Yaşam için Hayır

27.03.2017 - 09:33
Haberi paylaş

Nuran Yüce, Sosyalist İşçi gazetesinde yazdı:

Daha geçtiğimiz hafta Yeni Zelanda’da Whanganui isimli bir nehir ‘canlı varlık’ olarak tanınarak hukuki statü verildi. Nehrin hakları mahkemelerde temsil edilebilecek ve şimdiye kadar uğradığı zararlar için de 80 milyon dolar tazminat ve temizlenmesi için 30 milyon dolar fon ayrılmasına kararı verildi. Doğal bir varlığa hukuki bir şahsiyet kazandırmak, haklarını tanımak buradan bakınca neredeyse imkansız, hatta düşünmesi bile mümkün olmayan bir durum değil mi? Oysa bu kararın alınmasında rol alan gerekçe çok sağlam: “Whanganui’nin iyiliği insanların iyiliğidir”.

Öncelikle bu kararın alınmasını sağlayanların ellerine sağlık. Çok önemli ve doğru bir karar. Eğer soluk alınabilecek temiz hava, içilebilecek su, ekip biçilecek toprak yoksa yaşayamayız. Bu temel ve inkâr edilemez bir gerçeklik ve kendimizin, çocuklarımızın bir geleceği olsun istiyorsak bunun tek yolu ağacın, suyun, kurdun, kuşun hakkını kendi hakkımız gibi korumak, kollamak, garanti altına almak. Ama Türkiye’de işler tam tersi yönde ilerliyor. Geçtiğimiz 14 yıllık AKP hükümetleri sırasında çevresel açıdan uğradığımız yıkımın boyutu çok büyük. Bu yıkımı daha da hızlandıracak, oldu bittiye getirecek yeni düzenleme ise referandumla getirilmeye çalışılıyor. AKP yeni anayasa önerisini gerekçelendirirken sistem tıkanıyor, hızlı karar almamız önünde engel oluşturuyor derken çevre alanında doğayı koruyan ÇED’lerin, itirazların ekonomik yatırımların önünü tıkadığından şikâyet ediyor. 

Oysa AKP’nin 14 yıllık hükümetleri döneminde olup bitene kısaca bir bakalım, ormanın, suyun, toprağın şirketlerin emrine nasıl verildiğini hatırlayalım. Kadük parlamentoyu daha da kadük hale getirecek yeni anayasa ile şirket gibi çalışan bir devlet mekanizması, mekanizmanın başında da Tayyip Erdoğan yer almak istiyor.  Bu değişiklik sadece devlet organları arasında yetki dağılımı değişikliği değil, vatandaşlar olarak sözümüzün hiç kale alınmaması anlamına geliyor.

80. madde başkanlığın özeti gibi

OHAL koşullarında  KHK ile Madde 80’i geçirdiler. Madde 80 ile hükümetin stratejik yatırım kabul ettiği projelere (bunlar maden, nükleer, termik santral, köprüler olabilir) istendiği yerde tüm denetim mekanizmalarının dışında tutularak, şirketlere her türlü maddi teşvik sağlanarak yapabilme yetkisi veriyor. OHAL’i ilan ettiklerinde “OHAL vatandaşa değil, devlete karşı uygulanacak” demişlerdi. Acaba Madde 80 ile hangi darbecinin yakalanacağı, darbe koşullarının nasıl bertaraf edileceği düşünülüyor? Bu maddenin ne darbecilerle ne de darbe koşullarının geriletilmesi ile bir ilgisinin olmadığı çok açık. Şimdi yeni anayasa ile KHK çıkarma yetkisi Cumhurbaşkanı’na veriliyor.  Tayyip Erdoğan “tek bir dikili ağaçları yok, kalkıp bize çevrecilik taslıyorlar, asıl çevrecinin daniskası biziz” diyerek doğayı ve doğrudan ister kentte olsun ister kırda kendi yaşam hakkını savunanları yok saymaya çalışıyor. 16 Nisan referandumunda evet çıkması halinde başında Tayyip Erdoğan’ın olduğu ‘kalkınma’ projeleri çevresel yıkım daha da artıracak. Ama bu yıkımları durdurmak için zaten yetersiz olan, ÇED süreçlerine dahil olma, dava açma gibi itiraz mekanizmalarımız iyice elimizden alınmış olacak.

Bir gecede 6 bin ağaca kıydılar

2014 yılının Kasım ayında Yırca’da termik santral yapımı için bir gece yarısı tam 6 bin zeytin ağacını kestiler.  Termik santral projesinin durdurulmasına ilişkin dava açılmış olmasına rağmen, mahkemenin kararını beklemeden, ağaçları korumak isteyen köylülere Kolin şirketinin güvenlik görevlileri saldırdı ve ağaçları kestiler. Ertesi gün açıklanan mahkeme kararında projeyi durdurun, ağaçları kesemezsiniz diyordu.  16 Nisan günü evet çıkması işte bu durumun çok daha yaygınlaşması yol açacak.  Zeytin o bölgedeki insanların geçim kaynağı ama sadece geçim kaynağı değil, kendi elleri ile diktikleri büyüttükleri çocukları gibi gördükleri ağaçlar aynı zamanda çocuklarının gelecekleri demek. Aslında sadece orada yaşayanların çocuklarının değil hepimizin geleceği demek.

Kömür karasına boğdular

Dünya Sağlık Örgütü hava kirliliği için “görünmez katil” diyor. Akciğer kanserine bağlı ölümlerin yüzde 36’sı, KOAH’a bağlı ölümlerin yüzde 35’i, inmeye bağlı ölümlerin yüzde 34’ü ve kalp hastalıklarına bağlı ölümlerin yüzde 24’ü hava kirliliği yüzünden. Hava kirliliği ölçümlerinde Dünya Sağlık Örgütü, AB ve Türkiye Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın standart değerleri olmak üzere 3 farklı standart var. Örgütün standart değerlerine göre Türkiye’de havası temiz tek bir şehir, AB kriterlerine göre 18,  Bakanlık kriterlerine göre ise 41’e çıkıyor. Bu verilerden de anlaşılacağı üzere Türkiye’de havası temiz demek için kriterler aşağıya çekilmiş durumda. Ama nerden bakarsanız bakın ülkenin şehirlerinin havası kirli. Türkiye’de yalnızca kömürlü termik santrallerin neden olduğu hava kirliliği nedeniyle her yıl en az 2 bin 876 erken ölüm, 4 bin 311 hastaneye yatış ve 637 bin 643 işgünü kaybı yaşanıyor. Termik ile Yırca’daki zeytinler, Ilısıu barajı ile Hasankeyf, maden ile Cerattepe ve daha çoğu yok ediliyor. Bütün bunlara göz yummak istemiyorsak yeni anayasa değişikliğine hayır demek bir başlangıç olacak. Bu ülkede Whanganui  nehrinin tanınan hakları gibi ormanın, suyun, canlıların yaşam haklarını tanıyan düzenlemeler maalesef yok. Yok ama daha fazla yok edilmesine izin vermeyelim. Doğal varlıklar ve biyoçeşitlilik yoksa bizimi de olmayacağımızı fark ederek daha fazla yaşam demek için “Hayır!” diyelim.

Bültene kayıt ol