Cumartesi Anneleri'nde 540. hafta: “Hiç kimse öldürmesin, ölmesin!”

02.08.2015 - 12:02
Haberi paylaş

Cumartesi Anneleri, 540. oturma eylemlerinde, Demir ailesi ile birlikte Galatasaray'dan "Abdurrahim'i savaş politikalarınız kaybetti. Artık yeter! Savaş, bir daha yaşanmaması gereken lanetli geçmişimiz olarak kalsın. Silahlar sussun, hiçbir annenin evladı ölmesin" dedi. Bununla birlikte, geçen hafta Van'da bir trafik kazasında yaşamını yitiren Rabia (Sağnıç) anne anıldı.

Bu haftaki eylemde ilk sözü alan Rabia Sağnıç’ın kızı Nermin Sağnıç, konuşmasında, annesini trafik kazasında kaybettiklerini söyleyerek “Bu ülkeye barışın geldiğini görmeden gitti. O, adalet mücadelemizde bizi hiç yalnız bırakmadı. Rabia annemizi kaybettik ama biz kucağımızda kayıplarımızın fotoğraflarını taşımaya devam edeceğiz. Adalet arayışımız devam edecek” açıklamasında bulundu.

"O dağları neden bombalıyorlar?"

19 Ekim 1995'te gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun'un eşi Hanım Tosun, her yeni güne gençlerin öldürülmesiyle başladıklarını dile getirerek, geçtiğimiz hafta yaşamını yitiren Rabia anneyi andı, ''Her zaman birlikteydik. Yıllardır burada oturuyoruz, bir daha çocuklarımızı faili meçhullere kurban vermeyelim diye ama hükümetin politikaları yüzünden gençlerimiz yine ölüyor. Yeter artık diyoruz. Gençlerimiz, insanlarımız ölmesin. Biz ne askerin ne gerillanın ne de sivillerin ölmesini istiyoruz. Artık yeter diyoruz” diye konuştu.

Gözaltında kaybedilen Nezir Çakar'ın annesi Şekernaz Çakar, konuşmasında, hiçbir annenin savaş istemediğini, hiç kimsenin öldürmesinin ve ölmesinin istenilmediğini dile getirdi.

"Bugün yine operasyonlar ve katliamlar var, çocuklar ölüyor, anneler ağlıyor"

İstanbul milletvekili Pervin Buldan, bugün yine operasyonarla insanların öldüğünden ve barışın geldiğini göremeden yaşamını yitiren Rabia anneden söz etti:

''Rabia anne, sadece bir Cumartesi Annesi değildi. Türkiye’de savaşa karşı da mücadele veren bir anneydi. Galatasaray Meydanı’nda barış çağrımıza ses veren bir annemizdi. Artık annelerin gözyaşının akmasını istemeyen bir anneydi. Barış sürecine tanıklık edemeden gitti. O giderken hâlâ kan akıyordu bu ülkede. Biz ona söz veriyoruz. Bu ülkeye barış ve kardeşlik gelene kadar mücadele edeceğiz. Bu kardeş kanı durana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz. Bu savaşı annelerin mücadelesi bitirecek.

Bugün yine operasyonlar var, katliamlar var. Yine anneler ağlıyor. Yine çocuklar ölüyor, gencecik yürekler toprağın altına gömülüyor. Ama çok iyi bilinsin ki bu savaşı anneler bitirecek. Bugün Silopi'de 13 cenaze kapıda bekletiliyor. Bu bir insanlık dramıdır. Bu 13 cenazenin bu ülkenin topraklarına gelişine izin vermeyen zihniyeti buradan bir kez daha kınıyoruz. Orada ağlayan yine anneler, eşler ve çocuklar var. Cenazelerini bu ülkenin topraklarına gömmek isteyen vatandaşlar var. Ama bu ülkenin 'müstafi hükümeti' Bakanlar Kurulu'nda almış olduğu bir karar ile bu 13 cenazenin bu ülkeye getirilişine izin vermiyor. Buradan anneler olarak, kayıp yakınları olarak, faili meçhul cinayetlerde yakınlarını kaybedenler olarak bir kez daha hükümete seslenmek istiyoruz. Bu vicdansızlığı, bu insansızlığı kabul etmediğimizi onlara iletmek istiyoruz. Böylesi bir durumda vicdanlar ağlar, böylesi bir durumda insanlık ağlar. Sizin bu vicdansızlığınıza karşı isyanımızı bir kez daha ifade etmek istiyoruz. 13 insanımızın cenazesi mutlaka bu ülkenin topraklarına girmelidir ve gömülmelidir, toprağa verilmelidir."

İstanbul milletvekili Sezgin Tanrıkulu ise "Değerli dostlarım, siz hiç 'evlatlarımızı feda etmeye hazırız' diyen bir anne duydunuz mu?'' diyerek Başbakan'ın bunca acı ve bunca ölümden sonra ''Evlatlarımızı feda etmeye hazırız'' diyebildiğini dile getirdi.

17 Ağustos 1995'te gözaltında kaybedilen İbrahim Demir'in Yeğeni Beritan, eyleme babaannesi için geldiğini ifade ederek, annesinin hasta olduğu için eyleme gelemediğini fakat 20 yıldır amcasının yolunu gözlediğini belirtti.

