Venezuela hakkında dürüst olmak

24.07.2017 - 09:41
Haberi paylaş

Nicolás Maduro’nun artan bir şekilde antidemokratikleşen yönetimi sağ güçlerin şiddetiyle savaşırken, sıradan Venezuelalılar Chavismo’nun kazanımlarının kayıp gitmesini izliyorlar.

Venezuela her geçen gün daha da derinleşen politik ve ekonomik bir krize saplanıyor. Ölü sayısı durmadan artıyor ve şiddetli sokak savaşlarının azalacağına dair bir işaret yok.

27 Temmuz’da yağmacılar Maracay kentini dağıttılar; dükkânları, otobüs duraklarını, hükumet binalarını ve evleri bir gecede yaktılar. İki gün sonra Barquisimeto’nun sırası gelmişti.

Bolivarcı sürece ağırlıklı olarak düşman olan dünya medyası, bu şiddet dalgasını başlatan sağ partileri demokrasi savunucuları olarak sunarken Başkan Nicolás Maduro’nun söylemlerini hafife alıyor. Demokrasinin bu şekilde bir tarifi belli ki insanların çoğunun yoksulluğa düşmesine, hastalığa tutulmasına ve yüze yakın insanın sokaklarda ölmesine imkân veriyor.

Bu arada enternasyonalist sol, düşmanımın düşmanı dostumdur diyerek hükumet sözcüsünün yaptığı açıklamaları olduğu gibi kabul ediyor. Böylece 28 Haziran’da hükumet binalarına yapılan helikopter saldırısını, bazı gözlemciler hemen sağcı şiddet kataloğuna ekledi.

Olan biten, hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bundan çok daha karmaşık.

Helikopterin pilotu, devlet güvenlik güçlerinden emekli memur Oscar Pérez’di. Pérez’in, Maduro’nun 2014’te görevden aldığı eski İçişleri Bakanı Miguel Rodríguez Torres’le yakın bağları var. Şu andaki kabinenin çoğunluğu ve eyalet valilerinin yaklaşık yarısı gibi Torres de ordudan gelme. Aynı zamanda iktidarı elde etmeye çalışan bir dizi Chavist hizipten birine liderlik ediyor.

Görünüşteki hükumet birliğinin arkasında başka bir mücadele devam ediyor ama bu grupların hiçbiri, devrimci projeyi devam ettirmek veya onu darbe girişimi ve patronların grevinden kurtaran kitle hareketini yeniden inşa etmek için savaşmıyor.

Muhalefet de hiziplere bölünmüş durumda. Bazıları başkanla diyaloğu savunurken diğerleri, özellikle de Leopoldo Lopez ve Liliana Tintori’nin önderliğindeki grup, hemen hemen kesinlikle en şiddetli sokak savaşlarını savunuyorlar. Bu gruplar sadece Maduro’dan kurtulmayı değil, Chavismo’nun kendisini yok etmeyi de hedefliyorlar.

Venezuelalıların çoğu Sağdaki büyük oyuncuları biliyorlar: Onlar, Chávez gelene kadar ekonomiyi kontrol eden en zengin ve güçlü ailelerden geliyorlar. İlk sokak barikatları kurulduğundan beri Maduro, bu Sağ kesimlerin temsilcileriyle çalışmayı denedi. Örneğin 2014’te çokuluslu Polar şirketinin başı ve Venezuela’nın en zenginlerinden biri olan Lorenzo Mendoza’yı yardıma çağırdı.

Bu ayrıcalıklı grubun bir diğer üyesi olan Gustavo Cisneros’a, Chavismo’nun yirmi yılı boyunca dokunulmadı. Kendisi kısa bir süre önce Venezuela’nın, hali hazırda Arjantin’in kamu sektörünü ortadan kaldırmaya çalışan militan neoliberal başkanı Macri gibi birine ihtiyacı olduğunu öne sürdü.

Ekonomik ve politik kriz derinleştikçe hükumetin de muhalefetin de gerçek çözümler sunmayacağı belli oluyor. Maduro, burjuvaziyi kollayıp neoliberalizme doğru kayarak devrime ihanet ederken sağ güçler de ülkeyi daha da felce uğratmak için şiddet kullanan paralı elemanları devreye soktu. Bu iki grup iktidar için savaşırken sıradan Venezuelalılar Chavismo’nun kazanımlarının kayıp gitmesini izliyorlar.

