Cumartesi Anneleri'nde 513. hafta: "Türkiye yargısı katilleri beraat ettirdi"

25.01.2015 - 08:05
Haberi paylaş

Cumartesi Anneleri, 513. oturma eylemlerinde, 17 Ocak 1996'da Yüksekova-Van karayolunda gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Abdullah Canan için bir araya geldi.

Bu hafta ilk sözü Abdullah Canan'ın oğlu Tayyüp Canan aldı, konuşmasına Yüksekova'da eş zamanlı eylem yapan Cumartesi Anneleri'ni selamlayarak başladı ve ardından babasının kaybedilişinden bahsederek, o dönemde tehditlere boyun eğmediği için kaybedildiğini dile getirdi:

''27 Ekim 1995 tarihinde köyümüzün yakılıp talan edilmesi üzerine babam Abdullah Canan ve köylüler dönemin Yüksekova Dağ Komando Taburu Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul hakkında suç duyurusunda bulundular. Bunun üzerine babamı dönemin Yüksekova Jandarma Komutanı Yüzbaşı Mehmet Tayyip Balkız ve  Dağ Komando Taburu katil Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul  beklemektedir. Babama şikâyetinden vazgeçersen iyi olur dedik. Babam da bu arada gidip binbaşıyla görüşmüş, 'Yeriniz ne kadar sıcak, devlet herkese böyle imkan sağlasa, bizler barış içerisinde yaşasak'' demiş. Katil binbaşı ''Eğer davadan vazgeçmezsen senin yerin soğuk olacaktır, bunun üzerine yatağın da soğuk olacaktır" demiş. Babamın "Bunu bir tehdit olarak mı söylüyorsunuz?" sorusu üzerine "Nasıl algılarsanız" cevabını vermiş. Bunun üzerine babam "Ben tehditlere boyun eğecek adam değilim, hakkımı arıyorum. Eğer suçluysan mahkemede cezanı görürsün, değilsen zaten cezasız kalır, aklanır gidersin" demiş. Bu yüzden 17 Ocak 1996 tarihinde babamı Hakkari'ye giderken gözaltına alıyorlar. Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul ve Yüzbaşı Nihat Yiğiter  babama orada yine davasından vazgeçip geçmeyeceğini sorarlar. Babam bunun üzerine "Eğer ben davamdan vazgeçersem, onurumdan da vazgeçerim" der. Bu süreçten sonra babam gözaltına alınır, ağır işkencelerden geçirilir. 4 yıl sonra aracı bulunur, aracın üzerinde yapılan keşifte polis marifeti ve Cumhuriyet Savcısı'nın yaptığı keşifte araç ancak ve ancak bir vinçle indirilebilir. Aracın atıldığı yer iki karakol arasıdır. 21 Şubat'ta cenazemiz bulundu. Cenaze üzerinde ağır işkenceler yapılmıştı. O dönemde yapılan otopside, klasik otopsinin yapılmasına gerek olmadığına kanaat getiren doktorlar, "Ağır ateşli silahlarla ölüme neden olunmuş" diye bir rapor verdiler. Akabinde Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi iki yıl sonra tek bir kabul yaptı. Bu da bize yapılan en büyük işkenceydi. Bizim cenazemiz iki yıl sonra çıkartılıp İstanbul Adli Tıp Kurumu'na getirildi. Bir buçuk ay Adli Tıp Kurumu'nda bekletildi. Sonra yapılan otopside "işkenceyle, kurşunlarla katledilmiş" raporu verilmiş. Bunun üzerine Türkiye yargısı katilleri beraat ettirdi.''

24 Ocak Uğur Mumcu'nun katledilişinin  yıldönümü.

21 Mart 1995'te gözaltında kaybedilen Hasan Ocak'ın abisi Ali Ocak ise konuşmasında 24 Ocak'ın Uğur Mumcu'nun katledilişinin yıldönümü olduğunu hatırlatar ve Mumcu'yu andı ve katledişiyle ilgili bir konuşma yaptı.

Türkiye'de gözaltında kaybedilmek neredeyse suç olarak görülmüyor.

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına yapılan ve Cumartesi İnsanları’ndan Mine Nazari'nin okuduğu basın metni ise şöyleydi:

Mahkemeler kayıplarımızın faillerini aklasa da biz onların işledikleri insanlık suçunun unutulmasına izin vermeyeceğiz.

Uluslararası hukukta gözaltında kaybetme en ağır suçlar içerisinde yer alır. Bu suçun bütün insanlığın onurunu ve geleceğini tehdit ettiği kabul edilir.

Uluslararası hukuk, insanların bu suçtan korunmasını ve zorla kaybetme suçunun etkili bir biçimde cezalandırılmasını devletlerin yükümlülüğü olarak görür.

