Yeni neo-conlar çağına hoşgeldiniz

04.01.2017 - 07:05
Haberi paylaş

Dünya 2017 yılına her açıdan belirsizliğin arttığı bir hâlde girdi.

Trump’ın seçilmesine yılın son günlerinde Rusya, İran ve Türkiye’nin Suriye’de ateşkesi sağlayan anlaşması eşlik etti. Obama yönetimi ise gider ayak, seçimlere hile karışmasında rol oynadıkları gerekçesiyle 35 Rus diplomatını sınır dışı edeceğini açıkladı. Kerry’nin İsrail konusundaki açıklamaları karşısında ise Trump açıkça İsrail’i destekledi. Tüm bu karşılıklı hamlelerin nereye varabileceğini kimse bilmiyor. Trump’ın seçilmesiyle birlikte Batı’nın ve emperyalizmin krizi derinleşirken, büyük güçlerin krizlerinden doğan boşluğu Türkiye ve İran gibi bölgesel aktörler doldurmaya aday oluyor. Doğru tutumu almak için giderek karmaşıklaşan bu durumu anlamak her zamankinden daha büyük önem taşıyor.

Lübnan asıllı sosyalist aktivist ve yazar Simon Assaf'ın 2016 Aralık ayı başında Socialist Review dergisinde yayımlanan makalesini, bu bağlamda dikkatinize sunuyoruz...


Trump’ın başkanlığı ABD ve Batı emperyalizminin krizini daha da derinleştirdi. Trump’ın savunduğu ve öncülüğünü George W Bush’un “yeni Amerikan yüzyılı” projesinin yaptığı kendi-başına-hallet politikası Irak’ta hezimete uğramıştı. Bir yorumcuya göre ise ABD’nin yeni dış politikasına yön verecek olan ekip, Bush’un neo-conlarının “bir grup yaşlı tarih profesörü” olarak görülmesini sağlayacak.

Trump’ın kavgacı açıklamalarının ve pişkin ırkçılığının yanı sıra, “Amerika’yı yeniden büyük ve güçlü hâle getirme” hayali hem sıradan insanlar hem de ABD’nin Batılı müttefikleri için büyük bir belirsizlik yaratıyor. Trump’ın zehir zemberek ırkçılığı İsrail’i bile utandırdı. Trump 2015’de Netanyahu hükümetinin kendisinin Müslümanların ABD’ye girşinin yasaklanması konusundaki açıklamalarını eleştirmesinin – İsrail hükümeti çok tuhaf bir açıklama yaparak kendisinin “bütün dinlere saygılı olduğunu” iddia etmişti - ardından İsrail’e yapacağı seyehati iptal etmişti.

Trump’ın sorunu, Soğuk Savaş’ın sona erdiği zamandan bu yana görülmeyen ve yeni emperyalistler arası rekabetin daha da kızıştırdığı küresel bir krizi devralıyor olması. Neo-conların dönüşü, Batılı güçler arasında şu an Suriye ve Irak’ta sahnede olan 2003 sonrası konsensüsü – “kullanışlı”, kısa vadeli ve yerel ittifaklarla kapsayıcı ve “reel politikaya” dayanan bir işbirliği -  bozuyor.  

Batı’nın Irak’taki stratejisi İran, BAE, Kürtler, Şii’lerin yönetiminde olan Irak hükümeti ve onun mezhepçi milisleri ile pargmatik bir işbirliğine dayanıyor. ABD, Irak’taki yenilgisinden bu yana sersemlemiş hâlde ve tutarlı bir politika izlemekte çok zorlanıyor. Bu durum, diğer güçlerin sahneye çıkma imkanı bulmasına yol açıyor.

Emperyalizm, sürekli olarak yeni çatışmalar yaratan bir jeopolitik rekabet sistemidir.

