Emperyalist saldırganlığın vahşi sonucu: IŞİD

26.11.2015 - 15:50
Haberi paylaş

Sosyalist İşçi gazetesinin son sayısında IŞİD'in yükseldiği koşullar ele alındı, örgütün yenilebilmesi için bölgede emperyalizmin etkisinin yok edilmesinin gerekliliğine ve Ortadoğulu işçilerin birleşik mücadelesine vurgu yapıldı:

Irak Şam İslam Devleti’nin Paris’te gerçekleştirdiği eş zamanlı saldırılar, düşürülen Rus uçağı, Beyrut, Ankara ve Suruç katliamlarıyla birlikte, örgütün Irak ve Suriye dışında son birkaç ayda öldürdüğü insanların sayısının 500’e yaklaşmasına neden oldu. Fransa “acımasız bir savaş” vereceğini söyleyerek IŞİD hedeflerini vurmaya başladı. Örgütün Suriye’deki merkezi olan Rakka’da IŞİD’in işlediği insanlık suçlarını belgeleyen “Rakka sessizce katlediliyor” adlı aktivistler grubu, stadyumların, müzelerin ve hastanelerin vurulduğunu söyleyerek “Her zaman başımıza bombalar yağıyor olması üzücü” yorumunu yaptı. Süreç, hem IŞİD’le hem de genel olarak Suriye’deki gelişmelerle ilgili tartışmaların bir kez daha alevlenmesine neden oldu.

Komplocu yaklaşım

IŞİD’i açıklamaya çalışan bir yaklaşım, oldukça kolaycı bir şekilde, örgütün ABD tarafından kurulup kullanıldığını, şimdi ise yine Batı emperyalizmi tarafından “Ortadoğu’ya müdahale” gerekçesi yapıldığını söylüyor. Bu açıklama, Suriye’de 2011 yılında başlayan halk ayaklanmasını “Batı’nın komplosu” olarak gören Baas yanlısı anlatıdan besleniyor. Buna göre, ABD ve müttefikleri “antiemperyalist” Esad’ı devirmek için “İslamcı teröristleri sahaya sürdüler”. IŞİD de bunların kontrolden çıkan bir parçası.

Bu anlatı, hem Ortadoğu’da mücadele veren demokrasi güçleriyle dayanışmayı, hem de ABD’nin kendi kurdurttuğu bir örgütü bombaladığı fikrinin yaygınlaşmasıyla emperyalizmin bölgeye müdahalelerine gerçekçi bir karşı çıkışı engelliyor.

Mezhepçiliğin yükselişi

IŞİD’in 2014 başından itibaren bu denli güçlenmesini sağlayan temel dinamik, hem Irak’ta hem de Suriye’de mezhepçi bölünmenin derinleşmesi. Örgüt, diğer İslamcı hareketlerden farklı olarak, yoksullardan oluşan kitlesel bir tabana sahip değil. Ancak etkinliğini borçlu olduğu güçlü askeri mekanizması ve on binlerce militanı, mezhepçi şiddet sarmalı içerisinde Sünnilerde bulduğu desteğin bir ifadesi. IŞİD’in üzerinde yükseldiği bu zemini yaratan iki faktör var.

ABD’nin Irak’ta yarattığı vahşet

IŞİD ilk olarak Irak’ta ABD işgaline karşı mücadelenin içinde kuruldu. Örgütün lider kadrosunun önemli bir bölümü, Felluce’deki ABD zindanlarında işkence gören kuşaktan. IŞİD’in içinde bu dönemde ittifak yaptıkları Saddam ordusunun üst düzey yöneticileri de bulunuyor.

Irak’ta ABD’nin işgalinden hemen sonra ortaya çıkan kitlesel direniş, Sünni gruplarla Şii milisleri birleştirme potansiyelini taşıyordu. Tüm dünyadaki savaş karşıtı hareketin etkisiyle itibarı sarsılmış olan ABD, bu olası birliği parçalamak ve ülkeyi kendi ekseninde yönetilebilir bir yer hâline getirmek için mezhepçi temellerde bir sistem kurdu. İktidarı, kota usulüyle Irak’ın demografik yapısını oluşturan unsurlar arasında paylaştırdı. Bunu yaparken, Şiiler, Sünniler ve Kürtlerin en geri/mezhepçi unsurlarıyla işbirliği yaptı ve bu grupları birbirine karşı kullandı. Böylelikle, işgale karşı direnişi böldü ve karşılıklı mezhepçi saldırılar için uygun ortamı yarattı. 2006-2007, işgal sonrası dönemin en kanlı yılları oldu. 2008’de ABD yönetimi “El Kaide’yi bitirdiğini” ilan etti. Ancak Şiileri destekleyerek Maliki’nin liderliğinde oluşturduğu mezhepçi yönetim, birkaç yıl sonra El Kaide’nin dahi “aşırı” bulduğu IŞİD’in güçlenmesine yol açtı.

