Ürdün'de boykot: Bir halkın tepesi atarsa ne olur?

19.02.2017 - 20:19
Haberi paylaş

Boğazına kadar yolsuzluklara batmış bir hükümet, varını yoğunu yağmaladığı bir halkın elinde avucunda kalan son bir lokmaya da göz koyarsa ne olur?

Otoriter bir tahakkümün altında fikir ve ifade hürriyetlerinin iktidarın eli kulağı olan muhbirlerin insafınca yaşanabildiği, hukukun değil yönetenlerin ince hesaplarının kuralları ve standartları belirlediği bir siyasi-sosyal hayatın ortasında yoksulların, güçsüzlerin, sessizlerin gazabı nasıl patlak verebilir?

Bu soruları cevaplamak için sizi bunların hiçbirinin asla ve kat’a geçerli olmadığı mükemmel bir demokrasi örneği olan cennet ülkemizin sınırları dışına götürmek istiyorum: Üzerinde çok da kafa yormadığınız, zaten haberlerde fazla da duymadığınız bir ülke olan Ürdün’e.

Ekonomik sıkıntılar, kronik işsizlik, daimi yolsuzluk, hayat pahalılığı gibi meselelere artık alışmış Ürdün halkı -ki bu halkın yarısından fazlası Filistin kökenli- bu sonbaharda İsrail’den Ürdün’e gaz sağlaması beklenen bir boru hattının inşası projesiyle zaten yeterince öfkelidir. Bu arka planda, gayrı safi yurtiçi hasılasının %80’ine kadar borçlu hükümet, IMF’yle anlaşıp zaten yeterince geçim sıkıntısı çeken insanların vergi yükünü arttırmaya karar verir. Ocak sonuna doğru patates ve yumurta gibi iki çok temel gıda kaleminin fiyatlarına zam yapılır. Ve olaylar gelişir.

4 sene önce Arap diktatörleri ve onların dış destekçileri, halkların özgürlük ve şerefli bir yaşam taleplerini güncellenmiş muhaberat teknikleriyle, deneme-yanılma yoluyla çağa ve şartlara uydurdukları polis metodlarıyla, neoliberal hegemonyanın son umudu Silikon Vadisi’nin gıcır güvenlik yazılımlarıyla ve hiçbiri kesmezse barışçıl protestolara çıkanların hiç öngöremeyeceği bir şiddet dalgasıyla Arap İsyanları'nı boğdular. Fakat Ocak sonundan beri Ürdün’de olanlara bakarak, Ürdün halkının Bahar’ın devrimci ruhunu çağırdığını görmemek elde değil.

Yeter!

Fiyat artışları, kitle hareketlerinin o aşina olduğumuz kıvılcımını çaktı. Tepkilerini meydanlarda, sokaklarda göstermenin riskli ve tehlikeli olduğu bir ortamda vatandaşlar sosyal medya üzerinden “Tamm!” (Yeter!) diyerek örgütlenmeye başladılar. Patates ve yumurtaya yönelik boykot çağrısı yapan sosyal medya sayfalarının takipçileri yüz binleri buldu. Hükümet, açılan ilk sayfa bir milyon takipçiyi bulduktan sonra sayfanın yöneticisi İssam Zibin’i tutuklamak zorunda kaldı. Sayfa kapandı fakat an itibarıyla irili ufaklı pek çok sayfa boykot çağrılarına devam ediyor.

Hükümet, bu muazzam tepkilerden sonra bu iki üründeki artışlardan geri adım attı. Fakat benzin, sigara ve cep telefonu konuşmalarındaki fiyat artışları devam ediyor. Sosyal medyadaki boykot çağrıları bu ürünlere de uzandı, 9-12 Şubat tarihleri arasında araba kullanmama çağrıları yapıldı. Facebook ve Twitter hesaplarında taksiciler dahi arabalarını bu tarihlerde kullanmayacaklarını yazmaya başladı. Katılımın büyüklüğünden korkan hükümet, insanları evlerinden çıkarmak için üniversite giriş sınavlarının sonuçlarını açıkladı. Neticeler internet üzerinden yayınlanmadığından insanları araba kullanmaya zorlayan bu manevra boykotun etkisini bir nebze olsun kırsa da, bu tarihler arasında, özellikle Amman dışında, en işlek ve merkezi caddeler dahi boşaldı. Kerak kentinde insanlar asfalt yollarda eşekler ve atlarla gezerken görüntülendiler.

Cep telefonları için ise Facebook ve Twitter üzerinden “Hattını kapat” kampanyası örgütlendi. Telefon hattı bir yumurta veya patates kadar vazgeçilebilir bir kalem değil tabii ki. Bu boykot ötekiler kadar hızlı ve güçlü bir etkiye sahip olamasa da katılımın binleri bulduğu söyleniyor. Öyle ki, sosyal medyada bu kampanyada ön plana çıkan ve etkili olan 4 aktivist tutuklandı. Sigaraya yönelik de bir boykot hâlâ devam ediyor. Elektrik faturalarını ödememe çağrısı da yapılıyor.

