Kapitalizmin krizine karşı mücadele

20.12.2016 - 11:18
Haberi paylaş

Neoliberal politikalar uygulanmaya başlayalı neredeyse 40 yıl, kapitalizmin küresel ekonomik krizi başlayalı neredeyse 10 yıl oldu.

Krizden çıkışın olmaması istikrarsızlığın sürmesine neden olurken, neoliberal politikalar dünyanın birçok yerinde sıradan insanları anaakım politikalara çarpıcı bir şekilde yabancılaştırdı. Bu ikisi, son birkaç yıldır hemen hemen her ay dünyayı sarsaracak büyüklükte bir başka olayın gerçekleştiği bir dönemden geçmemize sebep oluyor.

Ekonomik kriz sürüyor

İngiliz marksist Michael Roberts, 2007-2008’de patlak veren krize Uzun Buhran ismini veriyor. Bunun sebebi, normalde krizin arkasından gelmesi beklenen toparlanma ve hızlı büyüme döneminin bu krizin ardından yaşanmamış olması. Batı’nın kapitalist ekonomileri beklenenin çok altında hızlarda büyüdü. Kârlılık oranlarının istenen seviyelerde olmaması sermaye sınıfının yatırımlarını azaltıyor, bu da negatif faiz oranları üzerinden para politikalarıyla ekonomilerin rahatlatılmaya çalışılmasına neden oluyor. Kârlılık krizinin asıl nedeni ise kriz başladığında bizzat devletlerin müdahale ederek kurtardığı, başarısız sermayenin imhasının yeterince gerçekleşmemiş olması. Ekonomilerdeki itici gücün finans piyasalarının spekülatif balonları olması, konut balonunda görüldüğü gibi 2007-2008 krizini yarattı. Bu durum bugün de sürüyor. IMF’nin 2016 Ekim’inde yayımladığı rapora göre, küresel borç 152 trilyon dolara yükseldi. Bu, borç oranının, küresel ekonominin hacminin iki katını aşması demek. Üstelik, krizin ardından da toplam borç seviyesinde herhangi bir gerileme olmadı.

Finans piyasaları ve bankacılık sistemi de ekonomik toparlanmaya aracı olabilme noktasından çok uzakta. 152 trilyon dolarlık küresel borcun yanı sıra, bankacılık sektöründe de 50 trilyon dolarlık borçlanma mevcut. ABD Adalet Bakanlığı tarafından verilen cezalar sebebiyle çökmenin eşiğine gelen Deutsche Bank’ın durumu, krizin boyutunu gösteriyor. Avrupa’nın en başarılı ekonomisi olan Almanya’nın bankaları, konut kredileri merkezli borçlanma krizinin oluşması sürecinde küresel ölçekte müşterilerine yaptıkları satış nedeniyle suçlanıyorlar. IMF, Deutsche Bank’ın, küresel bankacılık sistemindeki sistemik risklere en net katkı yapan kurum olduğunu açıkladı. Fakat onun çöküşü, HSBC, Credit Suisse ve diğerlerinin de peşinden gelişine ve bankacılık sisteminin çökerek yeni bir büyük krizin başlamasına neden olabilir. İtalya’da ekonomik zayıflık ve düzelmenin bir türlü olmaması, bankaların şirketlerden alamadıkları 200 milyar dolar borcun ortaya çıkmasına yol açtı. En eski banka Monte Paschi, iki kez batmaktan kurtarıldı. Portekiz bankaları da benzer şekilde kurtarma hamleleriyle ayakta duruyor.

Dünyanın en büyük kapitalist ekonomisi ABD’nin “toparlanma” dönemi oldukça yavaş geçiyor. IMF, 2016 yılı için büyüme tahminini %2.2’den %1.6’ya çekmişti. Ekim ayı itibariyle ABD ekonomisinin büyüme hızı %1.7’de kaldı. ABD’ye rakip olan ikinci büyük ekonomi olan Çin’de ise özel sektördeki borç, gayrisafi yurtiçi hasılanın %70’ine ulaştı.