Hiç şüphesiz Trump’ın çetesi, ABD’nin devasa askeri gücünü sahadaki gerçekleri yeniden organize etmek için kullanma fikriyle eğlenecektir. Fakat Irak fiyaskosunun sonucunda oluşan bu ittifaklardan ve rakiplerden kurtulmak çok zor olacaktır. ABD askeri açıdan hâlâ çok güçlü. ABD’nin 19 uçak gemisi var ve on uçak gemisinin daha sipariş etti. Rusya’nın artık yaşlanmış tek uçak gemisi ki bu gemide şu anda Suriye açıklarında bulunuyor, bu gücün yanında hiçbir şey. Çin, yeni bir filo inşa ediyor ancak tamamlanması yıllar alacaktır.

Egemenlik

Çin’in askeri programının boyutu ve hızı ABD’nin Pasifik’teki üstünlüğüne yönelik bir tehdit oluştursa bile Çin, ABD’ye küresel değil bölgesel düzeyde meydan okuyor. Çin, Irak petrolüne büyük yatırım yapıyor olmasına rağmen oradaki petrol sahalarını korumak için ordusunu ya da Basra Körfezi’ni kontrol etmek için gemilerini gönderemez. Bu yük hâlâ ABD’nin omuzlarında.

Putin, ABD’ye Ukrayna ve Suriye üzerinden açıkça meydan okuyor. Fakat Rusya’nın kendisini küresel bir güç olarak saldırgan bir şekilde ileri sürmesi hâlâ  Soğuk Savaş’taki gücünün gölgesinden ibaret. Putin’in temel hedefi Rusya’nın eskiden sahip olduğu etkinin bir kısmını geri kazanmasını sağlamak fakat bu asıl olarak, Gürcistan, Ukrayna gibi eski Sovyetler Birliği’nden ayrılan ülkelerde gerçekleşiyor. Putin’in Suriye’ye müdahalesinin nedeni Rusya’nın Arap dünyasındaki son müttefikini korumak. Yoksa kendisine yeni bir alan açmıyor.

Şimdiye kadar Rusya’nın Suriye’deki ateş gücü çok yıkıcıydı, fakat bu güç ABD’nin askeri gücü ile başetmeye yetmez. Rusya şu an Suriye’de, diğer güçlerle bazen kesişen bazen de çelişen pragmatik ittifaklar yapan bir diğer aktör hâline geldi.

Trump’ın jeopolitik olarak çok karmaşık olan bu bölgede Obama’dan daha iyisini yapabilmesi olanaklı değil. Trump Suriye’de İŞID’e karşı Esad rejimi ile ittifak yapma, yani ABD politikasını Rusya ile aynı hizaya getirme (her ikisi ayrıca Kürtlerle de birlikte çalışıyor) taktiğini benimsemiş görünüyor. Fakat retoriği bir kenara bırakırsak, bu zaten Obama’nın stratejisinden çok farklı değil.

ABD zaten Suriye’nin silahlı ayaklanmacılarının belkemiğini oluşturan Halep ve İdlib civarındaki cihatçıları hedef almış durumda. Al Kaide ile ittifak yapan ve ayaklanmanın önde gelen örgütlerinden biri olan Jabha Fateh al-Sham’ı (resmi olarak Jabha al-Nusra) bir süreden beri hedef alıyor ve diğer İslamcı ayaklanmacı örgütleri “düşman” olarak ilan etti bile.

ABD, Suriye’ye müdahale etti – Halep’i korumak için uçuşa yasak bölge ilan etmedi ama İslam Devleti’ne karşı savaşarak ve bir süreden beri Esad’ı doğrudan destekleyerek Suriye’ye müdahale etti. ABD’nin Suriye cephesine dahil oluşu, utanç verici şekilde, IŞİD’in Deyrizor şehrine saldırmasını geciktiren rejim yanlısı askerleri yanlışlıkla bombalamasıyla oldu.