"Savaş ve çatışma değil, barış istiyoruz!"

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına yapılan ve Cumartesi İnsanları'ndan Nimet Tanrıkulu'nun okuduğu basın metni ise şöyleydi:

"540 haftadır Galatasaray'da bir araya gelerek gözaltında kaybetme suçuna ve bu suçun hukuk devleti, barış ve demokrasi ilişkisine dikkat çekiyoruz.

540 haftadır Galatasaray'da bir araya gelerek insanın en temel hakkı olan yaşama hakkına sahip çıkıyoruz.

540 haftadır Galatasaray'dan haykırıyoruz; artık yeter! Devlet politikaları sonucunda ölümler son bulsun.

 Son günlerde yaşanan gelişmeler nedeniyle endişe içindeyiz. Devleti yönetenlerin insan ölümlerini sıradanlaştırması karşısında kaygılarımız derinleşiyor... Öncelikle asker, polis, gerilla ve sivil ölümleri sebebiyle yaşanan tüm acıları paylaşıyor, doğrudan yaşam hakkına yönelik saldırıları kınıyoruz. Halkın barış talebini yok sayarak, seçim sonuçlarını yok sayarak, sanki geçici bir hükümet işbaşında değil de AKP iktidarı devam ediyormuş gibi davranıp, ülkeyi kaosa, savaşa sürükleyenleri kınıyoruz. Adil bir biçimde yürütülecek müzakere süreci sonucunda yalnız Kürt sorununun değil, tüm toplumsal sorunların demokratik yöntemlerle  çözülmesi mümkünken bize çatışmayı, ölümü dayatan geçici hükümeti kınıyoruz. Evlatlarımızın yaşamı iktidar hesaplarına kurban ediliyor. Her güne yeni ölüm haberleriyle başlarken Cumhurbaşkanı   “Bu bir başlangıçtır, ilk adımdır,"diyor.  Tüm politikalarını yurttaşların yaşam hakkını korumak üzerinden kurmakla yükümlü olan başbakan  " evlatlarımızı fedaya hazırız"  diyor. Ölü bedenlere basarak siyaset yapmak isteyenlere bir kez daha söylüyoruz:  evlatlarımızı yaşatmayan bir vatan istemiyoruz. Evlatlarımızın ölümünü doğallaştıran söylemleri istemiyoruz. Katliamlarla, infazlarla, rehin alınan ölülerle, baskı ve şiddetle bizi içine çekmek istediğiniz cehennemi kabul etmiyoruz.

Çatışan taraflardan talep ediyoruz;

Devlet askeri ve siyasi operasyonlarını derhal durdurmalıdır. PKK ateşkesi muhafaza etmeli, silahlı eylemlerini sona erdirmeli, misilleme eylemleri yapmamalıdır. Barış ve Çözüm Süreci devam etmelidir. Bu topraklarda insanlık karşıtı savaş politikaları yüzünden insanların katledilmesi, kaybedilmesi son bulmalıdır. 20 yıl önce bu kanlı politikaların sonucunda kaybedilen 22 yaşındaki Abdurrahim Demir 'i bugün yeniden hatırlatmak için buluştuk. Askerden yeni gelmiş olan Abdurrahim Demir, 17 Ağustos 1995 tarihinde Mardin Ömerli'deki evinden Adana'daki akrabalarının yanına gitmek için yola çıktı. Mardin Kızıltepe Şavalet noktasında yapılan aramada bindiği otobüsten indirilerek gözaltına alındı. Gözaltına alındığına tanıklık edenler,  ailesine, onun Şavalet Jandarma Karakolu'na götürüldüğünü söyledi. Şavalet Karakolu, inkârı seçti "Biz böyle birini almadık" dedi. Mardin Emniyeti’nin              " Abdurrahim pasaport çıkartıp, Fransa'ya garson olarak gitti."  cevabı ise gerçeği çarpıtmada sınır tanımadı.  Aile "bu işin peşini bırakın" diye tehdit edildi. Yapılan tüm girişimler sonuçsuz kaldı. Abdurrahim Demir'den bir daha haber alınamadı.  Kesriye Demir'in  " Oğluma ne oldu?'  sorusu 20 yıldır cevapsız kaldı. Abdurrahim Demir  Şavalet  Jandarma Karakolu’nda kaybedildiğinde; Cumhurbaşkanı Süleymen Demirel ‘di. Başbakan Tansu Çiller’di.  Başbakan Yardımcısı Hikmet Çetin’di. İçişleri Bakanı Nahit Menteşe’ydi. Milli Savunma Bakanı Mehmet Gölhan’dı. Adalet Bakanı Mehmet Moğoltay’dı. Genel Kurmay Başkan’ı İsmail Hakkı Karadayı’idi. OHAL Valisi Ünal Erkan’dı.

Onları, 17 Ağustos 1995 tarihinde Şavalet Jandarma Karakolu’nda  görev yapan subaylarla birlikte Abdurrahim Demir’in kaybedilmesinden sorumlu tutuyor ve yargılanmalarını istiyoruz.

Abdurrahim Demir dosyasında cezasızlığa son, adalet istiyoruz!

Savaş ve çatışma değil, barış istiyoruz!

Keyfi yönetim değil, hukuk devleti istiyoruz!"

Zîn Demir

Bültene kayıt ol