Emperyalizm krizde

Ekonomik kriz ve istikrarsızlığın jeopolitik sonuçları var. Birincisi, ABD ile Çin arasında Pasifik Okyanusu’nda yaşanan rekabet. Çin bu bölgedeki hegemonyasını artırmak için hamleler yapıyor ve ABD’nin buna yanıt olarak diğer Asya devletleriyle işbirliği içerisinde Çin’i tecrit etme çabası yeterince başarılı değil.

Diğer yandan, Çin’in müttefiki olan Rusya ile ABD ve Avrupa devletleri arasındaki gerilim, Ortadoğu’da süren savaşların tırmanmasına yol açıyor. Irak ve Suriye’de, farklı küresel güçler ve onların bölgesel müttefikleri, hızla değişen ittifaklar çerçevesinde bölgedeki hakimiyetlerini artırmaya çalıştıkları karmaşık bir denklem içerisinde yer alıyorlar.

ABD, bu bölgedeki politik gelişmeler sonucunda da geriliyor. 2000’li yılların başında “terörizme karşı savaş” iddiasıyla Afganistan ve Irak’ı işgal etmeye karar verdiğinde, bütün diğer irili ufaklı güçleri arkasına dizebiliyordu. Bugün bundan bahsetmek mümkün değil. Irak işgalinin politik olarak yenilgiyle sonuçlanması, ABD’nin Ortadoğu’daki nüfuzunu azalttı. Bugün Suriye’de avantaj tamamen Baas rejimine destek veren Rusya’da. En kritik bölge olan Halep’te gelişmeler onun istediği şekilde gerçekleşiyor. ABD buna IŞİD’i Rakka’dan temizleme ve Irak’ta Musul’un geri alınması operasyonlarıyla yanıt vermeye çalıştı. Fakat bunlarda da sorunlar sürüyor: Rakka hamlesi, ABD’nin Türkiye ile YPG üzerinden yaşadığı gerilim büyütüyor. Irak’ta ise ABD gelişmelere daha fazla yön veriyor gibi görünmekle birlikte, asıl olarak kendi işgali sonrası oluşan Şii hükümetlerinin kendisi yerine İran’a daha yakın durmasının yarattığı sonuçları yaşıyor.

Emperyalist dünya sisteminin krizi, muazzam bir silahlanma yarışına da yol açıyor. 2011-2016 arasındaki silahlanma ekonomisi, bir önceki 5 yıla göre %14 büyüdü. Ukrayna, Irak, Suriye ve Yemen’de yaşanan savaşlar, büyük emperyalist güçler arasında yaşanacak daha köklü bir kapışmanın ayak sesleri olarak yorumlanıyor. Savaşlar mülteci krizini körüklüyor, bir yandan ekolojik kriz gezegeni yok olmanın eşiğine götürüyor.

Neoliberalizmin iflası ve siyasal istikrarsızlık

Ekonomik krize rağmen uygulanmaya devam edilen neoliberal politikalar, en başta bahsettiğim kârlılık krizini çözmüyor. Yunanistan bunun en berrak örneği. IMF ve AB’nin dayattığı tüm politikalar yıllarca sistemli olarak uygulanmasına rağmen, Yunanistan’ın içine düştüğü krizden çıkabileceğine dair hiçbir emare yok. Yalnızca Yunanistan da değil, İspanya ve İtalya gibi Güney Avrupa’nın önemli ekonomileri krizin sonucu olarak işsizlik ve yoksullukla boğuşuyor. Yunanistan’da yaşananların ardından radikal solcu Syriza iktidara geldi. İspanya iki yıla yakın süre hükümetsiz, arka arkaya yaşanan seçimler ve kurulamayan koalisyonlarla yaşadı. İtalya’da geçtiğimiz hafta sonu yapılan referandumun sonucunda hükümet bir kez daha çöktü.

Neoliberal politikaların yarattığı yıkım, işçiler açısından dünyanın her yerinde anaakım politikalara yabancılaşma ve bunun sonucu olarak merkez partilerin çöküşüne yol açtı. Bu, bazı yerlerde sola, bazı yerlerde sağa, bazı yerlerde ise hem sola hem de sağa kayışların çarpıcı bir şekilde görülmesine yol açıyor. İngiltere’de referandum sonucu AB’den çıkış kararının alınması, bununla birlikte radikal solcu bir aktivist olan Corbyn’in merkez solcu Labour’ın liderliğini ele geçirmesi, İtalya’da Renzi’nin istifası, ABD’de Trump’ın başkan seçilmesi, Avusturya’da bir nazinin neredeyse başkan seçilecek oya ulaşması, bunun çarpıcı göstergeleri. Batı’daki gelişmiş kapitalist ekonomilerin neredeyse tamamında, yapılan her seçimde, merkez sağcı ve merkez solcu asıl partilerin halktan buldukları toplam destek yarım asır öncesine göre neredeyse yarı yarıya azalmış durumda.