IŞİD’in yenilmesi Batı’nın en başta gelen önceliği, fakat batı Irak ve doğu Suriye’de, bir halifeye değil Batıya minnettar Sünni bir devlet oluşturma olasılığı da öyle. Her iki devletin de bölünmesi olası ve iyice mezheplere bölünmüş her iki ülkede de tek uygulanabilir çözüm bu olabilir. Ayrıca Türkiye ve İran’ın aktif bölgesel oyuncular olarak ortaya çıkabileceğine dair işaretler var.

Obama yönetiminin taraftarı olduğu ABD’nin Irak’tan çekilmesi ve asıl mesele olan Asya’ya geri dönme planı Ortadoğu’daki eski hırsların yeniden yüzeye çıkmasına yol açtı. Hem Türkiye hem de İran şu anda Irak ve Suriye’ye aktif şekilde müdahale ediyor. Türkiye 2003’te Irak’ın işgal edilmesine karşı çıkarak Soğuk Savaş dönemi zorunluluklarından kurtulmuştu. İran ise ABD’nin geri çekilişinin yarattığı boşluğu doldurmayı iyi başardı.

Stratejik

Türkiye ve İran, Irak ve Suriye’de ortak çıkarlara sahip; o da bağımsız bir Kürt devletinin oluşmasını önlemek. Her iki ülke de oldukça büyük ve huzursuz bir Kürt nüfusuna sahip. Recep Tayyip Erdoğan, Temmuz ayındaki başarısız darbe girişiminden bu yana amaçlarına ulaşmasını engelleyen her şeyi ezip geçiyor.  Eski devlet aygıtı ile dengeli bir şekilde giden ilişkisi artık tamamen ondan yana dönmüş durumda ancak Turkiye’nin çıkarlarına yön veren ilkeler değişmedi.

Türkiye doğusunda güvenli bir sınır istiyor; bir Kürt devletinin ortaya çıkmasına engel olmak istiyor ve İran’ın genişlemesini istemiyor, AB’nin doğu sınırlarının bekçisi olmaya devam etmek istiyor ve AB’ye üyelik görüşmelerinde elini güçlendirmek istiyor. Irak ve Suriye’de IŞİD’e karşı yürüttüğü savaş Türkiye’ye her iki ülkede de kilit oyuncu olmaya devam etme fırsatı veriyor. Türkiye, Irak hükümetinin karşı çıkmasına rağmen askerlerinin Musul saldırısına katılması konusunda ısrar etti. Şu anda ise ele geçirmiş olduğu doğu Halep’te bir üs inşa ediyor.

Türkiye’nin Kuzey Suriye’yi işgal etmesi Halep’in kuşatılmasını önlemedi ama Kürtlerin Kuzey Irak’tan Kuzey Suriye’ye kadar olan bölgeyi kontrol etmesini ve Kürt bağımsızlık hareketi için güvenli bir bölge oluşturmasını önledi. Erdoğan tanklarını Suriye ve Irak sınırlarına göndererek Türkiye sermayesinin doğrudan çıkarları doğrultusundaki stratejik hedeflerine doğru özgürce ilerleme şansı elde etti.

İran da benzer şekilde davranıyor. Batılı güçlerle yaptığı nükleer anlaşmadan sonra İran kendi çapında bölgesel bir güç oluyor. Irak İran’a, rejimi korumak için yapmak zorunda kaldığı karmaşık manevralardan kurtulma fırsatı verdi.

Eğer Trump nükleer anlaşmayı yırtıp atarsa Batılı müttefiklerini çok zor durumda bırakmış olacak ve ABD’nin kara birliklerini yeniden Irak bataklığına sürükleyecek bir dizi “kırmızı çizgi” çekmiş olacak ve İran ile doğrudan karşı karşıya gelecek. Bu manzara küresel güçler için hiç de çekici bir manzara değil.