Venezuela: Solcu başkan krizde, sağ mobilize oluyor

 

Kriz

Venezuela’nın ekonomik krizinin derinliği abartılı değil. Üç yıl önceye kadar düşmeye devam eden yoksulluk seviyesi şu anda 2012 öncesine dönme tehlikesi altında.

Enflasyon çoktan yüzde 700’ü geçti ve reel ücretler düşmeye devam ediyor. Geçen yılın sonunda, öğretmenler sendikasının tahminlerine göre temel mallar ve hizmetlerin olduğu bir sepetin değeri on yedi asgari ücrete denk geliyordu. Bırakın sağlık sistemi için gereken kaynakları, en temel ilaçları temin etmekteki sıkıntı bu rakamları daha da yukarı çekiyor. Her gün radyo ve televizyonda yapılan ilaç çağrıları her şeyi anlatıyor.

Krizin bütün yükünü çekenler, aynı zamanda Chávez’in Bolivarcı projesini ve onun ülkenin petrol zenginliğini sağlık, eğitim ve konut alanlarındaki sosyal programlara harcanacağı vaadini en tutkulu şekilde destekleyenler. Chávez, petrol gelirlerinden artan miktarı gelecek için kullanacağını, ekonomiyi çeşitlendireceğini ve petrole bağımlılık tuzağından kaçınacağını vaat etmişti.

Bu proje başarısız oldu. Bugün, Venezuela’nın dış gelirlerinin yüzde 95’i petrolden geliyor. Yirmi yıl önce bu oran yüzde 67’ydi. Bu arada, pek çok alanda sanayi ve tarım üretimi çöktüğü için GSYİH yüzde 18 düştü. Devlet kaynakları 2012’deki seviyenin yüzde 40’ına azaldı. Nüfusun neredeyse yüzde 90’ı yeterli yiyecek satın alamıyor ve bu da ortalama sekiz kilo kaybı açıklıyor. Süt tüketimi yarı yarıya düştü. İlaç sıkıntısının etkilerine dairse henüz veri yok.

Venezuelalılar, Sağın üçte iki çoğunluğu neredeyse kazandığı Kasım 2015’teki Ulusal Meclis seçimlerinde oy kullanırken durum hali hazırda çok ciddiydi.

Bu sonuç büyük bir ideolojik değişimi göstermiyor. İki milyon Chavist seçmen oy kullanmadı. Bu, liderliğe bir mesaj ve çok yüksek fiyatlara satılan temel ihtiyaç maddelerini almak için saatlerce beklemek zorunda kalanların acılarının ve çaresizliğinin açık bir ifadesiydi.

Seçmenler, somut veriye ulaşma imkânları olmamasına rağmen –Merkez Bankası ekonomik duruma dair bilgileri yayınlamıyor- varsıl ve yoksul arasındaki farkın yeniden büyüdüğünü görebiliyorlar. Geçen yıl Chávez’in eski maliye bakanı Jorge Giordani, 500 milyar doların devletin hazinesinden kaybolduğunu gösteren bir açıklama yaptı. Bu haber çok sayıda insanın zaten bildiği bir şeyi doğruladı: Chavismo, devlet kaynaklarını özel banka hesaplarına yönlendiren devlet bürokrasisine yolsuzluk ve rüşvet için büyük fırsatlar yarattı.

Kambiyo sisteminin karmaşıklığı, ithalatçıların aşırı düşük kurdan dolar almasına ve daha sonra getirdikleri ithal malları yüzlerce kat daha yüksekte belirlenen piyasa kurundan satmasına imkân verdi. Bu malların çoğu Venezuela üzerinden karın çok daha iyi olduğu Kolombiya’ya da geçirildi. Banka patronları, devlet bürokratları, gümrük hizmetleri ve Ulusal Muhafızların hepsi kendi paylarını aldılar. Güzergâh boyunca servetler kazanıldı.

