Bir Lampedusa mültecisinin Libya’dan kaçış ve hayatta kalma hikâyesi

21.04.2015 - 09:19
Haberi paylaş

Yanımdaki çocuk yere düştü ve bir anlığına onun bayıldığını mı öldüğünü mü anlayamadım.

Sonra dalgaları daha fazla görmemek için elleriyle gözlerini kapattığını gördüm. Hamile bir kadın kustu ve çığlık atmaya başladı. Güvertenin altındaki insanlar “nefes alamıyoruz” diye bağırıyorlardı, bu yüzden tekneden sorumlu olan adamlar aşağı indi ve onları dövmeye başladılar. Teknemizin 250 yolcuyla Libya’dan denize açılmasından iki gün sonra bir kurtarma helikopterini gördüğümüzde, bazılarımız çoktan ölmüştü; dalgalar yüzünden denize sürüklenmiş ya da alt kattaki karanlıkta havasızlıktan boğulmuşlardı. Libya’dan beni çıkarması için insan kaçakçılarına ödeme yapmamdan bu yana neredeyse dört sene geçmiş olsa da o anları düşünmek benim için çok zor. Ama insanların bize neler olduğunu ve neden olduğunu anlaması önemli.

Ben 2011’deki Arap ayaklanmalarından bu yana Akdeniz üzerinden Avrupa’ya ulaşan yüzbinlerce kişiden biriyim. Burası bugün dünyadaki en ölümcül sınır. Avrupa’ya gitmek için hepimizin farklı bir nedeni var; bazı insanlar orada daha iyi bir hayatları olacağını düşünüyor, diğerleri ise sadece savaş bölgesinden çıkmak istiyor. Ancak herkes başka seçeneklerinin olmadığını hissediyor.

Aslen Nijeryalıyım ve savaş başladığında beş yıldır Libya’da yaşıyordum. İyi bir hayatım vardı. Bir terzi olarak çalışıyordum ve sevdiklerime para gönderebilecek kadar iyi kazanıyordum. Ama çatışmalar başladıktan sonra bizim gibi insanlar –siyahlar– çok savunmasız bir duruma düştüler, çünkü bütün gençlerin silahı vardı ve bizim evlerimizde paramız olduğunu, bizi soyabileceklerini biliyorlardı. Eğer bir şeyler yemek için dışarı çıkarsan bir çete seni durdurup onları destekleyip desteklemediğini sorabiliyordu. İsyancılar olabilirlerdi, hükümet olabilirlerdi, bilemezdin.

Nijerya’ya geri dönemezdim -Güney yolu kapatılmıştı- ben de Trablus’ta İtalya’ya nasıl gidilebileceğini bildiklerini söyleyen insanlarla tanıştım. Bizi şehrin dışında bir kumsala götürdüler, orada çadırda kalan ve hepsi bir tekneye binmeyi bekleyen yüzlerce kişi vardı. Bazıları Suriye’den, bazıları Cezayir’den, bazıları ise Mısır’dan gelmişti ama çoğu Batı veya Doğu Afrika’dandı. Çoğu erkekti ama kadınlar ve küçük çocuklu aileler de vardı. Sabit bir ücret yoktu, vermen gereken para nasıl bağlantıların olduğuna ve ne kadar umutsuz olduğuna göre değişiyordu. Ben bir haftalık ücretim olan 400 dinar (yaklaşık 1000 lira-çn) ödedim. İnsan kaçakçıları eski balıkçı teknelerini  –bazıları o kadar eskiydi ki deniz açılmıyor olmaları gerekiyordu– alıp onlara yeni motorlar taktılar ve tanıdıkları insanlara verdiler. Teknenin “kaptanı” İtalya’ya nasıl gidildiğini bile bilmiyor olabiliyordu. Daha önce hiç kaptanlık yapmamış da olabiliyordu.

Tekne denize açıldığında makinelerin bozulacağından korkuyorduk ama çok geçmeden asıl sorunun dalgalar olduğunu anladık. Tekne yolculuk için yapılmamıştı ve ne zaman büyük bir dalga vursa alabora olmanın eşiğine geliyordu. Yapabildiğim tek şey son duamı etmekti, sanki çoktan ölmüşüm gibi hissediyordum. Bu 2011’deydi, ama şimdi Libya sahilinde kamp kurup sıralarının gelmesini bekleyen çok daha fazla insan var.

İngiliz siyasetçilerin Akdeniz’deki bir kurtarma operasyonunu desteklemediklerini ilk kez duyduğumda bunu söyleyenin aşırı sağ bir parti olduğunu düşündüm, bunun hükümetin politikası olduğunu bilmiyordum. Bu korkunç bir karar. İnsanları boğulmaktan kurtarmak tüm Avrupa’nın sorumluluğu. İnsanların evlerini terk etmelerine neden olan kısmen onların Afrika’da yaptıklarıydı. İtalya mültecileri korumak için çok fazla şey yapıyor ve yardıma ihtiyacı var. İngiltere, Fransa, Belçika ve Almanya gibi ülkeler uzakta olduklarını ve sorumlu olmadıklarını düşünüyorlar ama Afrika’nın sömürgeleştirilmesinde hepsi rol aldılar. Libya’daki savaşa NATO da müdahale etti. Hepsi sorunun bir parçası.

Yolculuğumuzun karaya ulaştığımızda bitmediğini anlamak da önem taşıyor. Helikopter teknemizi bulduktan sonra bir İtalyan gemisi tarafından Lampedusa’ya (Libya ve İtalya arasındaki bir İtalyan adası-çn) götürüldük, burada ise hapishaneye benzeyen bir kabul merkezine kilitlendik. Daha sonra Güney İtalya’da küçük bir kasabaya gönderildim ve bir çadır dikimi işi bulacak kadar şanslıydım, ancak ücret çok düşüktü. İtalya krizde ve ülkenin milyonlarca vatandaşı iş bulmak için Kuzey Avrupa’ya gidiyor bu yüzden ben de aynısını yapabilirim diye düşündüm.

Berlin’e gittim ve iş teklifi aldım ama bunu kabul edemedim çünkü gerekli belgelere sahip değildim. Dublin anlaşması mültecilerin çoğunlukla geldikleri ülkede kalmaya zorlanması anlamına geliyor. Param tükendi ve sokakta, mültecilerin Almanya’da yaşama ve çalışma hakkını savundukları bir kampta yaşamak zorunda kaldım. Kamp siyasi bir yerdi ve beni motive etti. Nasıl oluyor da buradaki hayatım Muammer Kaddafi diktatörlüğü altındaki Libya’dakinden daha kötü olabiliyor? Ben demokrasiye inanıyorum, ama Avrupa’da bazıları için demokrasi varken diğerleri için yok. Grubumuzu Berlin’deki Lampedusa olarak adlandırıyoruz.

Ben şanslıydım. Kız arkadaşımla tanıştım ve şimdi küçük bir bebeğimiz var. O üç aylık. Ona baktığımda onun daha iyi bir dünyada yaşamasını ne kadar çok istediğimi ve benim başıma gelenlerin onun da başına gelmemesi gerektiğini düşünüyorum. Trablus’tan yolculuğa başladığımda bunun ne kadar tehlikeli olabileceğine dair hiçbir fikrim yoktu. Daha önce tekneye sadece bir kez binmiştim. Aslında, yüzme bile bilmiyorum.

Hakim Bello

(The Guardian'dan Türkçe'ye Onur Devrim Üçbaş çevirdi)

Bültene kayıt ol