(Röportaj) DSİP Eşsözcüleri: “Mücadelenin kaderini ABD işçi sınıfının katılımı belirleyecek”

12.11.2016 - 08:08
Haberi paylaş

DSİP Eşsözcüleri Meltem Oral ve Şenol Karakaş, ABD'de Trump'ın başkan seçilmesini ve bundan sonrasını değerlendirdi.

ABD’deki başkanlık seçimlerinin sonucu bir dizi tartışmayı beraberinde getirdi. Dünyanın en zenginleri listesinde yer alan, trilyoner işadamı Donald Trump’ın seçim yarışını kazanmasını sağlayan faktörlerin ne olduğu, ABD’deki siyahları, göçmenleri, kadınları, LGBTİ’leri bundan sonra nelerin beklediği, işçi sınıfının rolünün ne olacağı, solun nasıl bir mücadele yürüteceği tartışma başlıklarından bazıları.

DSİP Eşsözcüleri Meltem Oral ve Şenol Karakaş’la süreci nasıl değerlendirdiklerini ve tartışmalara dair yanıtlarını sorduk.

ABD başkanlık seçimlerini milyarder iş adamı Donald Trump’ın kazanması tüm dünyada bir şok dalgası yarattı. Bu şaşkınlık neden?

Meltem Oral: Trump’ın Cumhuriyetçilerin başkan adayı olmasından itibaren, bu yarışı kazanabileceğine ihtimal vermeme hali epey yaygındı aslında. Kaba, emlak zengini ve zenginliğiyle övünen birisi. Karakteri dışında esas önemli olan Trump’ın sahip olduğu politik görüşler ve sağ popülist söylemi.  Dünya emperyalizminin hâlâ en büyük gücü olan bir ülkenin liderinin ırkçı Trump olması, birçok insana en hafif tabirle ‘uçuk’ bir senaryo gibi geliyordu.  

Ancak diğer yandan Trump’ın başkan olması çok da sürpriz bir durum değil. Son yıllarda ihtimal dışı görünen birçok şeyin gerçekleştiğine tanık olduk. Bunun nedeni dünyanın içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi bunalım. Küresel kapitalizmin 2008 yılında başlayan finansal krizden nihai bir çıkış yolu bulamamış olması, ABD emperyalizminin gücünün önceki on yıllara göre gerileyişi, bu gerilemenin yarattığı boşluk sert savrulmalarla dolu bir dünya konjönktürü yarattı. Dünya emperyalizminin liderliğini kimin yapacağına dair ABD, Rusya ve Çin blokları arasındaki gerilimin en somut yansımasını Ortadoğu’daki savaş koşullarında görüyoruz. Bu gerilimli ortam işçi sınıfının çıkarlarından, demokrasi ve özgürlüklerden yana olanların, ‘ya sosyalizm ya barbarlık’ diyenlerin güçlenmesi için fırsatlar yarattığı gibi, daha otoriter ve sağ fikirlerin güçlenebileceği potansiyeli de barındırıyor. Yani Avrupa’daki siyasi denklemde de benzer bir savrulma görüyoruz. Jeremy Corbyn etrafında sol bir rüzgar yükselebildiği gibi aşırı sağ seçenekler de aynı anda yükselebiliyor.

ABD’deki on milyonların açıkça ırkçı fikirleri savunan birisini başkan seçmesini nasıl yorumlamalıyız?

Şenol Karakaş: Sadece ırkçı değil, cinsiyetçi, islamofobik ayrıca bir yalancı. Tarihin en büyük küresel ısınma karşıtı yürüyüşünün yapıldığı ülkeye küresel ısınmanın uydurma bir kavram olduğunu söyleyen birisi başkan oldu. Defalarca kadınları aşağılayan ifadeler kullandı, bunların arkasında durdu. Tacizleri ortaya çıktı. Meksika sınırına duvar örmeyi, Müslümanları sınırdışı etmeyi ve ülkeye kabul etmemeyi öneriyor. Seçim kampanyası boyunca Müslümanları hedef aldı.

Ancak ona oy veren milyonlarca insanın temel motivasyonunun Trump’ın ırkçı görüşlerinin onayı anlamına geldiğini söylemek kolaycı bir yorum olur. Eylül ayında yapılan bir araştırmaya göre, Trump destekçilerinin yüzde 76’sı  ekonomik nedenlerle destekliyor. Bu ırkçılığın oynadığı rolü önemsizleştirmek anlamına gelmiyor elbette. Onun söyleminin ırkçıları güçlendirdiği ve cesaretlendirdiği doğru. Trump seçim kampanyası boyunca, popülist bir dille önceki dönemin kötü ekonomi politikalarını eleştirirken, eşitsizlikten göçmenleri sorumlu tutması oylarını arttırmasında etken oldu.  Ancak onu başkan yapan milyonlarca insan daha önce Obama’ya oy vermişti.

