Lübnan’da karşı-devrimlerin çatışması

23.11.2017 - 07:42
Haberi paylaş

Geçmiş yıllardaki devrimci dalganın ardından gücünü yeniden pekiştiren karşı devrim, bölgedeki etkisini genişletmeye devam ediyor. Yemen’de ve Suriye’de doğrudan veya ajanları aracılığıyla yürüttüğü çatışmalardan sonra sıra Lübnan’a gelmiş gibi görünüyor. Ya da en azından bir şeyler hazırlanıyor.

Başbakan Saad Hariri, kendi iktidarından veya Cumhurbaşkanı Michel Aoun'la ve onların da arkasında elbette Hizbullah’la olan ortaklığından pek keyif alacak vakit bulamadı. Bölgesel patronu olan Suudi Arabistan’dan bir çağrı aldı ve hızla, kendini bile şaşırtacak bir hareket ile istifasını Suudi Arabistan’dan açıklamak zorunda kaldı.

Hariri’nin istifa konuşması, Hizbullah’a ve müttefiki İran’a dönük ağır sözler içeriyordu. Bu, istifasına yol açan sürece değin Hariri’nin kaçındığı bir şeydi. “Suriye konusunda anlaşamadığımız konusunda anlaşıyoruz ve iletişim kanallarını açık tutuyoruz” deyip duruyordu ve benzer bir tutumu Hizbullah’ın silahları ile karşılaşınca da sürdürüyordu.

Diğer yandan, Suriye’nin Lübnan’daki müttefikleri, daha önceki yıllarda görülmemiş biçimde, Hariri’ye bir dereceye kadar bağlılık gösterdiler. Hariri, servetinde ve popülaritesinde ağır kayıplarla karşı karşıya kaldı. Aoun ve Hizbullah’la bir anlaşmaya varınca, sanki düşüşünü engelleyecek bir cankurtaran ipi bulmuş gibi göründü. Hizbullah, onu kendisine uysal bir Sünni kılıf olarak kullandı. 

Ancak, Hariri bu anlaşmadan en azından politik olarak hiçbir kazanç sağlayamadı. Anketler, popülist ve mezhepçi retoriği Hariri’yi aşan eski müttefiki Eşref Rifi karşısında kaybetme ihtimalini ortaya koyunca, kısmî parlamento seçimlerini düzenlemekten kaçındı.

İstifasından önce Hariri ve tüm egemen sınıf yeni ortakları olan Avn’ın Özgür Yurtsever Hareket’i ile konforlu görünüyordu. Hep birlikte (Hizbullah’ın ana müttefiki Amal Hareketi ile beraber), elektrik ve diğer hayati sektörler gibi temel hizmetleri ele geçirdiler ve özelleştirdiler. Ancak egemen sınıfın ağzının suyunun daha da fazla akmasını sağlayan yeni bir olgu ortaya çıktı: Doğu Akdeniz’de doğal gaz ve petrolün bulunması. Egemen sınıf, şu veya bu tarafla olan bağlantılı şirketler aracılığıyla ganimetlerin bölünmesini sağlayacak bir plan hazırladı.   

Tüm bu olan bitenin ortasında Suudi Arabistan; Suriye, Yemen ve bölgenin diğer yerlerindeki yumrukları sayıyordu. Diğer yandan, devrimin orijinal biçiminin bozularak yenilmesi ve karşı-devrimin diğer kanadına karşı askeri üstünlük sağlanmasından sonra, Rusya’dan İran’a, Suriye’ye ve Hizbullah’a kadar uzanan ittifak Suriye’nin yeniden yapılanmasını planlamaya başladı.

Muhammed Bin Salman, Hizbullah’a karşı –gerçekleşmeyen- bir hava saldırısına güvenerek pervasız bir manevra yapmaya karar verdi. Görünüşe göre Suudi yönetimi daha da despotik bir hâle gelip, özellikle Yemen’de başını dik tutabilmek için yakın gelecekte öngörülemez maceralara atılmaya devam edecekken, Hariri, bu çabanın kurbanı oldu.

Öyle görünüyor ki, şimdiye kadar Fransa her ne kadar geçici olsa da işlerin kızışmasını engellemekte başarılı oldu ve bölgede iki büyük “ayı”nın, ABD ve Rusya’nın müdahalesinden önce diplomatik çabaları aracılığıyla bir rol oynamak istiyor. Ancak Suudi pervasızlığı ve Iran/Hizbullah egemenliği bölgede çatışmaya devam edecek ve geride binlerce aç, sakatlanmış ve yerinden edilmiş kurban bırakacak.

Bunların hepsi, eğer bölgedeki devrimler ilerlemiş ve daha köklü hâle gelmiş olsaydı farklı olacaktı. Emperyalist müdahalenin yükselişine bu başarısızlık yol açtı.  

Walid Daou, Lübnan'da mücadele eden Sosyalist Forum'un üyesi

(İngilizce'den Can Irmak Özinanır çevirdi)

Bültene kayıt ol