Ticaret burjuvazisinin stokçuluk yapması ve fiyatları yükseltmesi veya sanayi ve mali sektörün ulusal ekonomiyi zor durumda bırakmak için sermayelerini yurtdışında çıkarması pek şaşırtıcı değil. Ama –yolsuzlukla mücadele ederek ve yeniden dağıtım politikalarını uygulayarak- Venezuela devletini dönüştürmekle sorumlu olanların bundan payını alması şaşırtıcı.

2013 yılında ölümünden hemen önce Chavez, 2013-19 ulusal planına, devletin değişmediğini kabul eden ve dümenin yeni bir yöne çevrilmesi çağrısında bulunduğu bir giriş yazmıştı. Ne yazık ki harekete geçeceğini umduğu kişiler çoktan devlet bürokrasisine yerleşmişti ve sistematik yolsuzluktan faydalanıyorlardı.

Chavismo destekçileri düşen petrol fiyatlarının krize neden olduğunu savunacaklardır ama bu doğru değil. Petrol karları düştü ama Manuel Sutherland’ın dikkatli bir şekilde hesapladığı gibi önceden kazanılan gelirlerin hükumetin mevcut kriz ve sonrakileriyle başa çıkmak için para biriktirmesine imkân vermiş olması lazımdı.

Hükumet, bütçesini, o zamanlar fiyatı iki katı olsa dahi petrolün varilini altmış dolardan satmak üzerine kurmuştu. Bu ek gelir, Chavist devletin yönettiği ve devam eden çürümüş sistemde kayboldu.

Elbette burjuvazi için işler iyi gitti. Kamu fonlarını ele geçirmek, kambiyo piyasasında spekülasyon yapmak ve karlarını yurt dışında değerlendirmek için yeni Chavista elitleriyle memnuniyetle işbirliği yaptılar.

İspanyol Tiempo dergisinin yakın zamandaki bir sayısı “Venezuelalıların İstilası” diye bir kapak konusuyla çıktı. Makalede göçmenlerin olası bir hücumundan değil, zengin Venezuelalı ailelerin artık İspanya’da yatırım yaptığından memnuniyetle bahsediliyordu. İsimler tanıdık: Capriles, Cohen, Otero Silva, Baute. Servetleri ilaç sektörü, medya, perakende satış, restoranlar ve altın ticaretinden geliyor. Dergi bize, Venezuelalı süper zenginlerin, Madrid’in zengin semtlerine ülkelerindeki sosyal çöküşten korunarak güvenli bir şekilde yerleştiklerini söylüyor.

Venezuela’daki kriz, Bolivarcı devrimin bütünüyle reddini temsil ediyor: yoksullar ve işçi sınıfı tarafından elde edilen kazanımların hemen hepsi kaybedilirken kapitalist elitler zenginliklerini ve güçlerini korudular.

Maduro hükumeti, giderek kötüleşen krize direnmek yerine güçlerini kendisini korumak için seferber etti.

Terse dönen devrim

Krizin hiçbir anında Maduro hükumeti herhangi bir uygun çözüm sunmadı, onun yerine kaotik davranışlar gösterdi. Yönetim sık sık bakanları değiştirdi ve sonrasında öylece ortadan kaybolan komisyonların kurulduğunu duyurdu. Hareketleri, büyüyen yoksulluk ve hoşnutsuzluğu gidermek değil, içteki savaşları çözmek üzerine tasarlanmış gibi.

Bununla beraber hükumetin davranış biçiminden üç sonuç çıkarabiliriz: doğal maddeleri işleme sektöründe yabancı yatırımların yeniden canlanması, hükumetin giderek askerileşmesi ve Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi’nin (PSUV) politik kontrol aygıtına dönüşmesi.

Maduro, devlet bütçesinde büyük açık için bir öneride bulundu: Venezuela’nın Amazaon bölgesi, Arco Minero. Bölge, ülke yüzölçümünün yüzde 12’sine denk düşüyor ve bereketli maden, petrol ve gaz kaynaklarına sahip. Ayrıca ülkenin ana tatlı su kaynağı.

Chavez, yıllar önce çevresel ve yerli toplulukların insani ve bölgesel haklarının tanınması nedenleriyle çalışma yapılmasını reddetmişti. Ama geçtiğimiz yaz Maduro, çokuluslu şirketleri ayrıcalıklar vermek için davet etmeye başladı.