Meltem Oral: Belki neden Clinton’ı seçmedi diye düşünürsek de Trump’ın nasıl seçenek haline geldiğini anlayabiliriz. Aynı kamuoyu araştırmasında Trump’ı ‘Clinton’dan hoşlanmadığı’ için destekleyenlerin oranı yüzde 63 civarıydı. Ekonomik krizin hayat standartlarını düşürdüğü, giderek keskinleşen eşitsizlikten öfkeli, mutsuz, kırsal kesimde yaşayan milyonlarca yoksul için Clinton onları bu koşullara getiren politikaların sorumlusu, statükonun, finans çevrelerinin ve devlet bütçesiyle batması engellenen şirket patronlarının, iyi eğitimli kentli kesimlerin temsilcisi olarak görülüyor.

Trump ekonomik olarak ne vaadediyor ki işçi sınıfı için?

Şenol Karakaş: Trump tabi ki işçi sınıfının düşmanı bir trilyoner. İşçi sınıfının çıkarlarının temsilcisi filan değil. Krizin sorumlusu olarak göçmenleri hedef göstermesi işçi sınıfını böldü. Ayrıca Clinton’ın desteklediği Trans-Pasifik serbest ticaret anlaşmasının sonucunda Ohio, Michigan gibi bölgelerde yaşanan sanayisizleşmenin yarattığı öfke etkili oldu. Trump kampanyası boyunca, sanayi tesislerinin ülke dışına taşınmasına yol açan bu anlaşmaları ABD sanayisinin gerilemesine neden oldukları gerekçesiyle milliyetçi bir dille eleştirdi. Trump’ın ithalatı vergilendirmek, milli ekonomiyi korumak, hükümet harcamalarını düşürmek gibi ekonomik önerilerinin işçi sınıfının yaşam standartlarını değiştirmeyeceği açık. Ancak eski sanayi bölgelerinde Trump’a verilen oyların oranı, serbest ticaret anlaşmalarının yarattığı tahribata karşı öfkeyi kullanmakta başarıya ulaştığını gösteriyor.

Seçimin hemen ardından Demokratların adayı Clinton yerine Bernie Sanders olsaydı Trump’ın başkan olması engellenebilirdi diyen bir tartışma başladı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Şenol Karakaş: Bernie Sanders az önce söz ettiğim eski sanayi bölgelerindeki yoksulları mobilize etmeyi  başarmıştı. Siyahların, göçmenlerin, Müslümanların, yoksulların olduğu bir hareketlenmeyi sağlamıştı. Clinton’ın kendisini dışlanmış hisseden ve alternatif arayışındaki yoksullar arasında yaprak bile kımıldatamayacağı çok açıktı. Obama’ya Latino’ların yüzde 71’i destek vermişti. Clinton karşısında ‘Meksikalılar tecavüzcüdür’ diyen bir rakip olmasına rağmen Latino’lar arasındaki desteği yüzde 65’ten ibaretti. ABD solunda hakim olan Trump’ı engellemek için Clinton’a oy vermek gerektiği yaklaşımının herhangi bir toplumsal karşılığı olmadığı görüldü. Clinton’a mecbur değiliz diyenler haklı çıkmış oldu bir bakıma.   

Meltem Oral: Kötüyü engellemek için daha az kötü görüneni destekleme politikası bizim Türkiye’deki seçim süreçlerinde sıkça yaşadığımız bir tartışma. Biz burada ilkelerden yoksun, ehven-i şer politikalarının gerçek bir çözüm olmayacağını artık ezberledik. ABD’deki  iki adayın arasında esaslı bir politik ayrım da yoktu. Clinton Meksikalılara tecavüzcü demiyor ama suç unsuru olduklarını ve dize getirilmeleri gerektiğini söylüyor. ‘Trump gibi kaba cinsiyetçinin karşısında kadın aday desteklenmeli’ söylemi de işe yaramadı. Dünyanın aynı anda yedi ülkesini birden bombalayan ilk kadın başkan olmak pek de övünülecek bir durum değil. Sandığa gitmeyenlerin oranı da hesaba katılınca, seçim sonuçları kendisini sosyalist olarak tanımlayan Bernie Sanders’ın Trump karşısında daha etkili bir seçenek olabileceğini gösteriyor. Önemli olan Sanders’ın kendisinden ziyade, yoksullardaki ve ezilenlerdeki kızgınlığın sol politikalarla ifade edilmesini sağlayan bir hareketin gelişmiş olmasıydı.

Bundan sonrası için öngörüleriniz nedir?

Meltem Oral: Seçimlerin sonuçlanması ‘her şey bitti gitti’ anlamına gelmiyor. Önümüzdeki dönem ABD için mücadele dolu bir dönem olacak. Seçim sonuçlarının hemen ardından farklı şehirlerde insanların ‘benim başkanım değil’ sloganıyla sokaklara çıkması da gelecek için ipucu veriyor. Üstelik ABD solunda Demokratların yörüngesinden çıkılması gerektiğini, ezilenler için bir seçenek olmadığını söyleyenlerin eli şimdi daha güçlü aslında. İşçi sınıfı son sözünü söylemedi. Son yıllarda birçok mücadele yaşandı. Black Lives Matter hareketinden, boru hatlarına karşı mücadeleye  kadar zaten sürmekte olan bir hareketlilik var. Ancak önümüzdeki dönemde antikapitalist, ırkçılık karşıtı, ekolojik mücadele sertleşecek gibi. İşçi sınıfının bu mücadeleye katılım oranı aslında tüm dünyanın kaderi açısıdan da belirleyici bir öneme sahip.

Bültene kayıt ol