Uluslararası hukuk, zamanaşımı kurallarının ve af yasalarının bu suçun faillerine uygulanmamasını bir kural olarak görür.

Uluslararası hukuk, kaybetme suçunun faillerine karşı koruma sağlayan tüm düzenlemeler ve uygulamaları yasaklar.

Türkiye’de ise gözaltında kaybetme neredeyse suç olarak görülmüyor. Bu suç yasalarda yer almadığı gibi insanlığa karşı suçlarda zamanaşımının işlemeyeceği hukuk kuralına aykırı olarak zamanaşımına tabi tutuluyor. Suçun failleri cezasızlık zırhıyla korunuyor. Çünkü gözaltında kaybetme birkaç kendini bilmez kamu görevlisinin suçu değildir. Bu suç, devletin tüm kademelerinin iştirak ettiği organize bir suçtur. Bu nedenle hakikatin açığa çıkarılması, faillerin yargılanması mücadelesi önünde devletin tüm kademeleri direnç gösteriyor. Kayıp yakınlarının “etkili bir iç hukuk yoluna başvurma hakkı” engelleniyor. Kayıp yakınlarının ve toplumun kayıpların faillerinin kim olduğu, kaybedilen kişinin nerede olduğu ve akıbetini öğrenmeyi de içeren “hakikati bilme hakkı” engelleniyor.

Bugün failleri 19 yıldır cezasızlık zırhıyla korunan Abdullah Canan için adalet talebiyle toplandık.  23 Kasım 1995 tarihinde Yüksekova Dağ Komando Tabur Komutanlığı’na bağlı askerler Yüksekova/ Befircanı köyüne baskın düzenledi. Çok sayıda ev yakıldı, tahrip edildi. Yüksekova’da tanınan bir iş adamı olan Abdullah Canan ve 7 akrabası, bu olaydan sorumlu tuttukları Yüksekova Dağ Komando Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. Binbaşı Yurdakul, Abdullah Canan’ı tanıkların yanında şikâyetinden vazgeçmesi için tehdit etti. Canan tüm baskı ve uyarılara rağmen şikâyetini geri almadı. 43 yaşındaki Abdullah Canan 17 Ocak 1996 sabahı otomobiliyle Hakkâri’ye gitmek üzere evinden ayrıldı. Yüksekova-Van karayolunda askerler tarafından otomobili durdurularak gözaltına alındı ve Yüksekova Dağ Komando Taburu'na götürüldü. Ailesi yerel ve ulusal tüm makamlara başvurdu. Abdullah Canan’ın gözaltına alındığı inkâr edildi. 21 Şubat 1996 tarihinde Abdullah Canan’ın işkence görmüş cansız bedeni elleri, ayakları ve ağzı bağlı bir şekilde köylüler tarafından bulundu. Yüksekova taburunda görev yapan itirafçı Kahraman Bilgiç, Abdullah Canan'ın taburda işkence ile sorgulandığını, Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul’un talimatı ile Bölük Komutanı Yüzbaşı Nihat Yiğiter tarafından silahla öldürüldüğünü detaylarıyla anlattı. Albay Kamber Oğur, Yüksekova Savcılığına başvurarak “Şubat 1996'da tabur karargâhında Abdullah Canan isimli şahsı başı sarılı vaziyette revirde gördüm” dedi.

Mehmet Emin Yurdakul, Nihat Yiğiter ve Kahraman Bilgiç hakkında kasten adam öldürmek, suçundan Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesinde dava açıldı. Ailenin ve tanıkların iddialarını yeterli ve inandırıcı bulmayan mahkeme, sanıklar  hakkında beraat kararı verdi. Yargıtay 1. Ceza Dairesi bu kararı onadı.

Yerel mahkemenin “İddiaları araştırmaya isteği olmadığı” kaydını düşen AİHM, “Aralarında askeri personelin de yer aldığı tanık beyanlarından da anlaşılacağı üzere, Abdullah Canan'ın gözaltında öldürüldüğü mahkememizce saptanmıştır" tespitinde bulundu. Türkiye’nin yaklaşımını şaşkınlık verici bularak oy birliğiyle mahkûmiyetine karar verdi. Abdullah Canan'ın kaybedilmesi gerçeği hiçbir şüpheye yer vermeyecek kadar açıktır. İsimleri Savcılık ifadelerinde, mahkeme tutanaklarında yazılı olan bu kişiler üzerindeki devlet korumasına son verilmelidir.

Mahkemeler kayıplarımızın faillerini aklasa da biz onların işledikleri insanlık suçunun unutulmasına izin vermeyeceğiz."

Zîn Demir

Bültene kayıt ol