(Röportaj) Türkiye'den Avrupa'ya ölümcül göçler

28.08.2015 - 19:51
Haberi paylaş

İrlanda'da yaşayan sosyalist aktivist Memet Uludağ, İzmir-Bodrum-Kos hattında mültecilerin kaçış yolculuğuna tanıklık ettikten sonra Sosyalist İşçi gazetesinin sorularını yanıtladı.

Röportaj şöyleydi:

Mülteciler konusunda Türkiye-Yunanistan hattı ve sayıları giderek artan mülteciler sürekli gündemde. Bu konuda Avrupa Birliği ve Türkiye gibi komşu ülkelerin tavrı nedir?

Memet Uludağ: Türkiye'den Yunanistan adalarına geçen göçmenler Türkiye ve dünya gündeminde yer almaya devam ediyor. Sadece bu geçişler değil aynı zamanda Avrupa sınırlarında, örneğin Fransa'da Calais'te, Yunanistan-Makedonya sınırında yaşananları hayretle izliyoruz. Ana akım medya ve çeşitli yorumlarda mültecilerin yaşadığı acılar ve çileleri anlatılsa da, sonuçta AB, Türkiye ve Yunanistan devletleri merkezli bir analiz var. Yapılan haberlerde son tahlilde AB, Türkiye ve Yunanistan devletleri sanki bu krizin asıl kurbanlarıymış gibi gösteriliyor. "Aşırı sayıda gelen mültecilerle başetmeye çalışan...", "Binlerce mültecinin akımıyla uğraşmak zorunda kalan..." gibi yorumlar okuyoruz. Kısacası bir yandan bir insanlık trajedisi yaşandığını gösterdiği video ve fotoğraflarla kabul eden medya ve resmi ağızlar iş buna karşı yapılması gerekenlere gelince sorunu dönüp dolaşıp mültecilere bağlıyor ve bu mültecilerin neden kaçmak, neden Avrupa'ya gitmek ve Avrupa-Yunanistan'ın neden kapıları açmak zorunda olduğu konusunda hiç bir önermeleri yok. Oysa ki bugün Yunanistan adalarında, Calais'te ve Makedonya'da yaşananlar kendi başına, bağımsız bir sorun değil, nedeni ve kökeni çok öncesinde ve çok vahim olan bir sorunun sonuçları. AB sınırlarını tel örgülerle çevirerek, mültecileri kaçak olarak, ölümcül yolculuklara zorlayarak ve meseleyi sadece ve sadece mülteci sayıları (sanki işgal ordularıymış gibi) üzerinden tartışarak ne asıl sorunun çözümüne ne de bu sorunun çilesini çeken mültecilere bir yardım ve insanlık eli uzatıyor.

"İzmir Basmane'den Kos'a giden ölümcül yolculuk" diyorsun, bunu açar mısın biraz?