İlk teklifi, on yıl önce Venezuela’dan çıkartılan Kanadalı dev altın çıkarma ortaklığı Barrick’e yaptı. Chávez madenleri millileştirdikten sonra şirket tazminat olarak yüz milyonlarca dolar istemişti. Maduro bir iyi niyet göstergesi olarak bu parayı ödemeyi kabul etti ve on yıl vergi muafiyetiyle bölgenin altyapı çalışmalarının devletin hesabından yapılmasını önerdi.

Bölgenin açgözlü madencilik sanayisine açılmasının çevresel sonuçlarını görmeye başladık bile: halk yerinden edildi, toprak ve nehirler zehirlendi, hassas yağmur ormanları ve dağ ekolojisi tahrip edildi. Arco’da, hükumetin duyurusundan kısa bir süre sonra ordu, bölge sakinlerini yerlerinden çıkarmaya başladı.

Doğrusu, Maduro yönetimi bölgeyi derhal askeri kontrol altına verdi ve anayasal hakları askıya aldı. Kaynakları, yeni kurulan Camimpeg adlı bir şirket yönetecek. Bu yeni yapıyı savunma bakanlığı idare edecek olsa da, özerk –aslında özel- bir işletme ve kamuya hesap verebilir değil.

Ordu, politik kontrol ve merkezi ekonomik rolüyle yönetimdeki devletçi burjuvazinin üniformalı bir parçası haline geldi. Son zamanlardaki değişikliklerden önce dahi kabinenin yarısından fazlası ve eyalet valilerinin yarısı ordudan geliyordu.

Bunu Chavez’in, ordunun çoğunluğun çıkarları doğrultusunda hizmet vereceği sivil-asker ittifakı şeklindeki orijinal projesiyle karıştırmamalıyız. Şu anda olan daha çok Maduro’nun kendi iktidarını koruyacağı umuduyla yüzünü orduya dönmesi hali.

Aynı zamanda partisi Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi de (PSUV) politik kontrol aracı haline geldi. Chavez, 2016’da PSUV’nin kuruluşunu yirmi birinci yüz yıl sosyalizmi planlarının bir parçası olarak duyurmuştu. Partinin, ülkenin yeni anayasasında belirtildiği gibi katılımcı demokrasi yolunda ileri bir adımı temsil etmesi bekleniyordu. Chavez, PSUV’nin hem hükumeti hem de devleti hesap verebilir kılacak açık ve demokratik bir parti olmasını amaçlamıştı.

Ama ortaya çıkan şey tam aksi oldu: karşıt görüştekileri ve tartışmaları başından beri sıkı bir şekilde kontrol eden yukarıdan aşağı otoriter bir yapı ortaya çıktı. Aslında partinin mimarları PSUV’yi Küba Komünist Partisi örneğine göre tasarladılar.

Örneğin, kriz derinleştikçe hükumet yoksul hanelere resmi fiyattan yiyecek paketleri sağlayacak bir program geliştirdi. PSUV dağıtım işini üzerine aldı ve sadece politik bağlılık karşılığında yiyecek sağladı (İronik bir şekilde proje yolsuzluk yüzünden başarısız oldu).

Ondan sonra yurtsever kart denilen bir uygulama getirildi ama bu da PSUV’den alınabiliyor ve bu kart olmadan devlet hizmetlerine, emeklilik maaşına veya pasaporta erişmek mümkün değil. Yani bu da bir politik baskı aracı oldu.

Sağın mücadelesi

2015 seçimlerinden hemen sonra Maduro, olağanüstü hal ilan etti ve hem eyalet hem de sendika seçimlerini erteledi.

Sağcı Demokratik Birlik Yuvarlak Masası (MUD) tarafından yönetilen yeni Ulusal Meclis ekonomik krize, elektrik ve su kesintilerine veya suç dalgasının yükselmesine herhangi bir çözüm sunamadı. Onun yerine kafayı iki konuya taktı: 2014’te şiddeti teşvik ettiği gerekçesiyle tutuklanan Leopoldo Lopez’in serbest bırakılması ve Maduro’nun devrilmesi. Sözcüleri halkın önünde ne söylerse söylesin tek istekleri iktidarı kazanmak ve Chavismo’yu çökertmek. Bu projeyi Washington da kuvvetli bir şekilde destekliyor.