Mücadele ve sosyalistler

Krizin yol açtığı politik sonuçların sosyalistler açısından ne anlama geldiği ise daha dikkatle incelenmesi gereken bir husus. Bundan birkaç yıl önce sarkaç sola daha çok vuruyordu. 2011 yılının başında patlak veren Arap Baharı’yla birlikte, İspanya’dan ABD’ye, Hong Kong’dan Brezilya’ya, Kanada’dan Türkiye’ye, Yunanistan’dan Şili’ye dünyanın onlarca ülkesinde geniş kitleler, neoliberalizmin sonuçlarına isyan ettikleri mücadelelere atıldılar. Sokak ve meydan işgalleri, bunların sonucu olarak merkez solun daha solunda siyasi alternatiflerin güçlenmesi, diktatörlerin veya hükümetlerin sokak mücadeleleri sonucu krize girmeleri veya devrilmeleri sık görülen olaylardı.

Bugün ise aşırı sağın ve faşist seçeneklerin de birçok yerde güçlendiğini görüyoruz. Fransa’da Le Pen, ABD’de Trump, İngiltere’de UKIP, Almanya’da AfD, Avusturya’da Hofer… Böyle bir dizi siyasi hareket, krize sağcı çözümler önererek geniş emekçi kitlelerin sisteme yabancılaşmasını istismar ediyor.

Ancak durum bütünüyle sağcıların inisiyatifine geçmiş de değil. Popülist/ırkçı sağın yükseldiği her yerde ona karşı solda da bir alternatif ve mücadele var. Trump’ın başkan seçilmesinden hemen önce ABD’de, dünya kapitalizminin kalbinde kendini “demokratik sosyalist” olarak tanımlayan Bernie Sanders, Demokrat Parti’nin adayı olmanın eşiğine geldi. Bugün birçok yorumcu, Clinton yerine Sanders aday olsaydı, Trump’ın yenilebileceğini söylüyor. Brexit’ten Muhafazakâr Parti’nin sağ kanadının ve UKIP’ın faydalanmaya çalıştığı koşullarda, ABD’nin en büyük müttefiki İngiltere’de geleneksel sosyal demokrat partinin başına aşağıdan bir hareketin sonucunda Jeremy Corbyn geldi. Almanya’da AfD büyürken, bir yandan da, örneğin Berlin seçimlerinde, radikal solcu Die Linke de beklenenin üstünde güçlendi. Avusturya’da antifaşistlerin ısrarla yürüttükleri kampanya Hofer’in yenilgisini sağladı.

Avrupa’da son iki yıldır mültecilerle dayanışmak için inşa edilen sosyal hareketler, popülist/ırkçı/faşist sağ seçeneklerin yükselişinin karşısındaki yegane umudumuz.

Sisteme yabancılaşma, AB’nin dağılması gibi ihtimaller, sosyalistlerin önüne fırsatlar da çıkarıyor. Ancak bunları değerlendirebilmenin yolu, insanların yaşadığı yoksulluk ve hayatlarındaki yıkım ile Ortadoğu’da yaşanan savaş, mülteci krizi ve ırkçılık arasında bağlar kurarak, bütünlüklü bir açıklamayı hakim hâle getirmek. Yani ırkçılığa, savaşa ve yoksulluğa karşı verilen mücadeleleri birleştiren, büyüten platformlar, daha kitlesel siyasi seçenekler inşa etmek. Bunu yapmanın önündeki temel zorluk, küresel ölçekte devrimci solun zayıflığı. Fakat mevcut durumdan ileri gidiş de ancak böylesi hamlelerle, gerçek mücadeleler içinde kendimizi büyütmekle mümkün.

Ozan Tekin

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol