Daha tehlikeli bir dünyaya doğru

11.12.2017 - 15:55
Haberi paylaş

Onur Devrim Üçbaş, Sosyalist İşçi gazetesinin yeni sayısında emperyalistler arası rekabetin kızışmasının Türkiye ve dünya açısından sonuçlarını tartışıyor. 

Gazetelerden veya internet üzerinden dünyada olup bitenleri takip eden herkes, haberlerin giderek daha fazla kriz, çatışma, savaş olasılığı veya karşılıklı silahlanma içerdiğini fark etmiştir. Bütün bu gelişmelerin arkasındaki nedenleri incelediğimizde, geçmişte ulusalcıların bugün ise AKP yandaşı medyanın anlattığından çok farklı bir “büyük resim” ile karşılaşıyoruz. Dünya bir avuç egemenin komplo ve planlarına göre sorunsuzca işleyen bir düzene sahip değil. Aksine çeşitli ülkelerin sermayelerinin ve bu ülkelerin egemen sınıflarının giderek birbiriyle daha fazla çatıştığı, daha büyük etki alanları, daha fazla ekonomik güç ve daha etkin bir hegemonya kurmak için mücadele ettiği bir ortamla karşılaşıyoruz. Her egemen sınıf emperyalist piramidin basamakları arasında geçişin mümkün olduğu bir dönemde yaşadığımızı düşünüyor ve bir üst basamağa atlamak için başka küresel ve bölgesel güçlerle çatışmalara ve ittifaklara giriyor.

Bu durum en başta Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel hegemonyasının azalmasından kaynaklanıyor. Ekonomik krizin etkisini hisseden ancak ordusunun gücüyle hegemonyasını korumaya çalışan ABD’ye başta Çin ve Rusya olmak üzere pek çok güç meydan okuyor. Rusya devlet başkanı Putin geçen yılın Aralık ayında bunu vurgulayarak “Tek kutuplu dünya düzeni kurma girişimleri başarısız oldu. Artık farklı bir zamanda yaşıyoruz.” diyordu. Devletler hiyerarşisindeki bu değişime açık ortam, her ulusal sermayenin güvenlik endişelerini de arttırıyor. Devletler giderek daha fazla silahlanıyor, sınırlarına daha çok duvar örüyorlar. Sermayelerin mücadelesinin yarattığı bu ortama işaret eden sağcı ve otoriter siyasetçiler pek çok ülkede yarattıkları korkunun da etkisiyle iktidara geliyorlar.

Suriye toprakları bu küresel mücadelenin sahası haline gelmiş durumda. ABD’nin Irak’tan çekilmek zorunda kalmasıyla İran hem Irak hem de Suriye’deki etkisini güçlendiriyor. İran Devrim Muhafızları ve çeşitli milis grupları IŞİD’e karşı savaş içerisinde ülkede önemli bir etkinliğe kavuştular. İran bir yandan Lübnan’daki Hizbullah ile diğer yandan Suriye rejimiyle işbirliği içinde bölgedeki etkisi arttırıyor. ABD diktatör Beşar Esad’lı bir çözümü kabul ederken İsrail İran’ın etkisini sınırlamaya, İran askerlerinin İsrail sınırına yakın olmasını engellemeye çalışıyor. Son olarak 1 Aralık gecesi İsrail Suriye’deki bir İran üssünü vurdu. Trump yönetimi ise İsrail ile giderek yakınlaşıyor. ABD’nin İsrail’in başkentini Kudüs olarak kabul etti ve Tel Aviv’de bulunan büyükelçiliğini Kudüs’e taşımayı hedefliyor.

ABD’nin bölgedeki etkinliğinin azalması onun en yakın müttefiklerinden olan Suudi Arabistan’ın İran’ın etkisine karşı daha cüretkâr olmasına neden oluyor. Mısır’da Sisi darbesine destek veren, Arap Devrimleri’nin altını oyan ve bölgedeki son karşı devrimci dalganın mimarlarından olan Suudi Arabistan önce Yemen’e yönelik saldırıları daha sonra ise bu ülkeye yönelik acımasız gıda ve ilaç ambargosuyla bölgesel olarak öne çıkacağının işaretlerini verdi. Suudi egemen sınıfı da gelmekte olan fırtınaya hazırlanıyor.

Veliaht prens Muhammed Bin Salman kraliyet ailesinden, eski bakanlardan ve bürokratlardan yaklaşık 500 kişiyi tutuklattı ve 800 milyar doları bulan bir servete el koydu. Güçlü bir askeri liderin çıkıp darbe yapma ihtimaline karşı orduyu üçe böldü, ekonomide ise petrol temelli olmaktan çıkıp inşaat ve finansa dayalı bir büyümeyi hedeflediğini gösterdi. Suudi egemenler ülkenin kuzeybatı sınırında milyarca dolarlık yeni bir ticaret şehri kurmayı ve İsrail ile kalıcı bir barışı bölgeye dayatmayı –yani İsrail’in varlığını ve işgallerini kabul ettirmeyi– planlıyor. Kasım ayında Suudi Arabistan’a giden Filistin Başkanı Mahmud Abbas’a Trump’ın önerdiği Filistin barış planını kabul etmesi için baskı yapıldı.

ABD’ye asıl meydan okunan bölge ise Asya. Çin bir yandan donanmasını inşa ederek, diğer yandan yapay adalar oluşturarak Güney Çin Denizi’ndeki egemenliğini korumaya çalışıyor. Kuzey Kore ise füze denemeleri ile elindeki tek pazarlık kozunu bütün dünyaya hatırlatıyor. 28 Kasım’da fırlatılan füze 4500 km yüksekliğe ve 960 km uzaklığa ulaşırken, Kuzey Kore bu denemelerle elindeki füzelerin menzilinin büyüklüğünü göstermiş oluyor. Beyaz Saray ulusal güvenlik danışmanı McMaster 4 Aralık’ta yaptığı açıklamada Kuzey Kore ile savaş ihtimalinin her geçen gün arttığını belirterek Çin’i bu ülkeye daha fazla yaptırım uygulamaya çağırdı. 6800’den fazla nükleer silahı olan ABD Kuzey Kore’yi dünya barışını tehdit etmekle suçluyor ve “onu tamamen yıkmakla” tehdit ediyor.

Türkiye egemen sınıfı bu sallantılı dünya düzeninde önce kendi etkisini genişletmeye çalıştı. Arap Devrimlerini destekliyormuş gibi gözükerek Türk sermayesinin Mısır, Tunus ve Libya gibi ülkelerde daha etkili olmasını sağlamaya çalıştı, Suriye’ye ise ayaklanan yoksul kitleler için değil, kendi bölgesel çıkarlarını korumak için müdahale etti. Ancak bu derin stratejilerin tamamının başarısız olmasıyla bugün AKP kendisini NATO’ya mesafeli, uluslararası düzeni eleştiren, ABD karşısında bağımsızlığı vurgulayan “antiemperyalist” bir güç olarak sunmaya çalışıyor. Oysa 2003 yılında ABD askerlerinin Irak işgaline Türkiye topraklarını açmaya çalışan da, ABD ile yıllarca stratejik ortaklık yürüten de AKP hükümetiydi.

AKP hükümeti içinde yaşadığımız adaletsiz küresel düzene değil, bu düzenin içindeki Türkiye’nin konumuna karşı çıkıyor. Emperyalizmin içinde bulunduğu değişim sürecinin daha fazla savaş, işgal ve ölüm getirmesi olası. Yukarıdakilerin manevralarının aşağıdakilerin hayatına mal olduğu bu düzenden tamamen kurtulmanın yolu ise bir emperyalist bloktan diğerine savrulmaktan değil, kapitalist sistemin tamamen yıkılmasından geçiyor.

Onur Devrim Üçbaş 

(Sosyalist İşçi) 

Bültene kayıt ol