit edilmeye başladı. Mahkeme heyetine duruşma salonunda ‘Keser döner sap döner, gün gelip hesap döner. Biz sizi en yüksek makamlar da dahil her yere şikayet ettik’ dediler, açık açık cumhurbaşkanlığı seviyesinde şikayet ettiklerini söylediler. Yargılamayı uzatamayınca, bulunan pet şişeleri, Müge Anlı programını ve katliam olmadan önce açılan #direnSoma hashtagini delil olarak gösterip Manisa Cumhuriyet Savcılığı’na bir şikayet dilekçesi vererek Soma’yı terör örgütlerinin yaptığını iddia ettiler. Bu soruşturmanın başlaması bizi 14 ay bekletti. 

Mahkeme, Manisa Savcılığı’na bu dosyayı soran bir yazı yazdı. Soruşturma savcısı dosyanın gizli olduğunu söyleyip cevap vermedi. Burada iki tane hukuk garabeti var: Mahkemenin önüne gelen herhangi bir konuda, diğer bütün merciler konudan el çeker, bu konuyla ilgili araştırma yapma ve ceza yapma yetkisi sadece ve sadece konuyla ilgili görevli ve yetkili bir mahkemeye aittir. Bu temel kurala rağmen, Adalet Bakanlığı’nın taşra teşkilatı niteliğindeki Manisa Savcılığı soruşturmayı açtı, yetmedi bir de soruşturma gizli diye mahkemeye bilgi vermedi. Bütün soruşturmalar tarafları dışındaki herkese kapalıdır ama gizlilik kararı verdiniz ve taraflara da bilgi vermiyorsunuz diyelim. Burada ikili bir saçmalık var. Birincisi bizlerin müvekillerinin çocukları, eşleri, babaları öldü o madende. Gerçekten terör örgütü yaktıysa o soruşturmanın şikayetçisi bizleriz. Bizden neyi gizliyorsunuz? Bizler o soruşturmanın tarafıyız zaten. İkincisi mahkemeye bilgi vermemek. Ben bunu nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum. Devlet sırrı niteliğindeki bilgileri bile yargılamayı yapan mahkemeden saklayamazsınız. Buna ilişkin kanunda açık düzenleme vardır. Hâl böyleyken savcılık soruşturma gizli dedi. Mahkeme heyeti de ‘Bana bilgi vermeyen savcılığın dosyasını ben beklemem, yargılamaya devam ediyorum’ dedi. Bizlere esasa ilişkin beyanlarımızı sordu, bizler de söyledik. Bizden sonra sıra savcıya geçiyor. Savcı ‘mütalaamız hazır’ dedi. Mahkeme heyeti, mütaalayı bir sonraki mahkemede mi yoksa o anda mı vereceğini sordu. Savcı ‘Şimdi vereceğiz’ dedi. Bu duruşmalar uzun duruşmalar, sabahtan akşama kadar sürüyor. Bir ihtiyaç molası verildi. 10 dakika aradan sonra savcı ‘Ben mütalaamı derleyip toplamak için süre istiyorum’ dedi. Kendi lafıdır, bana ait değildir.  O derleyip toplama 14 ay sürdü. Savcı 14 ay boyunca Manisa soruşturmasını gerekçe göstererek mütalaasını vermedi.

Bütün bunlar olurken Mahkeme Başkanı rutin görünümlü yaz kararnamesi ile terfi görünümlü sürgün edildi. Dosyadan el çektirildi. Bu dosyayı en ufak detayına kadar bilen, klasörünün neresinde hangi ifadenin olduğuna kadar bilen ve en önemlisi dosyanın doğal yargıcı olan yargıçların hepsi dosyadan el çektirildi. Doğal yargıç ilkesi, AİHM kararlarına göre adil yargılanma hakkının temellerinden biridir. Elbistan’da bir madendeki iş cinayeti ile ilgili verdiği para cezası ve verdiği komik nitelikteki cezalarla ünlü bir hakim buraya atandı. Nokta atışı atanmış oldu.