Arap Baharı’nın yenilgisi

Esad yandaşları, henüz El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra Cephesi faaliyete bile geçmeden önce, muhaliflerin tümünü “El Kaideci” ilan etmişlerdi. Oysa devrim, Suriye’de yaşayan farklı halklardan örgütleri, solcuları, işçileri yan yana getiriyordu. Ayaklanan tüm şehirlerde halk komiteleri kuruluyordu.

IŞİD, bu dönemin ürünü değil. Tam aksine, Baas rejiminin protesto gösterilerine verdiği kanlı yanıtın sonunda devrimin silahlı bir mücadeleye dönüşmesinin, demokratik halk hareketinin İslamcılarla rejim arasında ezilerek geri çekilişinin; yani Esad’ın mezhepçi devlet terörüne karşı umudu temsil eden birleşik mücadele dalgasının yenilgisinin sonucu.

Hem Suriye’de hem de bir bütün olarak Ortadoğu’da, 2011’de başlayan ayaklanma dalgasının ezilmesinde, yerel egemen sınıfların ve diktatörlerin yanı sıra uluslararası emperyalist blokların da payı büyük. Mısır Devrimi’ni vahşice bastıran Sisi cuntası bu güçler tarafından destekleniyor. Libya’da BM-NATO müdahalesi, halk hareketini ezip ülkeyi bitmek bilmez bir savaşa sürükledi. Bahreyn’de devrimi tanklarıyla ezen Suudi Arabistan ordusu, şimdi Yemen’i bombalıyor.

Irak da bu mücadele dalgasının parçasıydı ve 2012 yılının sonunda gösteriler başlamıştı. Sünni kentlerindeki meydan işgallerine ülkenin güneyindeki Şii kentlerindeki huzursuzluk eşlik ediyordu. Maliki rejimi, tıpkı Esad gibi, bu hareketi şiddet yoluyla ezdi. Gösterilerin son dalgası 2013 yılının Aralık ayında Felluce’de yenilgiye uğradı. Bundan bir ay sonra, IŞİD, kentteki bu gösterileri organize eden yerel komitelerle işbirliği yaparak Felluce’yi ele geçirdi.

IŞİD nasıl yenilecek?

IŞİD’in gerilemesinin kolay bir yolu yok. ABD ordusunun tüm gücüyle karadan işgal ettiği bir ülkede direniş örgütleyen militanların yarattığı bir yapı, askeri yöntemlerle, ABD’nin veya Rusya’nın bombardımanlarıyla yok edilemez. Tersine, uluslararası büyük güçlerin hedef alması, IŞİD’in destek bulduğu zemini güçlendiriyor.

Üstelik, Ortadoğu’da şiddetin tarihi IŞİD’le başlamadı. IŞİD, karşısında kim olursa destekleyeceğimiz “büyük şeytan” değil. Bölgeyi bir asırdan fazla süredir kan gölüne çeviren Batı emperyalizmi asıl düşmanımızdır. ABD, İngiltere, Fransa ve müttefiklerinin Ortadoğu’dan kovulması, bölgedeki en küçük bir demokratik dönüşüm ihtimalinin önkoşuludur.

IŞİD’in zayıflayıp yok olması ise Arap Baharı gibi bir dalganın yeniden başlamasıyla mümkün. IŞİD’i yenecek kadar güçlü bir toplumsal hareket, ancak böyle  bir birleşik mücadelenin, emperyalizme ve diktatörlüklere karşı gerçek alternatiflerin ortaya çıkmasıyla inşa edilebilir.

Bundan henüz 4 yıl önce Ortadoğu’nun 10 farklı ülkesinde sokaklara çıkarak kendi egemenlerini deviren on milyonlarca işçi, bu konudaki tek müttefikimizdir.