İzmir'den Yunan adalarına geçen göçmenlerin yolunu takip ettim. Bunu yapmamdaki sebep, son zamanlarda ölüm haberlerinin sıklığından da anlaşıldığı gibi tehlikeli ve ölümcül bir yolculuğun başı (Türkiye) ve ara durağı (Yunan adaları) arasındaki mültecilerin neler yaşayıp neden bu göçü göze aldıklarını biraz daha iyi anlamak ve anlatmak içindi. Öncelikle şunu söylemeliyiz, hiç bir mülteci bu yollara sırf bir tercih/seçim yaptığı için değil, hem Türkiye'deki koşullar hem de kendi ülkelerine dönüş imkanlarının kalmadığı için düşüyor. Bu mülteciler için temel ve asıl mesele hayatta kalabilmenin ve daha güvenli bir ortamda yeniden insanca bir yaşama başlamanın umudu. Bir mültecinin dediği gibi, "deli değiliz, yolda çocuklarımızın, bizim ölebileceğimizi biliyoruz. Ama ölümden işsizliğe, sokaklarda yatmaya, dilenmek zorunda kalmaya, oradan da insan gibi yaşamanın umuduna kaçıyoruz. Her geri adım bizim için daha kötü ve belki de geleceğimizin olmadığı bir adım olur". Hepimiz neden mültecilerin Yunanistan üzerinden Avrupa'ya gittiğini anlamak için Avukat Hasan Fehmi Özer'in "Mülteci düşmanlığı ile misafir odası baskısı altında: Suriyeli mültecilerin statüsüne bir bakış" yazısını okumalıyız. Meselenin özü bu yazıda anlatılıyor. 19 yaşındaki bir genç, 3 çocuklu bir anne-baba koca bir ömrü belirsizliklerle, sokakta yatarak, işsiz evsiz geçiremez. Kaçarken düşünmek zorunda oldukları gittikleri yerlerin durumu, sorunları değil, elbette kendi sorunları olacaktır. Basmane-Bodrum-Kos hattında gördüğüm tanık olduklarım bu durumu hem somut anlamda gösterdi hem de daha net anlamamı sağladı. Yolda gördüğüm boğulmuş insan bedenleri ve sudan çıkarılmış üstleri ıslak limanda sessizce bekletilen mülteciler durumun ne derece insanlık dışı olduğunu kanıtladı. Kos'ta polisin, ırkçıların bu insanlara nasıl saldırdığı, öte yandan yardım-destek gruplarının çalışmaları bu yolculuğu ve süreci anlamam için amacına ulaştırdı.

Peki bundan sonra ne olacak?

Mülteciliği yaratan nedenler varolduğu sürece mülteciler de olacak. Afganistan, Irak, Suriye ve diğer yerlerde yaşanan, kimi onlarca yıl süren ve sürecek olan savaş-işgal-çatışma koşulları, Esad ve IŞİD katliamları -ki Batı'nın ve emperyalizm bunların pek çoğunda  doğrudan bir sorumluluğu vardır - mülteci sorunun asıl nedenidir. Sorun mültecilerin kendileri değil, bunu yaratan koşullardır. Şimdi, Türkiye, Yunanistan ve AB ülkelerinin önünde iki seçenek var: Ya tüm insanlığın geleceği ve ortak faydası için mültecilere kapılar açılıp güvenli ve insani geçiş, barınma, sığınma hakları verilecek ya da 2014-15 ve gelecek yıllar bir barbarlık dönemi olarak tarihe geçecek. AB ülkeleri tüm dünyada varolan mültecilerin çok küçük bir oranını barındırıyor. Bırakınız AB'nin ve Batı dostu, NATO ülkelerinin, taraf ve sorumlu oldukları Ortadoğu işgalleri, katliamlar, onlarca yıl süren sekter çatışmalar, silahlandırılan diktatör rejimler ve terörist çeteler konusunda af dilemelerini, öncelikle yapmaları gerek şey kafalarını kumdan çıkarıp, ırkçı-ayrımcı politikalardan vazgeçip mültecilere kapıları açmalarıdır. Şu an yaşanan mülteci krizi 2. Dünya Savaşı'ndan sonraki en büyük kriz. AB'nin içinde bulunduğu kriz, işsizlik, evsizlik mültecilerin gelmesiyle ne daha kötü olacak ne de daha iyi. Bir zenginlik paylaşımı sorunu olan bu krizin çözümü - ırkçı çevrelerin ve AB devletlerinin dediği gibi - mülteci çocuklara gaz sıkarak onları sınırlardan kovmaktan geçmiyor. AB'de sivil toplum kuruluşlarının, sosyalistlerin, tüm demokrat çevrelerin yapmaları gereken kendi devletlerine kitlesel eylemlerle baskılar yapıp AB halklarının mülteci dostu çığlıklarını yükseltmek olmalıdır.

Durum çok net: Ya yeni bir dünya ya da barbarlık.

Bültene kayıt ol