Dava sonucunda anaakım medyada “adalet yerini buldu” havası estirildi. Aileler ve avukatlar ise sonucun adaletten çok uzak olduğunu anlattılar. Cezalar hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Son olarak 9 Temmuz’da karar açıklanacaktı. 9’unda kararı almaya gittiğimizde üye hakim hasta gerekçesi gösterilerek duruşma 11’ine ertelendi. Aileler “Biz adaletin bu kapıdan kaçmasna izin vermeyeceğiz’ diyerek duruşma salonunun kapısında oturmaya başladılar. Orayı iki gün iki gece boyunca terk etmediler. Nihayet kararı almaya gittiğimizde ise savcı bile ‘bilinçli taksir’den ceza istemişken büyük patron için taksir, diğerleri için ‘bilinçli taksir’, alt düzey mühendisler için de ‘taksir’ seviyesindeki nitelendirmeler yaparak hüküm kuruldu.

Bu değerlendirme hem dosyaya uygun olmamasından, hem katliamın göz göre göre geldiği gerçeğini gizlediği için bizce doğru değil. Yandaş medyada şöyle şeyler duyuyoruz: ‘Ceza yağdı’. Bunların hiçbiri bizim açımızdan önemli değil. Şu açıdan önemli değil: Başka dosyalarda patronları daha çok korumuş olabilirler, bu dosyada koruyamadılar çünkü patronlar zaten göz göre göre öldürmüştü, ancak bu kadar koruyabilirlerdi. Ceza yağdırmış dedikleri şu; kanun diyor ki üst sınırı 15 yıldır, oluşan sonucun ağırlığına göre sonucu belirlersin diyor. 301 kişi ölmüş ve kanunun düzenlemesi birden fazla kişiyi öldürme düzenlemesi. Ceza yağmış falan değil, verilebilecek en az ceza verilmiş durumda. Tahliyeye gelirsek, bugün yarın eğer üst mahkemenin de nitelendirmesi taksir yönünde olursa tahliye olurlar. Normal şartlarda mahkeme heyeti karşılaşacağı tepkiden korkmasaydı dün zaten tahliye kararı vermiş olması gerekirdi. Buna cesaret edemediler.

Olayın başından beri katliam göz göre göre gelmişti. Adalet mekanizması da yine gözümüzün içine baka baka cezasızlık mekanizması olarak çalışmaya devam etti. Buna rağmen aileler ile birlikte direndik, bu kadarını sağlayabildik. Öfkeliyiz, aileler de çok öfkeli. Bir yandan olmayacağını bildikleri hâlde senelerdir bekledikleri adaletin işlemediğini gördüler. “Onlar zengin, adalet fakire işlemez” diyorlardı. Haklı çıktılar.

Bundan sonra ne yapılabilir?

Bundan sonra istinaf mahkemesine başvuracağız. İstinafın yapacağı değerlendirmeye göre hukuki sonuç değişebilir ama aileler sonuna kadar gitmeye kararlılar. Bu katliamın üç tane sorumlusu var: Sermaye, sarı sendika ve siyaset. Bu sorumlulardan sadece sermaye ayağı yargılandı. Siyasi sorumlular ve onların atadığı kamu görevlileri bu dosyada yargılanmadı. Bu insanlar hakkında soruşturma izni verilmesine rağmen dava açılmadı. Bu dava kamu görevlilerinin yargılanmaması, taşeron düzeninin elebaşlarının yargılanmaması sebebiyle hep eksik kalacaktı. Aileler bu eksiklikleri de görerek bütün sorumlular yargılanıncaya, hepsi hak ettikleri cezayı alıncaya kadar mücadele etmeye kararlılar. Süreç bitmedi, belki de daha yeni başlıyor. Yol ne kadar uzun olursa olsun, bu aileler bu yolun sonuna kadar gitmeye, adaleti kazanmaya kararlı ve dirençliler.

(Röportaj: Can Irmak Özinanır)

Bültene kayıt ol