Onlar savaşıyor, biz ölüyoruz

IŞİD, antiemperyalist bir direniş örgütü değil. Saldırılarıyla, Ortadoğu’daki katliamlardan sorumlu olan devletlerden intikam almıyor, o ülkelerde yaşayan sıradan insanları katlediyor. Avrupa egemen sınıfları ise bu saldırılara göçmen düşmanlığını, ırkçılığı ve islamofobiyi yükselterek yanıt veriyor. Bu durum, IŞİD’in bu ülkelerde yaşayan müslümanlar arasında örgütlenebilmesinin yolunu açıyor.

Üstelik, ABD’nin 11 Eylül sonrası ilan ettiği “terörizme karşı savaş”tan bugün Fransa’nın başlattığı bombardımana, Batılı devletler de bu saldırılara karşı çözüm olarak sorunun kendisini, Ortadoğu’daki emperyalist müdahalecilik seçeneğini ortaya atıyor. Koalisyon uçaklarının saldırılarında siviller ölüyor. Bu döngü kırılamadığı sürece kaybeden dünyanın farklı yerlerindeki işçiler oluyor.

Arap Baharı’nın düşmanı

IŞİD’in tüm bölgelerde karşıdevrimin güçlendiği dönemde palazlanması bir tesadüf değil. Örgüt, Suriye Devrimi’nin bir parçası olmadığını, ayrı bir ajandası olduğunu açıkça ilan ediyor. Uzunca bir süredir, Baas rejiminden çok daha fazla oranda Suriyeli muhalif gruplarla ve Kürtlerle çatışıyor. Rejimin değil diğer demokratik güçlerin elindeki bölgeleri ele geçirmeye çalışıyor. Yönettiği yerlerde en ufak bir muhalefete dahi tahammül göstermiyor. Tüm bu özellikleriyle, emekçi sınıfların ayaklanmasını ezen baş aktörlerden biri.

Ortadoğu’da mezhepçilik kader mi?

Mezhepçilik, İslam dini içerisinde 14 asır önce yaşanan siyasi çekişmelerin bugünkü yansıması olan “kültürel” bir sorun değil. Modern bir olgu: Ortadoğu’da kapitalizmin gelişiminin doğrudan bir ürünü ve egemen sınıfların bölgedeki güncel sorunlara ürettikleri çözümler için kullandıkları bir metot.

Yani Ortadoğu halkları en ufak bir sürtüşmede birbirlerini yok etmek için bekleyen barbarlar değil. Mezhepçilik, tıpkı ırkçılık veya cinsiyetçilik gibi, işçileri ve ezilenleri bölmek ve zayıflatmak için kullanılan bir egemen sınıf fikri.

Buna karşı, Ortadoğu halklarının, çok uzun bir geçmişi olan birlikte yaşama ve mücadele etme deneyimi var. Arap Baharı bunun en güncel ve somut örneği. Bu sürecin Irak’taki yansıması, ülkenin güneyindeki Şii işçilerle kuzeyindeki Sünni işçileri birleştiren bir hareket inşa etme potansiyelini barındırıyordu. ABD işgaline karşı mücadelenin ilk yıllarında da aynı durum oluşmuştu.

1950’lerde 6 milyonluk Irak toplumunda bir milyon kişiyi sokağa dökebilecek güce sahip olan Irak Komünist Partisi, Sünni, Şii, Kürt, Yahudi, Hristiyan işçilerin birlikte örgütlendiği muazzam bir güçtü. Aşağıdan mücadele dalgaları ve somut sınıfsal talepler etrafında inşa edilen örgütlenmeler, mezhepçiliğin panzehiri.

Ne yapabiliriz?

IŞİD’i Irak ve Suriyeli işçiler yenecek. Biz de bu mücadeleye şöyle destek olabiliriz:

  • Ortadoğu’ya emperyalizmin müdahalelerine, özelde ise kendi egemen sınıfımızın, Türkiye devletinin politikalarına karşı çıkmak. AKP’nin Suriye’ye yönelik savaş planlarını durdurmak.

  • Kürt halkının mücadelesinin kazanması için Batı’da kitlesel bir barış hareketi inşa etmek. IŞİD, Türkiye’deki saldırılarında Kürtleri ve onlarla dayanışan Türkiyeli örgütleri hedef alıyor. AKP, Suriye’ye Kürtlerin kazanımlarını engellemek için müdahale etmek istiyor. Barış mücadelesi bu yönleriyle bölgesel bir nitelik kazandı.

  • Arap Baharı gibi bir dalga yeniden başladığında, bu kez çok daha güçlü bir dayanışma gösterebilmek ve devrimlerin tecritini engellemek için Türkiye’de antikapitalist solun büyümesini sağlamak.

Bültene kayıt ol