Trump’ın aktif dış politikasının etkili olabileceği yer, Suudi Arabistan’ın Yemen üzerinden İran ile yürüttüğü vekalet savaşı olabilir. Suudilerin hızlı bir zafer iddiasıyla girdiği Yemen savaşı 20. Ayına girdi. Ülke yerle bir olmuş durumda ve halkı, ne zaman biteceği belli olamayan bir savaştan dolayı açlık sınırına dayandı. En canlı Arap Baharı hareketlerinden birine tanık olan Yemen, İran ve Suudi rekabeti nedeniyle bölünme tehlikesiyle karşı karşıya.

2015’de Trump’ın kullandığı dil üzerine yaşanan küçük tartışmaya rağmen İsrail ile ilişkide bir değişim olmayacaktır. Netanyahu Obama yönetiminin İsrail’e yönelik olarak fazla eleştirel olduğunu düşünüyordu fakat bu onu Filistin sorununa çözüm aradığı yalanını söylemekten ya da İsrail’in Filistin topraklarını ele geçirme çabasından alıkoymadı. İsrailliler, Batı Şeria’yı tüketecek bir mülksüzleştirilme dalgasının peşindeler ve tarihi Filistin’i Gazze Şeridi’ne hapsetmeyi planlıyorlar. Trump’ın egemenliği bu planı değiştiremeyecektir.

Kesin olan şu ki Arap dünyası kaynamaya devam ediyor. Yeni ABD yönetimi kendisini Arap Baharı’nın bittiği ve karşı devrimin başarılı olduğu konusunda ikna etmeyi deneyebilir ancak bu doğru değil. 2011 devrimlerinin altında yatan ekonomik koşullar değişmedi; hatta daha da kötüleşti. Suudi Arabistan’dan Fas’a kadar her yerde sıradan insanların yaşam koşulları kötü ve aniden ortaya çıkan protestolar işlerin iyi gitmediğini gösteriyor. Ekim ayının sonunda Fas’ta bir polisin balık satan birisini öldürmesi üzerine büyük kitlesel gösteriler oldu. Mısır’da bir çok yerde gösteriler oluyor. Said limanında kira artışları yüzünden yaşanan gösteriler bunlardan sadece biriydi.

Gelecek

Mısır hâlâ en önemli Arap ülkesi olmaya devam ediyor ve Mısır devrimi Arap dünyasını geleceğini en çok şekillendiren devrim oldu. Tahrir ayaklanmasını gerçekleştiren güçler susturuldu ama yok edilmedi. Abdel Fattah el-Sisi en küçük bir protestoda bile güvenlik güçlerini harekete geçiriyor. Ancak sıradan insanların kendisine verdiği destek giderek azalıyor çünkü Sisi iktidara gelirken verdiği sözlerin hiçbirini tutamıyor.

Sisi’nin korkmasını gerektiren çok şey var. Sisi hükümeti IMF’den aldığı 10 milyar Pound borcu ödemek için kemer sıkma politikası uygulamaya çalışyır. Bu çerçevede bebek sütü gibi temel ihtiyaçların fiyatı yüzde 50 oranında artmış durumda. Benzer bir artış elektrik, yakıt, eğitim, ilaç, buğday ve kiralarda da söz konusu.

Hükümet, ulusal düzeyde şeker sıkıntısı nedeniyle Pepsi Cola’nın şeker stoklarına bile el koydu. Bunun altında yatan hükümetin IMF ile yapılan anlaşmanın bir parçası olarak Mısır poundunda yüzde 48 oranında devalüasyon yapması ki bunun sonucunda ithalatın maliyeti artacak. Devletin baskısı protestoları ve grevleri önlüyor. Fakat gücü, öngörülebilir olmayan öfke patlamalarını kontrol etmeye yetmeyecektir.

Trump’ın seçilmesi, Batı ve emperyalizm açısından krizin daha da derinleşmesi anlamına geliyor. Neo-conların askeri doktrinine dönüşten korkmak için çok sebep var. Fakat Ortadoğu artık çok daha karmaşık ve bir diğer devrim dalgasının sınırında sendelemeye devam ediyor.

Bültene kayıt ol