Muhammed Ali: Halkın şampiyonunun hayatı

16.06.2016 - 10:16
Haberi paylaş

Muhammed Ali, 1964’te dünya ağır sıklet boks şampiyonu olduğunda, ringdeki olağandışı zarafet ve hızının yanı sıra ringin dışındaki kişiliğiyle de tüm dünyayı büyülemişti.

Aleni olan radikal politikalarını kendisiyle açıkça gurur duymasıyla birleştirdi. Medyanın onun kim olduğunu veya nasıl davranması gerektiğini belirlemesine izin vermedi.

Muhteşem bir biyografi olan Redemption Song’un yazarı Mike Marqusee’ye göre, Muhammed Ali “1960’ların ruhu”nu karakterize edenlerdendi.

17 Ocak 1942’de Louisville, Kentucky’de doğdu ve adı Cassius Clay idi. İlk kez, Roma’da yapılan 1960 Olimpiyatları’nda hafif ağır sıklette altın madalya kazandığında dünyanın dikkatini çekti.

Ülkesine bir şampiyon olarak döndüğü hâlde, ABD’deki siyahların hayatını karartan kurumsal ayrımcılıktan nasibini almaya devam etti. “Yalnızca beyazlar”a özel restoranlardan geri çevrildi ve ırkçı çetelerin saldırılarına maruz kaldı. Boks turnuvaları için seyahat etmesi gerektiğinde, otel bulmakta zorlanıyordu.

Sonny Liston’u yenip dünya ağır sıklet şampiyonu olduğunda, tüm spor dünyasını şok etti.

Dobra meydan okumalarıyla ünlü olan Muhammed Ali, bu yönünü burada da gösterdi. Maçın hemen sonrasında yaptığı bir röportajda “Yüzümde hiç iz yok ve Sonny Liston’u alaşağı ettim. Ve üstelik henüz 22 yaşındayım. Ben en iyisi olmalıyım” demişti.

Ertesi sabah, İslam Milleti’ne katılımı ile ilgili söylentileri doğrulayarak, daha sersemletici bir yumruk savurdu. Bu militan siyah ayrılıkçı hareketi etkisini artırmaktaydı ve Martin Luther King’in hegemonyasına ve Sivil Haklar Hareketi’ne karşı mücadele ediyordu.

Clay’e hareketin en karizmatik figürü olan Malcolm X kılavuzluk ediyordu.

Sonrasında ismini değiştirdiğini duyurdu: “Cassius Clay bir köle adı. Ben bu ismi seçmedim ve istemedim. İsmim Muhammed Ali, özgür bir isim –Tanrı’nın sevdiği anlamına geliyor- ve insanların benimle ya da benim hakkımda konuştuklarında bu ismi kullanmaları konusunda ısrar ediyorum.”

Bu radikal çıkışının sonrasında, Muhammed Ali’nin beyaz şirket sponsorları, boks otoriteleri ve Floyd Patterson gibi önde gelen siyah boksörler de dâhil olmak üzere, birçok kişi, onu saygı ve minnettarlık eksikliği sebebiyle suçladılar. 

Askerlik

Ringde Muhammed Ali’yi kimse yenemedi, ama üç yıl sonra ABD ordusu onu Vietnam Savaşı’na katarak dizginlemeye çalıştı. Ali’nin yanıtı net ve empatikti: “Hayır, tüm dünyada beyaz köle sahipleri daha koyu tenli insanların üzerindeki egemenliklerini devam ettirsinler diye, başka bir yoksul halkın öldürülmesine ve yakılmasına yardım etmek için evimden on bin kilometre uzağa gitmiyorum.”

Hem fiziksel hem de entelektüel olarak gücünün en üst sınırındaydı ve geçim kaynağını ve özgürlüğünü tehlikeye attığını biliyordu ama geri adım atmadı.

Bunun sonucunda ödediği bedel ağır oldu. Tümü beyazlardan oluşan bir juri tarafından 5 yıl hapis ve 10 bin dolar para cezasına mahkûm edildi. Hapse hiç girmemesine rağmen, mahkûmiyet kararının kaldırıldığı Haziran 1971’e kadar tehdit altında kaldı.