2016’da, sağ, Maduro’yu devirmek için bir geri çağırma referandumu çalışması başlattı. Şu işe bakın ki Chavist devrimin esas unsurlarından olan 1999 anayasası bu hareketi yapmalarına imkân verdi.

Anayasanın geri çağırma maddesi Chavismo’nun kamu görevlilerini hesap verebilir kılma vaadinin bir sembolüydü. Bu madde, bir politikacının görev süresinin yarısına geldiğinde, seçmenlerin yüzde 20’sinin geri çağırmareferandumu talep etmesine imkân veriyordu.

Chávez’in kendisi için de 2004’te böylesi bir referandum yapıldı ve ciddi farkla kazandı. Ancak 2015 seçimlerinden sonra kamuoyu desteğine güvenemeyen Maduro, referandum girişimini durdurmak için seçim komisyonu gibi kamu kurumlarını kullandı.

Elbette Sağ, durumu kendi hedefleri doğrultusunda sömürüyordu ama Chávez, seçilmişlerin geri çağrılması imkânının katılımcı demokraside önemli bir rol oynadığını vurgulamıştı. Ayrıca 1999 anayasasının toplumun her kesiminde tartışıldığını hatırlamalıyız. Kurucu Meclisi seçme ve yeni anayasayı oylama referandumu aynı ilkelere dayanıyordu.

Maduro, Chavist anayasayadan kaçmak için bürokratik manevralar yapıyor. Venezuela’ya karşı ekonomik savaş yürütüldüğünü iddia etti. Dış güçlerin krizi derinleştirdiği açık ama krizi büyük ölçüde iç gelişmeler üretti. Hükumetin krizle başa çıkmakta başarısız olduğunu belirtmeye gerek bile yok.

Mart ayında Ulusal Meclis Arco Minero projesini onaylamayı reddettiği zaman Maduro, Anayasa Mahkemesi yoluyla Meclis’in yetkilerini kaldırarak bir kere daha demokratik kuralları atlatmayı denedi. 2005’ten bu yana başsavcı olan ve Chavismo’ya sadakati tartışılmaz olan Luisa Ortega Diaz, hükumetin kararlarının anayasaya aykırı olduğunu açıkladı. Maduro, uysal mahkemesinin kararını hızla geri aldı.

Arco Minero oylaması Venezuela siyasetinin paradoksunu gösteriyor. Chavist bir hükumet, kurtulmak için mücadele verdiği küresel piyasalara ve doğal maddeleri işleme sektörüne dönmek için müzakere ediyor. Anlaşma olursa ülke tahrip olacak ve halkın çoğunluğu Chavez öncesi yılların sefaletine dönecek.

Bu süreci hızlandırmayı amaçlayan burjuvazi, teslimiyeti kendilerinin yönetmesi ve aynı zamanda Chavismo’nun hatırasının bile yok edilmesi gerektiğini düşünüyor.

Bütün bunları olup biterken MUD gösteri çağırısında bulunuyordu. Üst sınıfın maskeli üyeleri tarafından yönlendirilen ilk gösteriler çok sayıda orta sınıfı da etkiledi. Ancak diğer göstericiler herhangi bir sağ partiye bağlı değillerdi: Kendini Chavist olarak tanımlayabilecek yılgın, öfkeli ve umutsuz çok sayıda kişi ülkenin elitlerinin ardından yürüdü.

Sakinlerinin hükumet bakanlarını kovduğu Caracas’ın La Vega ve El Valle gibi önemli Chavist bölgelerinde son aylarda artan bir şekilde yürüyüşler ve yağmalamalar yaşandı. Ulusal Muhafızlar, polis, ordu ve PSUV’nin hepsi anayasal olarak korunan gösteri hakkına engel olmaya çalışırken insanların başka nasıl tepki vermesini bekleyebiliriz ki?