Halk kitlelerinin sınıfsal tepkisi

Genç aktivist Şakir Carrar, bize bu boykot çabasının Ürdün’de ilk olmadığını anlatıyor. Daha önce pek çok kere boykot örgütlenmiş fakat istenilen netice alınamamış, çünkü bunlar daha çok İsrail ürünlerinin boykotu -ki bunların çoğu mango gibi tüketimi kısıtlı gıda ürünleri- veya Danimarka’yla 2004’te yaşanan karikatür krizinden sonra Danimarka’ya yönelik bir boykot gibi çabalar. Bu şekilde bir çabanın büyük halk kitleleri tarafından sınıfsal bir tepki olarak başarıyla örgütlenmesinin ise ilk olduğunu söylüyor.   

Carrar, telefon ve sigarada başarıya ulaşmanın patates ve yumurtadan daha zor olacağının farkında. Fakat şu ana kadar olanların bile hakim sınıflar arasında yeterince kaygı uyandırdığını anlatıyor. Hükümetin kafası da karışık durumda, Carrar bize geçen günlerde bir bakanın “boykota karşı değiliz ama siyasallaşmasın” gibi ülkemizi aratmayacak komiklikte vecizeler yumurtladığını anlatıyor. Carrar’a göre olay, ülkede gerçekten iktidarı elinde tutan Saray’ın müdahale edip yeni bir kabine oluşturmasına varabilir. Boykotlara katılan Ammanlı öğretmen Taha R. de benzer görüşte. Büyük tüccarların ve telekomünikasyon şirketlerinin kararın geri çekilmesi yönünde hükümete baskı yapmaya başladığını söylüyor.

Ayın 18’ine kadar bu eylemlilik hâli herhangi bir şekilde sokakta ifadesini bulamamıştı. Şakir Carrar da yönetici sınıfın, Arap Baharı'nın başından beri Libya, Yemen, Suriye, Irak gibi örnekleri göstererek ellerinde, halkın hâlâ elinde kaybetmediği güvenliği olduğunu ve onu da kaybetmek istemiyorlarsa sokaktan uzak durmaları gerektiğine dair yoğun propaganda yaptığını anlatıyor. 2011’den 2012’ye kadar -genellikle Cuma günleri- sokak protestoları azalan bir katılımla sürmüş, Suriye’deki barışçıl eylemler yerini iç savaşa bırakmaya başladıkça Ürdün’de de sokaklar durulmuştu. Fakat nihayet cumartesi Kerak’ta yüzlerce kişi başbakan Hani El Mülki’yi ve hükümetinin zam politikalarını protesto için meydanlara çıktı, istifa çağrıları yapıldı. Her ne kadar bu eylemin arka planında Mülki’nin şahsına yönelik aşiret husumetleri yer alsa da takip edilmesi gereken bir gelişme.

Arap Baharı ve mücadele kültürü

Taha R., eylemlilik hâline sadece somut, maddi kazanımlar olarak bakmamak gerektiğini düşünüyor. Eğer boykotlar başarılı olabilirse bunun ilerisi için halka bir özgüven kazandıracağını ve bir mücadele kültürünü yeşertebileceğini düşünüyor.

Bir ay kadar önce Columbia Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları Bölümünden Hamid Dabaşi’nin 2012’de çıkan Arap Baharı: Post-kolonyalizmin Ölümü adlı kitabında “‘Ortadoğu’ miadını doldurdu, artık tanımlayamadığımız yeni bir özgürleşme coğrafyasıyla karşı karşıyayız” nev’inden iddialı çıkışlarla karşılaşınca, 2017 Ocak’ından baktığımızda hoca paralel evrendeymiş gibi gelen bu iyimserliğini kitabın 2012 çıkışlı olmasına bağlamıştım. Bir ay sonra Ürdün bu hâldeyken bile hâlâ Dabaşi haklıymış diyemem. Ama insan düşünmeden edemiyor, belki de Baharlar karşı devrimci katillere rağmen böyle küçük mücadelelerde kendini yaşatmaya ve direnmeye devam edecek. Belki biz de direnmeye devam edeceğiz. Ve belki de geçen hafta KHK’yla hiç hak etmemesine rağmen ihraç edilmiş anayasa hocam Murat Sevinç’in Skype’tan yaptığı ve hâlâ internetten izleyebileceğiniz o muhteşem açık dersinde Çetin Altan’dan naklederek hatırlattığı gibi “enseyi karartmamak” gerek.

Cem Aksoy

Bültene kayıt ol