Bu arada, tüm unvanları geri alındı ve İngiliz Boks Kurulu da dâhil olmak üzere, dünya çapındaki idari kurumlar tarafından boks lisansı iptal edildi.

Muhammed Ali’nin duruşu Vietnam Savaşı’na karşı büyüyen öfkenin bir yansımasıydı.

Marqusee bir gerçeğin altını çiziyor: Nisan 1967’de Muhammed Ali’nin orduya çağırılmasından 4 gün sonra, Central Park’da 125.000 kişinin katıldığı cok büyük bir savaş karşıtı gösteri yapıldı. Ali karşı çıkma nedenini Vietnamlılarla bir problemi olmaması olarak açıklıyordu: “Bana asla zenci demediler, beni hiç linç etmediler, üzerime hiçbir zaman köpekleri salmadılar, beni kendi milli kimliğimden yoksun bırakmadılar, anneme tecavüz edip, ana-babamı öldürmediler.... Onlara hangi nedenle ateş edeyim? …. Bu zavallı insanlara ben nasıl ateş edebilirim? Beni hapse atın gitsin.”

Bu dobra duruş, diğer muhaliflere ve savaş karşıtı ve ırkçılık karşıtı hareketlere büyük destek oldu.

Güç

1968 Meksika Olimpiyatları’nda ünlü Siyah Gücü selamını veren atletler de dâhil olmak üzere, spor ve kültür dünyasından diğerleri de Muhammed Ali’nin izinden gitti.

1970’lerin ortalarında Ali’nin müsabakalarına dair çocukluk anılarım hâlâ aklımda, özellikle de 1974’te George Foreman’dan dünya unvanını geri aldığı maçtaki ünlü “orman gümbürtüsü”. O zamanlar siyahlar televizyonda çok görülmezlerdi. TV’ye çıktıklarında ise ya hızla ortadan kaldırılan kötü adamları ya da alay edilen şaklabanları oynarlardı.

Dünyadaki milyonlarcamız için, resmi olarak tanınsa da tanınmasa da, Muhammed Ali bizim şampiyonumuzdu; yakışıklı, parlak, atılgan ve jilet gibi keskin.

Ancak hatasız da değildi. En büyük rakibi Joe Frazier’e “çirkin ve cahil goril’ demesi kötü bir hareketti ve ırkçılık kokuyordu. En tepeye ulaştıktan sonra da dövüşmeye devam etme kararı kısmen kibrinden kaynaklanıyordu. Ama en önemli nedeni, kariyeri boyunca onu kullanan kişilerin aç gözlülüğüydü.

1980 ve 1981’de eski idman arkadaşı Larry Holmes ve usta bir oyuncu olan Trevor Berbick’e karşı aşağılayıcı yenilgiler aldıktan sonra, nihayet emekli olmaya karar verdi. O sırada Parkinson hastalığının erken dönemindeydi ve daha sonraki hayatında bu hastalıktan çok çekti.

Radikal figürlerde sık görüldüğü gibi, Muhammed Ali’yi de dizginlemek ve sterilize etmek için yoğun girişimlerde bulunuldu. Örneğin, 1996 Atlanta Olimpiyatları’nın açılışında meşaleyi yakmak üzere seçildi. Her zamanki gibi gururlu ve cüretkâr görünüyordu, ama meşaleyi kaldırmakta nasıl zorlandığını izlerken, bu kişi ile altın çağındaki muhteşem sporcu arasındaki tezadı görmemek mümkün değildi.

Bu uzlaşma hareketinin, eskisinin yerine sunulan bir altın madalya ile tamamlandığı düşünüldü. Londra 2012 organizatörleri, Muhammed Ali’yi Doreen Lawrence ve Shami Chakrabharti gibi aktivistlerle beraber olimpiyat bayrağını taşıması için davet ettiler.

Kendisinin sık tekrarladığı gibi “en iyisi” olup olmadığı, sporseverler arasında hâlen tartışmalıdır.

Şüphesiz olan Muahmmed Ali’nin ırkçılığa, savaşa ve emperyalizme karşı mücadelede öne çıkan bir figür olmasıdır.

Brian Richardson

Bültene kayıt ol