Maduro, Temmuz ayının sonunda toplanmak üzere yeni bir Kurucu Meclis çağrısında bulundu. Bu 1999’daki toplanmaya pek benzemiyor. O zamanlar tartışmalar açık ve kamusaldı ve insanlar sürece iyimser bir şekilde katılıyorlardı. Bu defa Maduro yönetimi süreci dikkatli bir şekilde yönetecek ve hükumetin karar verdiği değişikliklerin onaylanmasını sağlayacak. Tartışma olmayacak, şeffaflık olmayacak.

Maduro’nun neyi amaçladığı belli değil ama değişiklikler belli ki Arco Minero planlarının gerçekleşmesini zorlayacak ve devletin elindeki petrol şirketi PDVSA’nın kısmen veya tamamen özelleştirilmesini içerecek. Aynı zamanda, katılımcı bir süreçle değil de kontrol isteyen güçlü gruplar arasındaki iç savaş yoluyla iktidarın giderek daha az sayıda elde toplanmasını meşrulaştırma olasılığı da var.

Bildirilen daha barbarca eylemlerden diğer daha kötü güçler sorumlu. Kar maskesi takıyorlar ve gençlerin, yoldan geçenlerin ve sürücülerin üzerine bilye ateşliyorlar.

Eylemleri gösteri yapmanın ötesinde; bu çetelerin neredeyse hepsi aşırı sağ tarafından besleniyor. Bunlar, muhtemelen etkileri hızla artan uyuşturucu kaçakçıları için çalışan paramiliter güçler.

Sadece sağı destekliyor değiller: ülkeyi yönetilemez bir hale getirmeyi, artan sayıda Venezuelalıyı etkileyen çaresizliği ve korkuyu derinleştirmeyi hedefliyorlar. Aynı zamanda, başta Ulusal Muhafızlar olmak üzere, devletin güvenlik güçleri artan bir şekilde şiddete dâhil olmaya başladılar. Bu ağların ne ölçüde birbirlerinin içine geçtiğini söylemek çok zor.

Bu esnada çokuluslu şirketler ülkenin devasa petrol, gaz ve maden zenginliğini, açık bir neoliberal hükumetin gözetimi altında ele geçirmeyi bekliyorlar. Sadece Amerika Birleşik Devletleri değil, Çin, Rusya ve küresel kapitalizmin diğer devleri de buna dâhil.

Bazı Solcular şiddet çağrısında bulundu ama bundan daha fazla sorumsuz ve gülünç bir poz olamaz. Gerçekten de Chávez etrafında büyüyen ve onun vizyonunu savunan kitle hareketi silahsızlandırıldığı ve demoralize edildiği için pozdan fazlası değil.

Demokrasinin sistematik bir şekilde zayıflatılması, muhaliflerin şeytanlaştırılması Sabino Romero gibi sendikacıların ve taban örgütü liderlerinin ölümü, hükumete güvenin erozyona uğraması ve artan şiddet karşısında sadık Chavistlerin yapabileceği çok az şey var. Silah çağrısı, orduyu müdahaleye çağırmaktan başka bir şey değil.

Soldaki diğerleri ise hiçbir şey söylememeyi veya karmaşık gerçekliği görmezden gelmeyi tercih ediyor. Amaçları ne olursa olsun, sessizlikleri sosyalizmin dili arkasına saklanan yeni yönetici sınıfla suç ortaklığına tekabül ediyor.

Bu elitler, 2002-2003 yıllarında devrimlerini savunan taban örgütlerini ve onların başarılı bir Chavist projeye temel olabilecek çeşitli topluluk örgütlenmelerini dağıttılar.

Bu gerilemeye rağmen, çoğu şu an için sessizliğe bürünmüşlerse de, insanların kendilerini savunmak için işbirliği içinde hareket ettikleri ve dayanışma geleneklerini korudukları yılların anıları hafızalarda.

Venezuela dışındaki Sol, neyin yanlış gittiğinin dürüst bir muhasebesine katılarak hareketin yeniden inşa edilmesine yardımcı olabilirler. Sosyalistler olarak daha az kötü olanı seçmek zorunda değiliz. Onun yerine gerçekten demokratik bir toplum için altyapıyı inşa etme mücadelesi verenleri desteklemeliyiz.

Mike Gonzalez

(Makale 8 Temmuz'da Jacobin'de yayımlandı. Türkçe çevirisi Kontra Salvo'dan alınmıştır.)

Bültene kayıt ol